17 Aralık 2014 Çarşamba

2015 Çanakkale Zaferi’nin 100.Yıl Anısına; "Bedeli Çanakkale’de Kanla Ödenecektir."

2015 Çanakkale Zaferi’nin 100.Yıl Anısına
Bedeli Çanakkale’de Kanla Ödenecektir
Mehmet Muzaffer Efendi’nin bu yüce davranışı yani bir Türk subayının örnek maneviyatı olan o kanlı beyaz zarf, Askeri Müze’ye gönderilmiş, Türk çocuklarına ve gelecek nesillere, cevher değerinde bir miras olmuştur. Yaşayan ölülerin mirasları içinde bu zarf da yaşayacak, daima yükselmeye teşvik ve milletin iftihar etmesi için bir belge olarak kalacaktır. Büyük meydanların büyük sınavlarında kazanılan bu şehadetnameler her genci imrendirecek ve örnek olacak bir etki yapacağı gibi, her babanın kalbinde böyle evlatlara sahip olma duygusunu yükseltecek, sonunda millet bu sayede kendi fedakârlığına güvenecektir.
Böylece, dini ve vatanı için ölmek aşkıyla yetişmiş gençler çoğalacak ve vatan sevgisi millî terbiyemize esas oldukça, yaşama hakkı bizim olacaktır.
Bu husustaki özel görevini yerine getiren 6’ncı Ordu, sonucu milletin takdirine bırakmıştır. Umarım ki her edip, her yazar bu yüce gayeye hizmeti uğur sayarak, merhumu bütün millete tanıtmaya çalışacaktır. Umarım ki Müdafaa-i Milliye Cemiyeti bu şehidin fotoğraflarıyla zarfını birleştirip büyük levhalar haline getirecek, yüz binlerce duvar levhası şeklinde basarak, hem her evin iftiharla duvarına asacağı birer ibret levhası yapacak ve hem de vatan, millet namına bir hizmet yapmış olacaktır.
11 Temmuz 1916
6'ncı Ordu Komutanı
Halil PAŞA      

10 Aralık 2014 Çarşamba

"IŞIĞIN KAYNAĞI DERGİSİ" YAYIN HAYATINA BAŞLADI, Mahir Adıbeş

IŞIĞIN KAYNAĞI DERGİSİ
Işığın Kaynağı Dergisi İzmir’de yayın hayatına başladı. Kültür, edebiyat, düşünce dergisi olarak yola çıkan dergi ikinci sayısını da yayım dünyasına sundu. Ferdi zekânın işlevine önem veren dergi, toplumların birlikte sosyal olarak yaşaması için çaba harcıyor. Siyasi, sosyal, ideolojik, fikri bütün yapıların varlığını kabul edip ortak paydayı bulup onun etrafında toplanmanın, millet olmanın ruhunu ortaya koymaya çalışıyor. İnsanların birbirlerini dinlemesini, anlamasının çıkış noktalarını inceliyor, öne çıkarıyor.
Işığın Kaynağı Dergisi sabırlı, çalışkan,  dürüst olarak yoluna devam ederken bir mektep olmayı seçmiştir. Unutmayın ki bireyleri eğitmeden toplumu düzeltemezsiniz. Dergi, Ahmet Yesevi’den, Mevlana’dan, Hacı Bektaş Veli’den, Yunus Emre’den, Pir Sultan Abdal’dan, Gazeli’den ve daha birçok bizim dediğimiz, düşünürlerden, ilim adamlarından, âşıklardan, şairlerden güç alarak bu göreve talip olmuştur.
Uzun zamandır böyle bir dergiyi çıkarmayı düşünen bir grup şair/yazar/çizer sonunda kararı verip bu zor ve keyifli yolculuğa yelken açtılar. Işığın Kaynağı Dergisinin; İmtiyaz Sahipliğini Çağlar Fırat Ülger üstlendi. Genel Yayın Yönetmenliğini İbrahim Ülger, Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünü Erdoğan Baysal, Sanat Yönetmenliğini Ümit Yaşar Işıkhan, Hukuk Danışmanlığını Av. Veysel Gültaş, Grafik tasarımını Hülya Gülay yapmaktadır. Derginin Yayım Kurulunda ise, Zeki Buzgan, Ahmet Şahiner, İlhan Soytürk, Naci Gümüş, Şaziment Duran bulunmaktadır.
Hangi dergi olursa olsun çıkarken daha öncekilerin aynısı olmak istemez. Hep farklılıklarını anlatırlar. Işığın Kaynağı Dergisi’nin ise böyle bir iddiası yok, sadece “biz, hepimiz” olmak istiyor. Felsefesi bu kadar kolay ve basit yani, herkesin anlayacağı dili konuşuyor. İnsanlar özenmeden, korkmadan, etki altında kalmadan, endişe duymadan kendilerini ifade etmelidir. Bir kere İzmir’de böyle bir dergi çıkmıyor. Bu şehirden de bir kültür dergisi yayınlanması önemli ama bu bir bölge dergisi olmayacaktır. Hedefinde bütün Türk kültürüne, edebiyatına, düşüncesine ışık tutmak, bu meyanda birleştirici olmak var. Fikirlerde, kültürlerde, hayat tarzında asla yok saymak, karşı olmak düşüncesi yok. Bunların hepsini dönüştürmeden içinde barındırmaktır amacı. Yani çok sesli ama tek başlı bir yapıda dergicilik yapmak iddiası var. Bundan da anlaşılmaktadır ki ebemkuşağı gibi çok renkli bir dergi çıkartmak amaç ama renkleri ayrıştırmadan, soldurmadan...
Dergiyi çıkaranların bu kararları verirken birçok zorluğu göze aldığını görebiliyoruz. Bir kere fikirler, ideolojiler üzeri bir dergi çıkarırken toplumun bazı kesimlerini karşılarına aldıklarının farkındalar. Yalnız böyle bir kararı bu ülkede destekleyecek çok daha fazla insan olduğunu düşünüyorum. İkincisi böyle bir dergiye sürekli bu doğrultuda yazı yazacak yazarları bulmak zorlukları da göz önüne alınmalı. Sanırım en başından her sayıyı konulu çıkarma kararları da bu alanda ellerini rahatlatmış görünüyor. Üçüncüsü ise ekonomisinin karşılanmasıdır. Diğer konular bir şekilde çözülse de derginin geleceği açısından finansmanı önemli. Yalnız İbrahim Ülger destekleyiciliğinde şimdilik bu konuyu da çözmüş görünüyor.
Üstad, Mahir ADIBEŞ, Suriye
Dergi birinci sayıda “12 Eylül ve Sanat”ı konu alması ve çok cesur yazılara yer vermesi ile iyi bir başlangıç yapmıştır. Çingeneleri kendilerinin kaleminden yayınlamasıyla da oldukça isabetli bir konuyu ortaya koymuştur. İkinci sayıda, “Dil ve Üslup” konusu derginin en baştan dil konusunda işi sıkı tuttuğu anlamına gelir. Bu yazıyla artık derginin mücadele alanlarının çok önemli meseleler olduğunu anlamaktayız. Aynı sayıda  “Ezidiler”e yer vermesi gündem açısından çok önemliydi. Bu yazılarda da Ezidiler’in kanaat önderlerine ulaşıp röportajlar yapılması ve yazılar yayınlanması dikkat çekken başlıklardandır.
Dergide şiirlere de yer verilmesi, desenlerle süslenmesi ve ara sıra da konulan resimlerle okunması rahat hale getirmektedir. Hikâyeler derginin olmazsa olmazı arasındadır. Kitap eleştirileri ve tanıtımları zaten dergide yer almaktadır. Buluna bildiğince gezi yazıları, sinema, tiyatro, müzik hakkında uzmanların görüşü de hedefleri arasında. Dergi bir konuyu daha unutmadı; yerel yönetimlerin kültür sanat faaliyetleri. Bu konunun üzerine gidileceğe benziyor. Gerekirse belediyelerle ortak etkinlikler yaparak toplumla kaynaşma, birlik olma yollarını aramak da faydalı olacaktır.
Sonuç olarak şunu söylemek isterim ki, Işığın Kaynağı Dergisi İzmir’den yola çıktı. Hep benim dediğim olsun değil, hepimizin dediği olsun düsturuyla hareket etmektedir. Işığın Kaynağı Dergisi yepyeni bir bakış açısıyla ikinci sayısını çıkardı. Koyduğu hedefleri adım adım geçerek gelecek sayılarda çok daha mükemmel bir dergi olarak okuyucularına sunacaktır. Bahtı açık, ömrü uzun olsun.
Mahir Adıbeş

30 Eylül 2014 Salı

İsa Kayacan'ın kitabı: Kadın Destanı, "YEDİ GÜN"

