3 Ekim 2015 Cumartesi

GERÇEK BİR KALEM USTADINA MEKTUP; Murat DUMAN

06 ARALIK 2014 TARİHİNDE YEDİGÜN GAZATESİ DUMANLI BELDE KÖŞEMDE YAYINLANAN KÖŞE  YAZIMDIR .....
GERÇEK BİR KALEM ÜSTADINA MEKTUP
        Murat DUMAN
2004 yılı sonlarıydı. İsa Kayacan Hoca’m bana “İşte Hayatım” adlı kitabını imzalayıp verdi. Huyunu bildiğim için kitabı hemen okumaya başladım. Okumasam, “Kitabı okudun mu?” sorusunu sorarak beni hesaba çekeceğini çok iyi biliyordum.
Kitap, yaklaşık 700 sayfaydı. Saygıdeğer Hocam, çok titiz bir insandı. Yaptığı işi gerçekten önemser, aldığı görevi harfiyen yerine getirir, yerine getirmeyenlere de kızardı.
Kitabı okurken “Selam Olsun” adlı, sekizlik hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirine rastladım ve ilk karşılaşmamızda kendisine, “Bu şiirin bir hikâyesi var mı?” diye sordum. “Murat Bey, hangisini hatırlayayım? Hatıraları olan şiirlerimi not alırım. Onlara bir bakayım.” dedi. Doğru ya nereden hatırlayacaktı. 36.500 makalesi ve 131 adet basılmış kitabı olan bir üstadın anında bir şiirinin hikâyesini hatırlaması ne mümkün!
Bir gün öğle yemeğinde kıymalı melemen yapmıştım. Yemeğe bekliyordum değerli Hocamı. Yemek yerken, “Hatırladın mı şiirin hikâyesini?” diye sorunca, “Evet.” dedi ve cebinden bir kâğıt çıkartarak okudu.
Bir Bakan’ın basın danışmanıyken makam arabasıyla ve birkaç görevli arkadaşıyla birlikte Adana’ya giderler. Valiliğe girip görevleri gereği yardım alacaklar, sonra da Bakan Bey’i karşılayacaklardır. Hocamız, Vali Bey’le konuyu bizzat konuşur. Vali Bey, ya konuyu anlamaz ya da umursamaz bir tavır sergiler. Aradan bir saat zaman geçer. Hocanın canı sıkılır ve oturduğu yerden bu şiiri kaleme alır, Vali’ye uzatıp, “Siz gerçekten çok çalışkan bir valisiniz bu başarınızı Bakan Bey’e anlatacağım!” der. Şiiri okuyan Vali, derhâl istenilen işlerin yapılması için talimatlar verir. Böylece alınan görev eksiksiz olarak yerine getirilmiş olur.
Hocamız, Vali Bey’in umursamaz davranışını tabiî ki Bakan Bey’e anlatmaz.
Sohbetin sıcaklığı içinde, “Hayırdır, bu şiir neden dikkatini çekti?” diye bir soru yönelti. “Müsaade et de o da ben kalsın!” deyince bir tebessüm belirdi yüzünde.
Zaman içinde şiiri sert sözlerden arındırıp kendine okudum. “İzniniz olursa bu şiiri bestelemek istiyorum.” diyerek olurunu aldım. Şiirin üç dörtlüğünü bir aya yakın çalışarak uşak makamında besteleyip bir arkadaşın saz eşliğinde kayıt yaptım ve Hocama dinlettim. Çok memnun oldu ve bana dönüp, “Sende anlayamadığım bir şey var. Bu ne hamaratlılık yahu! On parmağında on hüner var. İş adamı olduğunu, şair olduğunu, güzel sesinle şarkı ve türkü söylediğini, Belde gazetesinde ‘Dumanlı Belde’ adlı köşende yazılar yazdığını, altı yıldır müzik eğitimi aldığını biliyordum da beste yapacağın aklımın ucundan geçmezdi! Vallahi beni şaşırtıyorsun, pes doğrusu Murat Bey!” diyerek beni onure etti.
İnkâra asla gerek yok. Onun hakkını asla ödeyemem. Beni âdeta bir gergef gibi işledi yaklaşık dokuz sene.