İsa Kayacan'ın kitabı:
Kadın Destanı
DURSUN ERKILIÇ
29 Eylül 2014 Pazartesi Saat 14:38
Prof. Dr.İSA KAYACAN'IN
131’inci kitabı ‘Kadın Destanı’ yayımlandı…
İSA KAYACAN kadını destanlaştırdı 
Prof. Dr. İsa Kayacan ağabeyi ‘ismen’ ve de ‘cismen’ tanıyalı 40 yıl olmuştur sanırım.
Mesleğe başladığı ilk gazete olan ‘Gündem’de tanıştığım, Prof. Dr. İsa Kayacan, o günden beri peşimi bırakmadı!
Hangi gazeteye gitsem bir İsa Kayacan imzası gördüm…
Helal olsun…
YEREL MEDYANIN DUAYEN İSİMLERİNDEN
İşi memuriyet de olsa kendisini yazıya adamışlardandır…
Öyle olmasa irili-ufaklı 131 kitaba imza atabilir miydi?
Yerel medyanın ‘kadrolu’ yazarı gibidir. Yurdun dört bir yanında çıkan gazetelerde yazıları yayımlanır…
Hakkında yazılanlar da cabası…
SON KİTABI: KADIN DESTANI
Son kitabı, “Kadın Destanı” da yayımlandı.
Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları arasında çıkan kitapta bendenizin de bir dizesi yer alıyor.
İsa ağabey aylar önce, “Kadınlarla ilgili bir kitap hazırlıyorum. Senden de bir şeyler olsun isterim” deyince, ‘emir’ sayıp;
Yüreğe çizilen resimdir kadın
Belleğe kazınan isimdir kadın
Dizesini göndermiştim…
Kitapta yer vermiş, sağ olsun…
KONUSUNDA DOYURUCU
Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlarla ilgili sözlerinin başında, “Kadının en büyük vazifesi analıktır” bulunan 200 sayfalık kitabın çok büyük bir bölümü kadına dair söze, şiire, yazıya ayrılmış…
‘Kadınla ilgili bir şeyler yazmak, konuşmak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir’ demek abartı olmaz…
6 bölümden oluşan kitapta, Kayacan’ın şiirlerinden seçmeler de yer alıyor.
Bu şiirler arasında bestelenenler, İngilizceye çevrilenler de var…
İsa Kayacan ağabeyi bu güzel eserinden dolayı kutluyor, sağlıklı uzun ömür diliyorum.
DURSUN ERKILIÇ
dursunerkilic@gmail.com

19 Eylül 2014 Cuma

Mücadeleye, Eser ve Üretimlere Devam; Arzu KÖK

Mücadeleye; Eser ve Üretimlere Devam
Araştırmacı, Şair-Yazar, Öğretmen
Arzu KÖK
Bir kitap geçti elime dün. İsa Kayacan’ın Burdur Ticaret ve Sanayi Odası yayını olarak çıkan “Kadın Destanı” isimli kitabıydı bu. 131. kitabıydı bu onun. Aceleci, kolaycı olan günümüz insanının harcayamayacağı bir çaba ile çalışıyor ve üretiyor İsa Kayacan. Bunun devam etmesi de en büyük dileğimizdir. Zira İsa Kayacan yaklaşık iki yıldır bir hastalığın pençesinde mücadele ediyor. Şimdilerde ise hastanede, palyatif bakım, takip ve tedavi altında. 
İlk tedavisinin ardından hastaneden çıkmış yeniden çalışmaya, üretmeye başlamıştı. İşte Kadın Destanı isimli elimde tuttuğum bu kitap da o sürecin bir ürünü. Kadın Destanı isimli kitabını bitirip yayına verdikten hemen sonra yeniden yatırılmış hastaneye. Yeni öğrendim. İsa Kayacan’ın azmine, yaşama bağlılığına, daha üretecek çok şey, yazacak çok kitabı, henüz gerçekleşmemiş hayallerini gerçekleştirmek konusundaki inancını bildiğimden üzüldüm doğrusu. Ancak inanıyorum ki İsa Kayacan hastaneden eskisinden daha sağlam çıkacak ve başlayacak yeniden eserler üretmeye. Yıllardır yaptığı birikimleri kendi süzgecinden geçirecek ve 131 eserden sonra hani derler ya hepsine cilâ olacak yeni eserler koyacak ortaya ve bizler büyük bir keyif ve minnetle okuyacağız yazdıklarını. 
131. ESER; "KADIN DESTANI"
İsa Kayacan hakkında son duyduklarım onun daha iyiye gittiği yönünde ve bu sevindirdi beni açıkçası. Ben arayamadım kendisini çünkü tedavi esnasında rahatsızlık vermek istemedim. Ama sürekli bilgi almaya çalışıyorum kendisi hakkında. İsa Kayacan benim şiirlerimi yazdığı yazılarla tanıttı birkaç defa. Yalnız benim mi? En az 3000 genç insanın, şairin, yazarın adının duyulmasını, bilinmesini, tanınmasını sağladı yazdıklarıyla. Bu tanıtımını yaptığı yazar ve şairlerin hepsi borçludur kendisine. Eğer o şair yazarlar bugün bir yerlere geldilerse İsa Hoca sayesindedir bu. Şimdi İsa Hocam bu hastalıkla mücadele ederken eminim ki hiçbiri dualarını esirgemiyordur ondan. Zira o bu tanıtımlar ve yayınlar için kimseden bir şey istemedi, aksine hem onlar için yazdı hem de yazdığı yazıların yayınlandığı gazete küpürlerini erinmeden adreslerine postaladı, web sitesinde yayınladı. O kadar çok postalama işlemi gerçekleştirdi ki PTT bile ona borçludur diyebiliriz. Zira son yılların en iyi müşterisi konumundaydı. PTT de bu borcu ödemeli ve mutlaka şükran belgeleriyle, törenlerle ödüllendirmelidir O’nu..
Ülkemizde bir yerlere geldiklerinde kendi doğup büyüdükleri yerleri unutan, “Orada bir köy var uzakta, gitmesek de, kalmasak da o köy bizim köyümüzdür.” diyenlere inat unutmamıştır o köyünü, kentini, memleketini. Doğum yeri olan Burdur-Tefenni Ece Köyü’nü sürekli yazılarında anlatmış, bununla yetinmemiş belki de Türkiye’deki en büyük köy kütüphanesinin orada açılmasına vesile olmuştur. Tabii köylüleri de bu çalışmalarını takdir ederek kütüphaneye “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi” ismini vermişlerdir. Şimdi köylüleri de eminim dua ediyordur kendisi için. Böylesi değerli hemşerilerini yalnız bırakacak değiller ya.
ATA-TÜRK ÇİÇEĞİ;
ÜSTAD İSA KAYACAN'A
O BİR TÜRK BÜYÜĞÜ
Balkanlar’dan, Kafkasya’ya, Ortadoğu’ya kadar uzanan bir coğrafyada etkin çalışmalar yapmış; Türk Dünyası Genç İletişimciler Derneği’nin kurulmasına öncülük etmiştir. Azerbaycan ile ilgili 1.624, Irak’ta yaşayan Türkmenler için ise 805 adet makalesi bulunmaktadır. Azerbaycan’da yayınlanan makalelerinin derlenip toparlandığında 8 cilt olduğu söyleniyor. Azerbaycan yetkilileri ise “Sovyet sonrası ve bağımsızlık sonrası dönem dâhil, hiçbir yazar İsa Kayacan kadar, Azerbaycan ile ilgili yazı yazıp yayınlamamıştır. Bu rekorun sahibi de İsa Kayacan’dır” demektedirler. Böylesi çalışmalara imza atmış birine bir başka ülkede olsaydı şimdiye kadar “Fahri Konsolosluk” unvanı verilirdi. Ama bizim ülkemiz maalesef bunları göremeyen yöneticilere sahip. Umarım yöneticiler İsa Kayacan’a hasta yatağında böylesi paye verir de moral kaynağı olurlar ona. Çünkü bunu fazlasıyla hak eden bir insan o.
İyi ki varsınız İsa Hocam. Sizi tanımış olmak büyük bir onurdur benim için. Sizin gibi insan sevgisi ile yoğrulmuş, vefakâr, fedakâr ve mütevazı, dost canlısı, yürekli bir insanı bulmak zorlaştı artık günümüzde. Gerçi sizi tam olarak anlatabilecek kelime bulamıyorum. Nedense yetersiz kalıyor sözcük dağarcığım.
İYİ Kİ VARSIN!..
Ben inanıyorum ki siz o hasta yatağınızdan ve sizi rahatsız eden hastalıklardan silkinerek kalkacak, yaşama azminiz, güçlü iradenizle hayata sımsıkı sarılacak, inşallah şifa bulacak ve eskisinden ileri bir “yaşama sevinci” ile mevcut birikiminizi harmanlayarak çok daha değerli eserler vereceksiniz. Bugün size hak ettiğiniz değeri göstermeyenleri pişman edeceksiniz yeni eser ve üretimlerinizle. Sizin gibi bir hazineyi görmeyenlere yazıklar olsun…
İnanıyorum ki mücadeleyi asla bırakmayacak ve yeni üretimlere, güzel yarınlara yelken açacaksınız. Biz de umutla, heyecanla bekliyor olacağız sizi ve eserlerinizi.  
Allah uzun ve sağlıklı bir ömür versin değerli Hocam.
Arzu Kök

16 Eylül 2014 Salı

KADIN DESTANI;, İsmail KARA

KADIN DESTANI; İsmail KARA

KADIN DESTANI
İsmail KARA
Abartmasız 45 yıllık dostluğumuz olan bir şair ve yazarı anlatmak istiyorum.
Bir zamanlar O’na “Daktilo makinesi” demiştim.
Bilgisayar yaygınlaşınca, daktilo makinesinin yerini “Bilgisayar” ile değiştirdim.
O, âşık bir adam… 
Mecnun gibi filan değil… 
O’nun aşkı, “yazma aşkı”.
Şimdiye kadar basında 43 bin civarında yazısı/makalesi yer aldı. Bu bir rekordur.
Son iki yıldır hasta… 
Ama hastalığı bile yıldırmadı O’nu. 
Vaktinin büyük bir bölümünü bilgisayarının önünde geçirdi.
Yayınlanan 130 kitabı bile O’na göre az idi.
Kimden söz ettiğimi, pek çok arkadaşımız tahmin etmiştir.
Evet! İsa Kayacan’dan bahsediyorum. Prof.Dr. İsa Kayacan’dan…
O, başarılarıyla ve eserleriyle “Guinness Rekorlar Kitabı” na girmeyi haketmiştir.
Kayacan, hakkında şimdiye kadar çok sayıda yazı ve şiir yazıldı, yayınlandı. Fakat, biri var ki, en geniş kapsamlı olanı; “Destanlaşan Köylü İsa Kayacan” dır. Şair ve yazar dostum Mustafa Ceylan’ın eseri…
Yoksul bir köylü çocuğunun Burdur’dan Ankara’ya gelişi, azimle çalışması ve öte yandan tahsil hayatı, memuriyeti, basın danışmanlığı, yazarlığı vb. konular geniş bir şekilde ele alınmıştır. Okuyunca gıpta etmemek mümkün değil…
Fırından taze çıkmış ekmek gibi 131.kitabı geldi bana…
Kayacan’ın bu son eserinin adı; “Kadın Destanı” dır. Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Yayını. Yazar hemşerilerine sahip çıkmaları sebebiyle Odanın başkan yöneticilerini ayrıca kutluyor ve saygılarımı sunuyorum.
Eser, güzel bir kapak ve iyi bir baskıyla 200 sayfa…İlk yüz sayfası, kadınla ilgili. Sonra şiirlerinden seçmeler (bazıları Türkçe ve İngilizce), bestelenenler, notaları, kadınlar hakkında söylenen bazı özlü sözler, bazı yazılar, Kayacan’ın eserlerinin listesiyle sürüyor.
Kitaba başlarken “Kadının en büyük vazifesi analıktır” diyen M.Kemal Atatürk’ün bazı sözlerini bize hatırlatıyor. Önsöz ve sunuştan sonra olumlu görüş ve izlenimlerle anlatılanların ele alındığı birinci bölüm başlıyor.
“Kadın; Sevgilidir, eşdir, sultandır, kahramandır;
Kadın; Zorluklar karşısında, ayakta durandır” gibi övgü dolu sözlerle sürüyor ve  49.sayfada ikinci bölüme geçiliyor. 65.sayfada üçüncü bölümle devam ediyor.
Dördüncü bölümde “İsa Kayacan’ın sevgi dünyasından seçilen şiirlerle İngilizceye çevrilen ve bestelenen şiirleri yer alıyor. Altıncı bölümde kadınlar hakkında söylenmiş ünlülerden seçme özlü sözler var.
Kitaplıklarımızı değerlendirecek bir eser; Kadın Destanı… 
Okumanızı öneriyor ve İsa Kayacan dostumu bir kere daha kutluyorum.

29 Ağustos 2014 Cuma

KONUK YAZAR: "BURDUR HATIRASI", Ünal Şöhret Dirlik

KONUK YAZAR
BURDUR HATIRASI
                                                                                            Ünal Şöhret Dirlik
İspirli şair Nurettin Aktaş, FETAV’daki Cuma toplantısında; “Yarın seni Burdur’a götüreceğiz” dedi. Üçüncü arkadaşımız da on yıl kadar önce Fethiye’ye yerleşmiş bir İstanbullu arkadaş. Adı da; Salih Kuşkan. Hani Hanımın Çiftliği’nde başarılı bir oyun sergileyen “Orhan”’ın akrabası. Fikret Kuşkan’ın daha doğrusu.
Ertesi sabah Ölüdeniz Kavşağındaki petrol istasyonunda buluştuk. Arabayı Salih kullanıyordu. İstanbul’da uzun yıllar denizyollarında memur olarak çalışan ve şimdi bir durakta taksicilik yapan Nurettin’in izin günüymüş.  Ama daha kullanışlı olan Salih Kuşkan’ın arabasını uygun görmüşler. Ver Elini Burdur” dedik düştük yola.
Fethiye, Söğüt, Çavdır, Tefenni üzerinden gidiyoruz. Salih çok güzel araba kullanıyor. Hava sıcak olduğu için uygun bulduğumuz yerde çay molası vermeyi düşündük. Ama bizim ilk durağımız Seki Kavşağını geçtikten sonra Kınık köyü Zorban mevkiindeki soğuk suyun başında alıyoruz soluğu.
Çevresi sekiz yüz kırk cm. olan çınar ağacının dibinde kaynayan buz gibi sudan kana kana içiyoruz. Bu içme suyu Likyalıların ünlü Termessos Minör şehrinin su gereksinimini karşılayan derinlerden ve uzak tepelerden getirilen, adeta gizli bir su. Gelen geçene sorar Fethiyeliler:“Yaylaya gittin mi?” Zorban’dan su içtin mi=” diye. Eğer içmemişlerse ve yerini bilmiyorlarsa, yaylaya gitmemiş sayarlar adamı.
Tefenni ikinci durağımız. Bir bahçede çay molası verdik.” Hemen üç km. yukarıda “Ece köyü var, Ece köyünde de İsa Kayacan kitaplığı”..dedim. Zaman bulursak dönüşte., uğramayı planladık. Ama dönüşte; Burdur’dan geç çıkınca Ece köyünü unuttuk gitti.
Burdur yolu geçen yıllara göre hayli bakımlı. Ben Günaydın’a foto muhabirliği yaparken; Burdur’dan bir otobüs dolusu Fethiye-Burdur sevdalısı gelmişti. Otobüsün önünde bez bir pankartta: “Fethiye Burdur yolu asfaltlansın” yazıyordu. Sonraki yıllarda yol düzeltildi, genişletildi, asfaltlandı. Denize kısa yoldan ulaşım sağlandı.
Burdur komşu kapısı kadar yakın oldu. İn Suyu Etkinliklerine, İsa Kayacan’ın ellinci yıl kutlamasına gittim. Burdur’da dostlarımız oldu. İsa Kayacan’ı daha çok tanıma fırsatı buldum. Onun adına açılışı yapılan kitaplık için Tefenni’nin Ece köyüne; şair Cahit Yargıcı, Şair Birdal Can Tüfekçi, şair Recai Şahin ile birlikte gittik, güzel bir açılışa tanıklık ettik. Yedi bini aşan kitap sayısı, on bini geçmiştir sanırım.
Burdur’a girerken sol tarafımızda uzanan göl karşıladı bizi. Eğer kirlilik önlenebilirse Burdur Gölü bir ziynettir Burdur için.
Yol kenarındaki satıcıları görüyoruz. Bunlardan dönüşte bir şeyler alırız diye düşündük. Şehrin girişinden sonra bir kahvede çaylarımızı içerken Salih Kuşkan köftecileri ve ceviz ezmelerini anlattı. İn Suyu etkinliklerinden dönerken Fatma Uçarlar arkamızdan taksi ile Birdal Can’a ve bana birer paket ceviz ezmesi yetiştirmişti. Karar verildi iyi bir köfteciye ve ardından da Ceviz ezmesi yapan firmanın kapısına dayanacaktık. Öyle de yaptık.
Köfteciden çıkınca Salih Kuşkan’ın araştırmacılığıyla ceviz ezmesi imalatçılarına gittik. Çok iyi larşıladılar bizi. Birer parça örneklerden tattırdılar, siparişlerimizi verdik. Bu arada Türkiye’nin her yanına kargo ile ödemeli gönderdiklerini anlattılar.
Ezmeyi nasıl yaptıklarını da anlattırdık. Ezmecilerin mağazasından İsa Kayacan’ı aradım. Hani Burdur-Fethiye yolunun Göle bakan kesimine eli kalemli bir heykelinin dikilmesini istediğimiz, Burdur sevdalısı İsa Kayacan’ı. Burdur’dan selamlar gönderdik.
Sağlığı iyi imiş. Allah ömrünü uzun etsin.
Burdur’un pazarına iki gün var daha dediler. Gene de yolun göl kıyısındaki kısmındaki satıcılardan bir şeyler alırız diyerek yolu önümüze aldık, hedef Fethiye dedik.
Göl kıyısındaki satıcılardan ceviz aldık, üzüm aldık. Üzümlerin albenisi çok hoşuma gitti. Sarı ve siyah renklilerden yeteri kadar aldım. Arkadaşlar da hem ceviz, hem üzüm aldılar. Diğerlerini incelediler. Ben adama: “Bu üzümler hoşuma gitti. Denizden 500 m. Yüksekte bir yayla evim var, bahçesine diksem ne güzel olurdu” dedim. Adam üzümleri tartan eşine köklü iki üzüm fidanı getir” dedi.
Kadın tezgâhın arkasından iki torba aldı getirdi. Çok teşekkür ettim. Cevizlerimizi, üzümlerimizi, ceviz ezmelerimizi bagaja yerleştirdik. Dönüş başladı. Tefenni de çay, Zorban’da çelik gibi su içtik. Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi akşam karanlığı çökmeden evlerimizdeydik.
Ertesi gün Üzümlü’ye gittik çocuklarla. Burdur’dan aldığım torbalardaki köklü bağları da götürdüm. O gün ilk işim  evin ön kısmına bağları dikmek oldu. Geçen yıl iki metre kadar uzadılar. Bu yıl üzerlerinde birer salkım belirdi. Merakla renklenmesini bekledim. Nihayet renkleri belli oldu, ikisi de beyaz üzüm çıktı.
“Mutlaka yanıldı bizim satıcılarımız. Öyle olmasa neden ikisini de ayni renkten versinler” diye düşünüyorum. Kargı’daki Yörük Müzesi sahibi Enver Yalçın: “Burdur Pazarına gidelim sonbaharda” diyor. Benim üzümcüyü bulabilir miyim bilmem?
Burdur’a, Burdur’daki tanıdıklara, Birdal Can Tüfekçi’nin Fethiye’den evlenmiş kayın biraderine, şimdi Isparta’da görevli Fatma Uçarlar’a ve Ankara’da Burdur sevdası çeken İsa Kayacan’a Fethiye’den selamlar.