Hocamı 1999 yılında tanımıştım. İlk seneler pek samimiyetimiz olmamıştı. Eşi Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra cennet mekân Ahmet Tufan Şentürk Hocamın evinde karşılaşınca samimiyetimiz iyice pekişti. Tufan Hoca vefat edince her alanda bana kol kanat geren, ilmî yönden desteğini esirgemeyen İsa Hocam elimden tuttu. O yıllarda kendisi Belde gazetesinde köşe yazıyordu. Onun taassubuyla arada bir misafir yazar olarak ben de makale yazıyordum aynı gazeteye. İlerleyen yıllarda Belde gazetesinin sahibi Alaattin Kaya Bey’in nazik davetini kırmayarak “Dumanlı Belde” adını taşıyan köşemde yazılar yazmaya başladım. Yazılarım okudukça beğeni kazanmaya başladı. Dağdaki bir ağaçtan güzel bir mobilya yapmanın mutluğunu yaşıyordu hocam sanki. Kendimi övmek istemiyorum ama ilk yazamaya başladığımda yazılarımın beğenileceğinden adım gibi emindim, çünkü makale konusunda beni İsa Hocam yetiştirmişti. Çıkan her yazımı keserek bir A/4 kâğıdına yapıştırıp bana getiriyordu değerli Hocam. Bir gün bana, “Yaşadığım müddetçe bu görevi ben yapacağım. Sonunda da yazıların bir kitabı dolduracak kadar çoğaldığı zaman vakit geçirmeden kitaplaştıracağız.” dedi.
Hocamla her gün olmasa bile haftanın en az dört günü beraberdik. Çünkü gazetede çıkan köşe yazılarını almaya gelirdi Rüzgârlı Sokak’a. Haksız ve riyakâr insanlara çok kızar, “hormonlu” yakıştırması yapardı onlara.
Edebiyat camiasında öyle dengesiz, öyle olgunlaşmamış, sözüm ona insan müsvetteleri var ki, Hocamızın edebiyata verdiği katkılardan dolayı Türki Cumhuriyetlerden alnının akıyla aldığı fahri doktor (Prof. Dr.) unvanı çekemeyenler, çeşitli yalakalıklarla bin bir takla atarak müsteşar olmuş, öğrencilerine tezler yazdırarak, tezler çalarak akademik payeler edinmiş hormonlu proflara çok kızardı.
Bir gün İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Merkez Birliği)’nin düzenlediği bir Beypazarı etkinliğinde katılıp gruplar hâlinde okullara dağıtıldık. Edebiyat hakkında bilgilerimizi sunacaktık. Her okul misafir olarak gelecek şairlerin, yazarların biyografisini bir slayt şeklinde göstererek memnuniyet ifadesi sergiliyorlardı. İsa Hocamız, önceleri benim iyi ahbabım olan dengesiz bir ozanla başka bir okula misafir olurlar. Okuldaki slayt gösterisinde Hocama ayrılan kısım biraz fazla sürmüş ki, normaldir. O dengesiz ozan ise ayağa kalkarak, “Neden İsa Bey’in slayt gösterisi uzun da benim gösterim kısa?” diye talebelerin önünde okulun hocalarına tepki göstermiş. O sırada görevli hoca, “İsa Hocayı tanırız. Ömrünü edebiyat ve edebiyatçılara vakfetmiştir. Onun içindir ki, slayt gösterisinin uzaması son derece normal!” diyerek malum şahsı susturmuş.
Beypazarı programın ertesi günü İsa Hocam bana gelerek durumu anlattı. Çok üzüldü ve bana senden bir ricada bulunacağım dedi bende buyur hocam dedim şu sözleri bana ait olan selam olsun şiirim sen besteledin ve o maalüm ozana sazını çaldırdın vidoda besteye ortak ettin lütfen onun adını sil onu böyle layık olmadığı bir eserde görmek istmiyorum ve mümkünse onu buradan uzaklaştır kendin ozan saniyor dedi  O malum ozanı takibe aldım. En ufak hatasını bulup mekânımdan def edecektim. Öyle de oldu. Affedilmez bir hata yaptı, ben de hem yanımdan hem de mekânımdan uzaklaştırdım.
İsa Hocam, Türkiye genelinde tanınan ve tanınmayan birçok şairin eserlerini köşesine taşıyarak onların tanınması için elinden gelen ne varsa ortaya koymuştur. Bu konularda da sıkıntılar yaşayan değerli Hocam, “Önce yanıma geliyorlar, İsa Hocam diyerek yere göğe sığdıramıyorlar, tanıtım yazıları yayımlanınca semtime dahi yaklaşmıyorlar.” diye dertlenirdi.
Hocamla bir defasında arabamla Antalya’ya, Mustafa Ceylan Bey’in bir etkinliğine gitmiştik. Ben Antalya’da bir müddet kalacağım için Hocamı otobüs terminaline bıraktım. Çantası yerinden kalkmıyordu. “Bu nedir?” diye sordum. “Sorma, birçok şair kitap getirdi, ben de geri çevirmedim. Gazete köşemde bu kitaplar hakkında yazılar yazacağım.” dedi. İşte böyle bir edebiyat âşığı idi İsa Hoca.
Şiirlerinde gerçekçiliği çok sever, âdeta bir fotoğraf makinesi gibi gördüklerini kaleme alırdı. Camiamızda şiir kalitesi çok zayıf şairler vardı. Onlara, şiirde kaliteyi korumak için toplantılarda, “Şiirimizi biraz dinlendirelim.” diyerek telkinlerde bulunurdu.