19 Haziran 2014 Perşembe

KİTAPLARIMI TİTİZLİKLE BASAN MİTHAT MAKAL YOK ARTIK, Ünal Şöhret Dirlik

KONUK YAZAR:
KİTAPLARIMI TİTİZLİKLE BASAN
MİTHAT MAKAL YOK ARTIK
                                                                                    Ünal Şöhret Dirlik
Yıl 1996…Kitap yayınlamak için bir kenara beş-on kuruş kıstırabildim.Sen Şimdi güneyde I-II ve Fethiye Bilmeceleri’ni mazırladım.İş matbaaya kaldı. Bir gün Tahir Kutsi Makal aradı. “Nasılsın? Ne yapıyorsun?”dan sonra söz benim kitaplara sıra geldi. “Konya’da güzel baskı yapan bir matbaa varmış, bir arkadaş önerdi. Oraya gideceğim” dedim. Tahir Kutsi bir telefon numarası veriyorum, yaz dedi ve”0 258 2614840”ı yazdırdı. Nu benim matbaacı kardeşim Mithat’tır.Ben İzmir’e doğru gidiyorum, anlaşırsınız.” Diye de ekledi.
Telefonlaştık, Mithat’la sözleştik. Bir gün Kızılbelli öğretmen Yılmaz Özkan’la ver elini Den,zli” dedik. Bayramyeri’nde İzmirlioğlu İşhanı’nda Matbaası ve Ofisi vardı Oturup konuştuk. Sen Şimdi Güneyde II’nin basımının içine Fethiye Bilmecelerini de dahil etti ve güzel bir fiat söyledi.Tokalaştık. Yürmi gün sonra benim kitaplarım kago ile geldi.Pırıl pırıl baskılı, itinayla ciltlenmiş ve içinde dört  tane de özel cilt yapılmış kitabım vardı, kitaplığımın bir köşesinde saklar dururum.
1997’de “Fethiye’de Halk İnanışları” ki Folklor Kurumundan 2000 yılında ödül almama neden olmuştu. 1998’de Fethiye’li Gülüyor araştırmamı, daha sonra İncirköy İncirköy’ı ve diğerlerini hep Mithat bastı. Fethiye’de Söylenen maniler kalınca bir kitap oldu, ederi 2500 liraydı. Ben teslim etmeye gittiğimde 100 liracık bir para vermiştim. Yine pırıl pırıl baskılı kitap geldi. hiç param yoktu. Fetav’daki görevli arkadaşlarım hatırlarlar süper lotodan 2800TL. para çıkmaz mı? Hemen Mithat’a postaladım. Hani ne derler “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” diye.
            Fethiye belediye başkanı Behçet Saatcı’ya götürdüm, çok beğendi. Bazı kitaplarımıın basımını belediyenin üstlenmesini sağladı. Mithat daha  çok kitaplarımı yayınladı En son ortak hazırladığımız “Anılarda Tahir Kutsi Makal” kitabı ve benim “Sanatta 60. Yıl Dost Şiirleri” kitabımı yayınladı, 16 Haziran 2012 günü Oğuz Ofset’in bahçesinde Denizlili dostlarla ve Tahir Kutsi’nin kardeşleriyle güzel bir günde tanıtımını yaptık. Mithat dimdik ayakta idi.
5/6 Elim 2013 günleri Acıpayam’ın Oğuz köyünde Tahir Kutsi için okunan Mevlüt’e katıldık. Sonra belediye tarafından yeniden düzenlenmekte olan Tahir Kuysi Makal Parkını gezdik. Akşam da Tahir Kutsi Makal’ı şiirleriyle, kitaplarıyla, fıkralarıyla anlatarak güzel bir geceye imza attık.
Ertesi gün Keloğlan mağarasına ve Kelekçi’deki Başpınar’a götürdüler bizi. Bu yıl yine yapacaktık. Ama Mithat  Makal 15 Haziran günü(Ağabeyinin öldüğü tarih)  hakka yürüdü. Oysa hazırlanmış kitapları vardı, neler neler yapacaktık.
“Ömür vadeye güymedi” derler bizim İncirköylüler, tıpkı öyle aldattı gitti bizi  Mithat. Geride hayırlı ve çalışkan iki matbaacı evlat ve güzel bir isim bıraktı. Niz dostlarını da öksüz koydu da gitti.
Allah’tan rahmet ve kederli ailesine, kardeşlerine baş sağlığı diliyorum.

İSA KAYACANIN EŞİNE YAZILAN AĞIT
Yine bu bölümde Mustafa Ceylan’ın kaleminden:
            İsa Kayacan’ın eşine ağıt
            “Aşkım ve heyecanım; en mübârek işimdin,
Ocağımı tüttüren sımsıcak ateşimdin,
Hayatımdın, eşimdin, her mevsim güneşimdin…
Şimdi karanlıktayım, çekilmiyor bu hayat,
Öksüz, yetim kalmışım, neredesin Sabahat?

Aklım gitti başımdan, döndüm çılgın deliye,
Bu zalim kara yazı bize yazılmış, niye?
Bekle ben de gelirim, belki gelen seneye…
Zaten kuşlar kanatsız, yaralanmıştır kırat,
Haydi tut ellerimden, neredesin Sabahat?
                                                                        Mustafa CEYLAN (Antalya-2002)

17 Haziran 2014 Salı

GAZETECİ MİTHAT MAKAL’DA GİTTİ; Abdülkadir GÜLER

KONUK YAZAR:
GAZETECİ MİTHAT MAKAL’DA GİTTİ
                                          Abdülkadir GÜLER
            Bugün babalar Günü idi. Ünal Şöhret Dirlik’i aradım, telefonla ulaşamadım. Bilgisayarımdan onun yazılarının yer aldığı Milliyet Blog’a baktım. 15 Haziran ‘da Tahir Kutsi Makal’ın vefatının 15.yılı münasebetiyle onunla ilgili bir anma yazısını yazmış ve Tahir Kutsi’nin “ ünlü şiiri “  BABANIZ YİNE ÂŞIK ÇOCUKLAR” şiirini eklemişti. Milliyet Blog’un Yorum bölümüne Ünal Şöhret Dirlik’e yomumda özetle şunları yazmıştım: Vefatının 15.Yılında Dr. Kutsi Makal’ı rahmetle anıyor mekanı cennet olsun” dedikten sonra,  kardeşi Denizli’den Gazeteci Mithat Makal’ da birkaç aydan beri hastadır, Mithat Makal’a geçmiş olsun ve Allah’tan acil şifalar diliyorum “ diye yorumu noktalamıştım. 
Allah’ın şu garip işine bir bakın ki yarım saat sonra Denizli’den hemşerisi arkadaşım Metin Akdeniz’den bir telefon aldım. Metin Akdeniz boğuk sesiyle şöyle diyordu: “ Kadir Bey, Mithat Makal’ı kaybettik “ diyordu… Hey hathat!!! Heyhat!!!  Bugün de çok sevdiği kardeşi Dr. Tahir Kutsİ MAKAL’ın vefatının 15.Yılı idi.  O’da 15 yıl önce uçup ( bugün) gitmişti aramızdan, aynı günde kavuştular, aynı toprakta kucaklaştılar. Geçen yıl 05.10. 2013’te Denizli’de / Acıpayam’da Tahir Kutsi  -MAKAL’ı birlikte topluca anmıştık… Nerden neye geldik, dünyanın ne kıymeti. Cahit Sıtkı Tarancı’nın dediği gibi:

“N’ylersin ölüm herkesin başında
Uyudun, uyunamadın olacak
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında”

Yahu değer mi mal, mülk, para, pul, şan, şöhret ve makam peşinde koşmanın, onu bunu rencide etmeye, kötülemenin ne anlamı var mı var? Aha geldik ve gidiyoruz… Bu ani gidişler bizlere bir yerde ders olmalı diye düşünüyorum….
Geçmiş yazılarımın birinde Mithat MAKAL için şunları yazmıştım: Mithat Makal’da Türk folkloruna hizmet eden bu yoldan geliyor. O da yıllardır araştırmalar ve incelemeler yapıyor. Geçen Kasım ayında ( 2013 ) bir nezaket ziyaretti münasebetiyle bizim Söke’ye gelmişlerdi. Söke Şairler ve Yazarlar Derneğini ziyaret ederken ( 30 11. 2013) çantasından çıkardığı yeni kitaplarından cümlemize birer adet imzalı olarak armağan etti. Daha Yeni Söke ve Söke Ekspres Gazetelerini ve sahiplerini ( Hasan Hüseyin Yavaşoğlu ve Yılmaz Kalaycı’yı birlikte ziyaret etmişlerdi ).Bu son ziyaretleri oldu. Bizzat evimize davet etmek istedim aynen şöyle demişti: Kadir Bey bir daha eşimle birlikte Söke’ye gelir ve söz olarak veriyorum evinize geleceğiz “ demişti. Maalesef kısmet olmadı. Ancak birlikte içtiğimiz çaylar ve sohbetler anılarda kaldı…
            Bu kitaplarından Kamyon Tahir Kutsi Makal’ın romanı, ayrıca kendisine ait  “ Denizlinin Manileri ve Deyimleri” , Denizlinin Atasözleri ve Deyimleri” diye. Bunları Denizli Belediyesi kültür yayınları arasında çıkmıştır. Denizli Belediyesinin bunca yoğun işleri arasında sanat ve kültürümüze değer vermek ve sahip çıkmak takdire değerdir. Bu kitabın giriş bölümünde :” Değerli Ağabeyim, Araştırmacı Yazar, Şair ve Romancı Dr. Kahir Kutsi MAKAL’ın anısına…” diyerek bir vefalık göstermişlerdir.Sırası gelmişken sevgili kadim dostumuz Dr.T. Kutsi  MAKAL’da rahmetle ve saygıyla analım diyorum.  Mithat Makal, Denizli / Acıpayamlıdır. Gazeteci, folklorcu Dr. Tahir Kutsi Makal’ın kardeşidir. Gazeteci yazar daha önce “ Nasırlı Eller ve Yalvarış “ adını şiirler kitabıyla tanımıştık. Hani bir söz vardır: “Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan” diye.  Tahit Kutsi Makal’ın da kardeşi olunca folklorla ilgilenmez mi? İşte Mithat Makal’da bu yoldan geliyor
            Denizli manilerini araştırırken Denizli’de Ramazan Manileri, Denizli’de Gelin Getirme Manileri, Denizli’nin deyişler, Acıpayam Manileri, Akköy Manileri, Babadağı Manileri, Bekili Manileri, Beyağaç Manileri, Bozkurt Manileri, Çameli Manileri, Çardak, Güney, Honaz, Kale,Çardak Manileri, Bozkurt Manileri, Çivril, Güney,,Serinhisar Manileri, Tavas Manileri ve son deyiş gibi  sözlü folklorik motiflerle   süslü kitabını zenginleştirmişlerdir.
Bunlarla ilgili örnekleri geçmiş yazılarımda detaylı olarak yazmış ve ilgili gazeteleri Mithat Makal’a göndermiştim. Çok çok memnun olmuşlardı. Teşekkürlerini söylerken “ Kadir Bey, fazla konuşamıyorum, kusuruma bakmayınız, çünkü doktorlara gidip geliyorum, bayağı rahatsızım “diyordu. Bu son konuşmamız oldu. Mithat MAKAL, gazeteci, yazar ve şairdi. Aynı zamanda YAZ-AR-- BİR ( Egeli Araştırmacılar ve Yazarlar  Derneği ) genel başkanı idi…  
            Geçenlerde birkaç kez daha aradımsa da onunla görüşmek mümkün olmadı. Ancak Oğlu Arif Makal’la ancak görüşebildim, Arif Makal,  Hocam babam rahatsızdır, akciğer kanseri vardır “diyordu… Birkaç kez daha aradım.Görüşmek kısmet olmadı.. Bugün vefat haberini aldım. Allah gani gani rahmet eğelesin. Sevgili MAKAL Ailesine ve tüm sevenlerine baş sağlığı diliyorum. O’da bizim gideceğimiz yere daha erken gitti (15 Haziran 2014 ). Mekânı cennet olsun…

21 Mayıs 2014 Çarşamba

KONUK YAZAR: Lütfü KILIÇ, VEFA'NIN SEMBOLÜ İSA KAYACAN

KONUK YAZAR:
VEFANIN SEMBOLÜ İSA KAYACAN
                                                                                              Lütfü KILIÇ
Severek ve ibret alarak okuduğum bir kitap vesilesiyle gönül hanenize sefer etmeye niyetlendim. Niyetim halis; inşallâh seyr-i seferim de kazasız, belâsız olur. Okuduğum kitap“MEZARLIKLAR KÜLTÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER.”Kitabın yazarı Prof. Dr. İsa Kayacan. Sayın İsa Kayacan’ı yıllar evvel Antalya’da tanımıştım. Halim-selim, ağırbaşlı, mütevazı, kısacası aklınıza gelebilecek güzel meziyetleri şahsında bütünleştiren numune bir insandı tanıdığım. Daha sonra takip edebildiğim aylık, üç aylık, mevsimlik dergilerde ve bazı gazetelerde sık karşılaştığım bir isimdi İsa Kayacan. Böylece kendisinin velut bir yazar olduğunu da öğrenmiş oldum.
            “Ey seher kuşu âşkı pervaneden öğren;
O yanmışın canı gitti, sesi çıkmadı.” Sâdî
            “Sen avurdun öttürürsün âşık ey bülbül odur,
Yanar od içre girür pervâne feryâd eylemez.”
Balıkesirli Zâtî, Sâdî ve Zâtî’nin beyitlerinde dile getirdikleri gibi Kayacan; pervane gibi hep yandı, kavruldu. O ateşin hararetiyle bereketli düşüncelerini sergiledi. Milli kültürümüzü yansıtan bir ayna olmak için ömür tüketti. Ama kutsal yolculuğunda seher kuşu gibi feryâd edip, şikâyette bulunmadı.
“Güle gûş ettirmez, boş yere bülbül inler;
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur, kim dinler.”  Karamanlı Kâmî
Şair diyor ki; bülbül beyhude feryat, figan ediyor, beyhude inliyor; güle feryadını duyuramaz. Zamanımız öyle bir zaman oldu ki; sevgi ve vefa kitabını okuyan yok, dinleyen yok! Muhabbet, hürmet, sadakat, vefa hususunda belki Kâmî’nin zamanından daha kötü bir zamanda yaşıyoruz. Şükrediyoruz ki, vefalı insanlar, az da olsa, var. Henüz soyu tükenmedi.
Bu vefalı insanlardan birisi de hiç şüphesiz ki, İsa Kayacan. Zaten “MEZARLIKLAR KÜL-TÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER” de bir vefanın neticesidir. Kitap muhterem Kayacan’ın 124. kitabı olup, kitap 464 sayfadır. Kitabın künyesini vermeyeceğim. Arzu edenler: P.K. 15 (06542) A. Ayrancı-Ankara veya Gsm: 0532 454 6719 vasıtasıyla elde edip, inceleyebilirler.
Değerli İsa Kayacan kitabın kapağına sevgili ve rahmetli eşinin mezar kitabesini ve hemen yanı başına “İsa Kayacan” yazılı mermeri koymuş. Bunun anlamı şu: “Dünyada beraberdik, kabir ve ukbada da birlikte olacağız.”  İşte İsa Kayacan bu. Eşi ve sevdiklerine karşı ölümüne vefalı, menendine az rastlanır insanlardandır.
Kayacan, hemen kapağın arkasında kitap hakkında: “Bu kitap; ne bir din kitabı ne de dinî bilgiler kitabıdır. Bu kitap bazı araştırmaların bir araya getirildiği, mezarlık kültürümüzün dünü ve bugününden örneklerin aktarıldığı sayfalar bütünüdür.” der. İçindekiler, önsöz ve sunuşun dışında altı bölümden oluşan kitabın yine hemen kapağının arkasına İmam Azam Ebu Hanîfe’nin: “Cahillerle yaptığım, bütün tartışmaları kaybettim.” sözünü koyma ihtiyacını duyar. Önsözün sağ üst köşesine: “Her canlı gibi her insan da bir gün ölümle dünyasını mutlaka değiştirecektir. Önemli ve esas olan; hizmetleri, özellikleri ve güzellikleriyle ölümün bile hafızasından silemediği insanlar arasında yer alabilmektir.” uyarısında bulunur.
Sayın Kayacan, önsözünde: “Ziyaretlerim ve vefatlar sonucu burukluk ve üzüntüler içinde girdiğim mezarlıklara karşı hep içten ve teslimiyet duyguları yaşadım. Çok sevdiğim annem, babam, ağabeylerim ve öteki yakınlarım… Aramızdan ayrıldılar. 12 Şubat 2002 tarihi ise, dünyamın yıkıldığı, her şeyimin alt-üst olduğu, nefes alıp-verişimin durduğu, 39 yıllık hayat arkadaşım, eşim Sabahat’ın bir kalp krizi sonucu 45 dakika içinde vefat edip, gittiği, zamanın durduğu gün gelince yaşamamın gereksizliği ile yüz yüze geldim, acı gerçekle karşı karşıya kaldım. O günden sonra eşimin mezarı ikinci adresim oldu. Uzun süre her cumartesi eşimin mezarı başına gidip, onunla dertleştim. Bazen konuşmalarımız saatlerce sürdü. O günlerde eşimin mezarı etrafındaki mezar taşlarındaki anlamlı, özlü söz ve şiirler… değişik duygularla dikkatimi çektiler, beni etkileri altına aldılar. Hemen oracıkta mezar taşlarıyla ilgili bir araştırmaya girip, “yayın haline getirmeliyim” kararını verdim.” diyor. Kararının ardından dostlarına ve belediyelere mektuplar yazarak ve diğer girişimleriyle çalışmasına katkıda bulunmalarını istiyor.
Sunuş yazısında: “…Gidip-gelinmeye başlandı mı, son durağımız mezarlıkların görüntüleri bizleri daha çok duygulandırmaya, meşgul etmeye, düşündürmeye başlar. Mezar taşları ilk bakışta sessiz, sakin ve soğuk görünseler de göz atıldığında, inceden inceye düşünüldüğünde, incelendiğinde koskoca bir tarihin sunucuları olarak karşımıza çıkarlar. Mezar taşları bir bakıma geçmişin tanıkları, yaşayıcıları ve duygu nakledicileridirler. Mezar taşları ve kitabeler halk kültürümüzün ve tarihimizin en değerli eserleri arasında yer alırlar. Bu mezar taşlarının üzerindeki yazılarla, geçmişimizle ilgili tarih, sanat ve kültür yönünden birer belge niteliği taşıdıklarını, kaynak teşkil eden özellikleri olduğunu biliyoruz.” diyor.
Değişik milletlerde farklı biçimde gelişen mezarlık kültürünü Türklerde; İslâmiyet’ten önce ve İslâmiyet’i kabulümüzden sonraki gelişimini değerlendiren İsa Kayacan; Osmanlı’daki mezarlık kültürünü değerlendirmiş, mezar taşlarının kadın veya erkek yani cinsiyete göre şekillendiğini belirleyerek erkeklerde Hacı, Ağa, Bey, Molla, Beşe, Efendi, Çelebi, Zade, Usta unvanları kullandığını belirtmiştir. Mezar taşlarının gerçek birer sanat eseri oldukları ve zamanının ustalığını göz önüne serdiğini belirtir. Mezar taşlarının kemer ve köprülerde kullanılan Horasan harcı ile yapıştırıldığı vurgulanır. Mezar taşlarındaki başlıklardan sarık durumuna göre kabirde yatanın kariyerinin belirlendiği ve bilhassa kadın mezarlarında hat sanatının inceliğinin sergilendiği vurgulanır. Ünlü kişilerin mezarları birer kümbet içine (türbe) alınmıştır. Mezarlıklar parselli ve kümbet içine alınmışsa buna “Asri mezarlık” denildiği belirtilmiştir. Mezar taşlarına yazı yazma geleneğini anonim halk edebiyatı içine almak gerektiğini vurgular. Mezarlıkların ve mezar taşlarının birer tarihi belge ve tarihe ışık tutan kaynak olduğu, onu etrafında çevrelenen milletin damgasını taşıdığını ifade eder. Kitabelerdeki Türkçe, Arapça, Farsça olarak kaydedilmeleri de yine belli dönemleri aksettirmektedir.
“Mezar taşına yazı yazma âdetiyle ilgili elimizdeki en eski deliller, Köktürk karakteriyle yazılmış Yenisey abidelerindedir.” “İki dünya arasındaki kapı” diye düşünülen mezar ve onunla ilgili her şey insanların daima ilgisini çekmiştir. Uluslararası antlaşmalarda; “mezarlara, mezarlıklara, anıtlara giriş serbestliği teminatı” getirildiğini dillendirir kıymetli Kayacan.
Kayacan, altı bölümden oluşturduğu “MEZARLIKLAR KÜLTÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER” kitabının ilk bölümünde sunuştaki bilgilerin bir bölümünü tekrarlarken Yunus Emre, Mevlana, Necip Fazıl Kısakürek, Yahya Kemal Beyatlı v.b. şairlerden ölümle ilgili dörtlüklere de yer vermiştir. Ayrıca Allah’ın emirleri, ölüleri hayırla yâd etme, ölüm ve din, doğum ve ölüm anlatımları, inançlardan, ebediyet gerçeği, ölümün güzel yüzü ve genel ilmihâl bilgilerine değinmiştir. İkinci bölümünde ise “Ebediyet Kapısından İçeri Girerken” başlığı altında; ölüm öncesi ve sonrası görevlerimiz, hastaları ziyaret, ebediyetin kapısında, ölüm, ya hayat, ya hayat ve ölüm, ölüm anı, ölüm haberi, ölü için ağlamak, yıkama ve kefenlemek, cenaze namazı, cenazenin kabre taşınması, defin, başsağlığı dilemek-taziye, ölü için yapılan ibadetler, kabrin yapımı, kabir ziyareti, kabir ziyaretinin âdabı alt başlıkları altında okuyucularını aydınlatmaktadır. Ayrıca kabir ziyaretinde okunacak dûa ve sürelerden Fatiha suresi, Bakara suresinin ilk beş ve son iki ayeti, Yasin suresi, Mülk suresi, İhlâs suresi, Felâk suresi, Nas suresi ve meallerine yer verilmiştir. Mezar ve insan başlığı altında şehitler şehitlerimiz, şehid, ayet ve hadislerde şehitlik, İstanbul’daki tarihi şehitlikler sıralanmış, şehitlerimiz konulu şiirlerden örnekler, bazı şehitlerimizin isimleri, vefat, acı kayıp, başsağlığı, teşekkür, mevlid, anma, duyuru ilânları ve ilgili örneklerle ikinci bölüm tamamlanmıştır.
Üçüncü bölüm; “Hepimizin uğradığı, uğrayacağı, son duraklardaki, mezarlıklarımız-dan”  genel başlığı altındaki anonimleşenler bölümünde “Mezarlıklarımızın girişinde veya mezar taşlarının pek çoğunda yazılı, anonimleşmiş değişik sözlerle karşılaşırız. Bunlar dilden dile, ağızdan ağza dolaşmakta olanlardır. Bu anonimleşmişlerden bazıları: “Bizler buradayız, sizler de geleceksiniz.”, “Biz de gezerdik sizin gibi, siz de gelirsiniz bizim gibi.”, “Ölüm dediğin nedir, dalda bir kuru yaprak. Bin sene de yaşasan, son durak kara toprak.” şeklindedir.
Mezarlıklarımız ve mezarlıklarımızdaki isim ve kimlikler bölümünde mezarlık görevlileri, imam ve belediyelerin sorumlulukları, mezar taşlarındaki kitabeler, mezar taşlarında yazılış yanlışlıklarını örnekler vererek açıklamıştır. Ankara Karşıyaka mezarlığındaki yeni adresimiz bahsinde Sabahat Kayacan D. 05.05.1938 Ö. 12.02.2002 L-25 P-679-C Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nın 1 nolu kapısından giriyorsunuz. 3. Caddenin 108. Sokak başıyla kesiştiği noktanın üstü. Benim kendi mezarım da eşimin mezarının bitişiğinde hazır. Aynı adreste L-25, P-679-B. Mezar taşıma şunlar yazılacak: “Gazeteci-İsa Kayacan D: 20.09.1943 Ö:..”
Kitabeye çocuklarımın ağzıyla aşağıdaki dörtlüğün yazılacağı vasiyetinde bulunuyor.
“Kalbimizde, birer alevsiniz, sönmüyorsunuz,
Yıllar geçiyor, yine dönmüyorsunuz,
Ağlayıp durduğumuzu bilmiyorsunuz,
Kalbimizde birer alevsiniz, sönmüyorsunuz…” 

Yine bu bölümde Mustafa Ceylan’ın kaleminden:
“Aşkım ve heyecanım; en mübârek işimdin,
Ocağımı tüttüren sımsıcak ateşimdin,
Hayatımdın, eşimdin, her mevsim güneşimdin…
Şimdi karanlıktayım, çekilmiyor bu hayat,
Öksüz, yetim kalmışım, neredesin Sabahat?

Aklım gitti başımdan, döndüm çılgın deliye,
Bu zalim kara yazı bize yazılmış, niye?
Bekle ben de gelirim, belki gelen seneye…
Zaten kuşlar kanatsız, yaralanmıştır kırat,
Haydi tut ellerimden, neredesin Sabahat?
            Mustafa CEYLAN (Antalya-2002)”  2 bendini verdiğimiz ve 44 bentten oluşan “İsa Kayacan’ın ağıdı: Nerdesin Sabahat?” yer alıyor. Onu hemen Mansur Ekmekçi’nin:
“………………………………
Yol uzar, su akar gider taşkına,
Kıblegâhım sendin, döndüm şaşkına,
Ruhunu gölgenle sal, Hû aşkına;
Cehennem içinde, sanki nârdayım.
……………………………………………………” 3. kıtasını yazdığım 4 kıtalık “Gittin Gideli” şiiri yer alıyor. Bu bölüm çeşitli illerimiz ve Yemen’den, Şili’den, Azerbaycan’dan ilginç mezar taşı örnek kitabeleriyle, hadisler ve ibretli sözlerle devam ediyor. Bölümün sonuna Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı’nın “Ben sensiz ölürüm” içli makalesi, Kerimova Pervane Namıkgızı’nın Sabahat Hanım’a yazdığı “Sen Yaşıyorsun” şiiri, Doç. Dr. Mehbube Abdulhamit kızı-Kurbanova’nın “Azerbaycan’dan Mektup” ve Fethiye’den Recai Şahin’in şiirine ve “Ünal Şöhret Dirlik’in Cevabı” makalesine yer vererek bölümü tamamlamış.
Dördüncü bölüme; araştırmacı ve yazarların kaleminden başlığı altında İslâm Yaşar, M. Kemal Yılmaz, Mustafa Okumuş ve Orhan Şentürk’ün makalelerini sıralamış, sonra Türk Halk Yaşayışında Şiir (II) bölümünde “Dağlar başıma felek, Gözüm yaşına felek, Akıbet kuş kondurdun, Mezar taşıma felek” ve benzeri örneklerden sonra Hayrettin İvgin, Dr. İrfan Akay, M. Muammer Bağcı, Abdülkadir Güler, Şükrü Tekin Kaptan, Ahmet Altan, Doç. Dr. Tamilla Abbassanlı-Aliyeva, Ahmet Tufan Şentürk, Ertuğrul Özkök, Ünal Şöhret Dirlik’in ilgili yazıları ve tespit ettikleri kitabelere (Mezar taşı yazılarına) yer verilmiş. Gülbahar Ünlü’nün ilgili mani ve ilençleri ve “Mahşer yerinde ruhlarla dans” makalesi benzer örnekler ardından şair ve ozanların dili ve kalemiyle soyadı sırasına göre şiir örnekleri 267. sayfadan 366. sayfaya kadar mezarlık, ölüm ve maneviyatla, nasihatle ilgili şiirlere yer verilmiş.
Menderes, Zorlu ve Türkeş’in son sözleri, âşıkların kalemiyle ölüm, basında yer alan haberlerden kesitler ve İsa Kayacan’ın başarıları, Hz. Muhammed’in ölümünden önceki vasiyeti neydi? Atatürk’ün annesinin ölümüyle ilgili gördüğü rüya ile bölüm tamamlanıyor.
Beşinci bölüm; maniler (Genelleme). Bu bölümde maniler hakkında genel bilgiler verilmiş. Mani; şekil ve türlerine göre sınıflanmış. Anonim ramazan manileri örnekleri, söyleyeni belli manilere örnekler verilmiş. Devamında mezar taşlarının şekilleri ve anlamlarına yer verilmiş. Ulema ve paşa mezar taşları büyük sarık, tarikat ehli kişiye aitse uzun külâh üzerine sarık, Köy ağası ince sarık, yeniçeri ağaları üstü geniş altı dar kavukla şekillenmiş mezar taşları ile belirlenmiştir. “Bezemeli mezar taşları” başlıklı İsa Kayacan’ın makalesini yine Kayacan’ın “Helâlleşme çeşitlemesi” makalesi bu bölümde takip ediyor. Onu da yine Kayacan’ın “Yıllara meydan okuyan camilerimiz” tespitleri takip ediyor. Vefat eden dostlarının (Dr. Şükrü Tekin Kaptan, İsmail Sadık, Hüseyin Yurdabak, Hüseyin Balım, Ali Abdülkerimoğlu) ardından yazdığı makaleleri yerleştirmiş. Murat Duman’ın: “Dünyadan ayrılışımın mezardaki rüyası” makalesi ve “Mezarda” şiirini takiben “Hizmetleriyle isimleri “ilginç”leşen vakıflarımız sıralanmış. Bu 61 adet vakfın kısa tanıtımından sonra Mustafa Nevruz Sınacı’nın “Mezarlık Kültürü” makalesi ile bölüm sona eriyor.
            Altıncı ve son bölüm: “MEZARLIK KÜLTÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER” kitabına katkıda bulunmaları amacı ile kişi ve kuruluşlara yazdığı mektuplara (taleplere) kişilerden gelen mektuplar ve kuruluşlardan gelen resmi yazılarla başlıyor. Katkıda bulunanlar, kaynaklar, Gazeteci-Yazar Prof. Dr. İsa Kayacan’dan değişik kuruluşlara 21 bin 260 kitap bağışı, Heykelinin Burdur Tefenni ilçesi Ece Köyü yetkililerine teklif edilmesi, Azerbaycan yazılarım Bakü’de kitaplaştırıldı. İsa Kayacan hakkında söylenenler, İsa Kayacan’ın özgeçmişi, İsa Kayacan hakkında yazılan şiirler ve İsa Kayacan’ın yayınlanmış ve yayına hazır eserlerinin listesi ile kitap tamamlanmış. Temmuz-2008 itibarı ile:
Yayınlanmış eser sayısı: 124,  Yayına hazır eser sayısı: 10
Mezar taşları kitabelerinden örnekler:
Düşünmezsin sen ölmeyi,                      Konularım komşularım,
Terk etmezsin hiç gülmeyi,                   Torunlarım, yavrularım,
Yakası yok ak gömleği                         İşte benim son baharım,
Giymemeğe çare mi var?                      Gelmez yola gidiyorum.

Sabahtır ezana bak,                             Ölüm dediğin nedir;
Kabrimi kazana bak,                           Dalda bir kuru yaprak,
Azrail’in suçu ne,                                 Bin sene de yaşasan,
Defteri yazana bak.                              Son durak kara toprak.           
            Muhterem İsa Kayacan Ağabey’in: “Bu kitap; ne bir din kitabı ne de din bilgiler kitabıdır.” demesi mütevazı kişiliğinin hassasiyetidir. Kitap; hayat, ölüm, ölümden ibret alma ve ölünün arkasında yapılması gerekenler inancımız ve kültürümüz çerçevesi içerisinde titiz araştırma, özverili çalışma neticesinde meydana getirilmiştir. Ciddiyetiyle müsemma ciddi bir eser ortaya koymuştur. Kendisine sağlıklı bir ömür niyaz ederken muhabbet ve hürmetlerimi arz ederim.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

KONUK YAZARLAR; Ünal Şöhret DİRLİK & Melâhat ECEVİT

KONUK YAZAR:    
AKSU’NUN KAMPANASI
                                                                                                      Ünal Şöhret DİRLİK
Aksu'da önce idare binası, sonradan kantin olarak kullanılan binanın üzerinde bulunduğu tepeciğin 15 metre daha yukarısında, tepeye yakın yerde müzik binamız vardı. Tek katlı olan bu bina yalnız müzik derslerimiz için yapılmıştı. Diğer dersliklere hayli uzaktı. Yapılırken öyle düşünülmüş herhalde müzik aletlerinin ve koronun seslerinden derslikler etkilenmezdi.
Binaya tırmanarak çıkılırdı. Odanın biri müzik aletlerine ayrılmıştı. Binanın sorumlusu müzikte başarılı olmuş bir ağabey olurdu çoğu kez. Zirvede kamyon altından yapılmış bir kampana vardı. Bir jant uygun şekilde yapılmış ve üst tarafı eğik bir demir boruya asılmış vaziyette durur, bir başka demir parçası ile vurularak ses çıkarılırdı. Bu kampananın sesi yatakhanelerden, revirden, spor sahalarından,  öğretmen evlerinden, Aksu nahiyesinin her yerinden rahatça duyulurdu. Kampana tepesinden okul kurağının pek çok yeri görünürdü. Yemekhanenin arka kapısı, bağ, hamam, Aksu’nun içinden geçip harabelere uzanan yol, yeni yapılan öğretmen evleri, yatakhaneler, öğretmen evleri,  revire uzanan iki tarafı ağaçlıklı taş döşeli yol ve üçüncü bina dediğimiz son yatakhaneler.
Öbür tarafta da Antalya-Alanya yolu.. Sabah erken çalan kampana sesine çok kızardık, sıkıcı bir dersin sonunda da kampana çok iyi çalınmış bir müzik gibi gelirdi. Kampana yemek saatini haber verdiğinde, yat saatinde de sevinçle karşılanırdı.
Kampanayı çalmaya bir pazar günü koşarak çıktığımı biliyorum. Son sınıfların staj köyü değiştirme haftasında beşinci sınıflardan okul başkanı olarak seçildiğim haftaydı. Yemek saati yakındı, nöbetçi öğretmen İzzet Beydi. İzzet Bey “nöbetçilerden birini gönder de kampanayı çalsın” dedi. Ben hiç kampana çalmadığımı düşünerek hemen koştum ve o bir kilodan fazla demir parçası ile kampanaya bütün gücümle belki on defa vurdum. “Dan dan dan dan” ben yokuştan inerken sınıflardan çıkan arkadaşlar yemekhaneye koşuyorlardı.
Müzik derslerinde her öğrenciye bir mandolin veren sevgili öğretmenimiz Muzaffer Uz, kampananın önüne, arkasına, yan taraflarına aralıklı olarak oturtur. Tremola yaptırırdı. Müziğe ve saza yatkın olanların mandolin sevdası orada başlardı. Tremolalar çocuk şarkılarına, türkülere uzanır giderdi. Yalnız öğretmenin kullandığı bir piyanoda vardı orada, Nihal hanım; öğretmen olarak geldiğinde şarkıları piyano çalarak öğretirdi.
Bir gün rahmetli halk türküleri sanatçısı Sadettin Şahin(*) elinde bir fotoğraf makinesi ile kantin binasının üstünde fotoğraf çekiyordu. Ben elimde mandolinle kampananın oradaydım. İşaret ettim, geldi,  bir fotoğrafımı çekti.Yukarıdaki fotoğraf o günün anısıdır. Fethiye’nin Söğütlü köyünden olan Sadettin Şahin çok güzel saz çalardı, çoğu türküleri bilirdi. Bir gün duyduk ki Sadettin okuldan kaçıp İzmir’e gitmiş.
Sonradan bazı radyolarda programlar yaptığını, Anadolu turnelerine çıktığını duyduk. Bir defasında Fethiye’de beş dakikalığına konuştuk, ben köye döndüm. O, o akşam konser verecekti, yanında türkücü eşi de vardı. Daha sonraları da ölmüş dediler. Onun zayıf vücudu geceler boyu programlara dayanamadı sanırım. Ablası bizim komşumuzdu. Geçen yıl bize geldi. Sadettin’in eşiyle ve oğluyla bir fotoğrafını verdi. Aksu’dan böyle acı anılar da var, neylersin. Sadettin’in oğlu Almanya’da imiş, turizmle uğraşıyormuş. Bu yazıyı yazdığım günlerde İncirköylü bir arkadaş “Zatinur yenge öldü” dedi. İnanamadım, Allah rahmet eylesin.
Aksu’nun kampanası bir çalsa şimdi, yediden yetmişe toplansak… Bağları bellesek, spor sahalarını düzeltsek, portakal bahçesinde uç kurusu ayıklasak, kütüphaneyi, okuma odasını, işlikleri doldursak ne olur değil mi? Aksu’nun kampanası kalk borusu gibi bir çalsa öğretmenlerimiz çıkıp, çıkıp gelseler, sarmaş dolaş olsak. Ellerini öpsek, yemekhanenin önünde sıralansak bir halay çeksek, bir uçtan bir uca, harmandalı oynasak. Haydi toplanın  Aksulular haydi bayramımız var!

KONUK ŞAİR:
ANACIM
                                                                                  Melahat ECEVİT
            Yazdıklarımızın yayınlanmak üzere gazete ve dergi sayfalarına aktarılması için gösterdiğimiz gayretler. Yazı ve şiirlerimizin yayımında emeği geçenler. Teşekkür etmemiz gereken pek çok gazete ve dergi çalışanı.
            Önemli ve anlamlı günler için duygularımızın kalemlerimizden mısralara dökülüşleri. Anne sevgi ve duygularımız, hasretlerimiz, özlemlerimiz, beklentilerimiz içerisinde yer alıp gerilerde kalanlar,dönüşü,tekrarı mümkün olmayanlar.Bu çerçeveden bakarak 20 Nisan 2014 tarihinde yazılan,ortaya konulan Anne sevgi ve özlemlerimin dile getirildiği şiirimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

            ANACIM

            Şikâyet etmeden ömrünü verdin,
            Gözyaşını bile bile sakladın benden.
            ‘Üzülme evladım ben varım’ derdin,
            Güç, kuvvet alırdım anacım senden.

            Ördüğün ceketi yaz, kış giyerdim,
            Yaptığın yemeği severek yerdim,
            Elin dert görmesin çok yaşa derdim,
            Maharet öğrendim anacım senden.

            Dara düştüğümde büyük umuttun,
            Gün geldi sımsıkı elimden tuttun,
            Benim dertlerimden kendin unuttun,
            Dualar bekledim anacım senden.

            Birlikte içerken sabah çayını,
            Beklerdin sevdiğin bahar ayını,
            Henüz çekmeden şu felek yayını,
            Çok şeyler öğrendim anacım senden.

            Geldi çattı o gün oldu olanlar,
            Hiç inanmadılar koşup gelenler,
            Rahmet dilediler seni bilenler,
            Helallik diledim anacım senden.

            Ummadık bir anda hazanın soldu,
            Ömür defterinde miadın doldu,
            Bu nasıl acıymış içim kan oldu,
            Ayrılmak zor geldi anacım senden.

            Resmin duvarda asılı duruyor,
            Gün yirmi dört saat öpesim geliyor,
            Öyle özledim ki göresim geliyor,
            Hiç haber gelmedi anacım senden.    


KONUK YAZAR-ŞAİR:
Bir gönül rehberi İsa Kayacan
                                                                          Melahat ECEVİT
Prof. Dr. İsa Kayacan, kendi açısıyla Burdur ve Burdurluyu en iyi şekilde anlatır. Burdur’u yaşayan bir Burdurlu olarak, kendi gözü ve kalemiyle sayfalara aktarmaktadır. Bir kültür elçisi olan Prof. Dr. İsa Kayacan onlarca rekorun sahibi olup, çalışmalarıyla insani değerleri öne çıkarmış, mümtaz simalardan biridir,
           Türk yazı ve edebiyatında en çok yazı yazan bir üstat olarak, Türkiye’nin tüm Anadolu gazetelerinde, bıkmadan, usanmadan çalışmalarına devam etmektedir. Araştırmalarıyla gelecek nesillere bir tarih olacağından hiç şüphemiz yoktur. Mütevazı, saygınlığı derin tecrübe sahibi oluşuyla topluma malolmuş, duayenlerden biridir. Bitmez-tükenmez yazılarıyla, şiirleriyle Anadolu Basınında ayrı bir yeri vardır.Prof. Dr. İsa Kayacan, sevgiyle, saygıyla yazdığı değerli yazılarıyla bir gönül rehberidir.

            Prof. Dr. İSA KAYACAN’a

           Bu kadar düşünüp durma Burdur’u,
           Biraz da başkaları düşünsün!
           Üzme bu kadar kendini,
           Burdur yerinde durup duru.

           Ne zaman Burdur denilse,
           İçin titrer, üşürsün.
           Burdur’un yükünü,
           Omzunda taşırsın.
           İstersen, sor,soruştur Burdur’u,
           Gözün arkanda kalmasın,
           Burdur yerinde durup duru.

           Burdur yüreğinde duman duman,
           Demedin,yandım el aman!,
           Hasret çektin bunca zaman,
            Gel de gör Burdur’u!,
           Burdur yerinde durup duru..

           Not: İsa Kayacan’a yazılan 294.şiir,Isparta,05 Mayıs 2014)
          
            İçinde yaşadığı toplumda erdemli insan olmak için, evrenselleşmiş insanı dil, din, ırk, soy gibi olgularıyla değerlendirmeyen kişilerden biri olan sayın İsa Kayacan, insanları seven ve hoşgörüyle bakanlardan biridir. Önyargılarının, egolarının, zaaflarının, izlerini yok edebilen bir kişiliğe sahiptir.
            Erdemli, pozitif düşünce ve iletişim bilincine sahip olan İsa Kayacan, insan olmak için dünyaya gelenlerden biri değildir. İnsan olmanın, uyum içinde olmanın bilincinde olan uyumlarında doğruluğun farkına varanlardandır. Uygun bir şekilde yaşamanın önemini fark eden kişi olarak toplumda sevilen,sayılan biridir.
            Topluma engin çalışmalarıyla katkıda bulunan İsa Kayacan, sevginin insan olmadaki önemini çoğu yazılarında belirtmiştir. İnsanlara geniş açıdan bakan… Fikir üreten, kendini bulan, seçim yapabilenlerdendir. Düşünce ölçüsünü bilen, topluma ve çevresine vermiş olduğu değerli hizmetlerinden dolayı gönülden tebrik eder,saygılarımı sunarım.

            İSA KAYACAN

            Yol arkadaşı olmuş,
            İyilik, güzellik, doğruluk,
            Erdemli yaşama,
            Yelken açmış mutluluk,
            Farkında olmak,
            Ruhundaki olgunluk.

            İsa Kayacan,
            Mütevazi, saygın,
            İnsan olmanın,
            Usulüne uygun bir soluk,
            Düşünce ölçüsü,
            Doğaya sorumluluk.

            Not: İsa Kayacan’a yazılan 295.şiir(Isparta,16 Nisan 2014)