Yine bir gün öğle yemeğinde köfte yiyorduk. Hocamda bazı değişiklikler görüyordum. “Rahatsız mısın, günden güne zayıflıyorsun?” diye sordum. “Murat Bey, sorma! Bu şeker illeti bana huzur vermiyor.” dedi. Ama gördüğüm sıkıntı şeker sıkıntısına benzemiyordu. Bir de duydum ki, hastaneye yatmış, ameliyat olacak. Hemen ziyaretine gidip moral vermeye çalıştım. Birçok tahlillerden sonra zor bir ameliyat geçirdi. Başında kızları Gül ve Filiz vardı. Ailesinin onu yalnız bırakmaması çok hoşuma gitti. Ziyaretimde, “Seni çok seviyorum. Yanıma sen gelip de dertleştiğim zaman içimdeki karanlıklardan aydınlığa çıkıyorum.” diyordu. Başarılı bir ameliyattan sonra tekrar aramıza döndü. Rüzgârlı Sokak’a gelip yeni çıkan gazeteleri alıyor, yanıma uğrayıp insanların vefasızlığından dert yanıyor, üzülüyordu. Çünkü hastalandığında çok az sayıda insan arayıp hastaneye gelmişlerdi. Kedisine telkinde bulunup rahatlatmaya çalıştım. “Duymamışlar veya rahatsız etmek istemişlerdir.” dediğimde bana kızarak, “Yahu, insan dostlarını yanında görmek ister. Bu kadar vefasız insanlara ben neden hizmet ettim?” diyerek hayıflandı ve ardından, “Sen o kadar vefalı bir dostumsun ki, bunu sözle tarif edemem.” diye ekledi. “Ben hiçbir şey yapmadım.” dediğimde ise, “Yok canım, eline neşteri alıp ameliyata girmediğin kaldı. Hep yanımdaydın. İşini gücünü bıraktın benim için.” diyerek sevgisini sunuyordu.
Aradan çok zaman geçmedi. Görüşmelerimiz aralıksız devam ediyordu. Ancak, ameliyattan kalkmış olsa da eski düzeni yoktu Hocamın. Yemiyor, içmiyor, daha doğrusu midesi hiçbir şeyi kabul etmiyordu. “Üzülme, gazeteleri ben getireyim. Yeter ki sen yorulma.” dediğimde, “Senin bilmediğin bir şey var Murat Bey! Gazetelere gelmekle kendimi yeniliyorum.” diyordu.
İşim gereği bir seyahate çıkmıştım. Duydum ki, Hocamız, Rüzgârlı’daki Devlet Hastanesine yatırılmış. Ziyaretine gittiğimde artık her şeyin bittiğini hissediyor ve üzülüyordum. O ise hâlâ iş konuşuyor, “Kadınlar Destanı adlı kitabım geldi mi sana?” diye soruyordu. “Geldi.” dedim. “O kitaba yaptığın besteyi notasıyla beraber koydum.” dedi tatlı bir gülümsemeyle. “Hastaneden çıkınca beraber bakarız.” dedim. Beni bırak şimdi gidince hemen oku dedi.ve kitabi okudum ...
Hocamın, Anna adında iyi bir bakıcısı vardı ve kendisine çok iyi bakıyordu. Kızları Gül ve Filiz Hanım da sırayla gelip bakıcı Anna Hanım’ı dinlendiriyorlardı. Ama gün geçtikçe ümitlerin tükendiğini görebiliyordum. Zorluklar içindeydi. Konuşamıyor, canını Azrail’e vermemek için mücadele ediyordu. Doktoru gelip, “Çok sürmez, bir ya da iki saat sonra Hakk’ın rahmetine kavuşur, hazırlıklı olun, diğer kızını da çağırın.” dedi ve bana dönerek, “Sen neyi oluyorsun?” diye sordu. “Hocamdır.” dedim. “İsterseniz siz dışarı çıkın. Belki duyduklarınıza, göreceklerinize dayanamazsınız.” dedi ve beni dışarı çıkardı. Her şeyin sonunun gelindiğini bizzat gözlerimle gördüm. Aradan yarım saate yakın bir zaman geçti. Artık (Prof. Dr.) İsa Kayacan Hocam yaşamıyordu.
Saygıdeğer Hocamla çeyrek asırlık beraberliğimizin anlatılacak çok yönü var, ama şimdilik bu kadarını dile getirdim. Aziz hatıralarıyla kalan ömrümü tamamlayıp bir gün ben de onun yanına gideceğimi biliyor, bu bilinçle hayatımı sürdürmeye çalışıyorum saygılarımla.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun İsa Hocamın.                                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder