24 Kasım 2012 Cumartesi

İSA KAYACAN'DAN 130. KİTAP


BURDUR'UN SAZ VE SÖZ USTALARI-2

KAYACAN’DAN ÖNEMLİ BİR ESER DAHA, 130. KİTAP:


BURDUR’UN SAZ VE SÖZ USTALARI-2

Prof. Dr. İsa Kayacan’ı, yaklaşık yarım yüzyıldır; başta Anadolu basınıyla uğraşanların çoğu yakından tanımaktadır. Sanıyorum ki, Anadolu’da yazı ya da şiirinin yayınlanmadığı gazete ve dergi yoktur. Bu bakımdan kişisel olarak tanımayanlar olabilir ama O’nu en azından bir isim olarak bilirler.
Kayacan, geçmişte uzun yıllarını “Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü” nde geçirmiş ve onbir bakanın da basın danışmanlığını yapmış deneyimli bir gazetecidir. Şairdir, yazardır, araştırmacı yazardır. Benim de kırk yıllık arkadaşımdır. Bu sürede onunla arkadaşlığımızın bozulduğu görülmemiştir. Kısacası hani “Adam gibi adam” deriz ya, bence öyledir. Sözün bu kısmını fazla uzattım. Bilinen şeyleri yinelemenin anlamı olmaz.
Şimdi, fırından yeni çıkmış taze ekmek gibi elime aldığım ve “Araştırmacı yazar” kimliği ile hazırladığı en son eserinden söz etmek istiyorum. “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adıyla yayınlanan eser, tam 792 sayfa… Çok güzel bir estetiği var. Sayfa ve bölüm düzenleri harika… Kapak üstünde “Gölhisar Yarenler Gecesi”nden bir resim konulmuş. En üstte “T.C. Burdur Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü” yazıyor. Yazının solundaki armada “T.C. Burdur Valiliği”, sağında ise “T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı” yazılı… Ben dostum Kayacan’ı öncelikle kutluyorum amma böyle güzel bir eseri hazırlamakta katkısı olanları da yürekten kutluyorum. 
Burdur Valiliğini nasıl kutlayacağımı ise bilemiyorum. Kendi yörelerinden çıkan bir sanatçıya (hem de onun sağlığında) ve eserine sahip çıkmalarını ne kadar övsek az gelir. Yetkililere buradan saygılarımı gönderiyorum.
Bu gün evinde kendisiyle görüştüğümde, hastalığını unutmuş gibi bir hava vardı. Yeni bir çocuğu doğmuş babayı andırıyordu yüzündeki gülümseyiş… Elbette bu durum olağan bir şey… Sanatçıların her yeni eseri, dünyaya yeni gelmiş çocuklarından farklı değildir.
Eseri inceleyince dedim ki kendi kendime; “Ya Burdur, ne kadar çok sanatçı yetiştirmiş, yöre ve Anadolu kültürüne ne kadar çok katkı sağlamış”. Kayacan, bu eserinde yalnız saz ve söz ustalarıyla kalmamış; Burdur’un hemen hemen tüm kültürel ve yöresel özelliklerini, gözlerimizin önüne sermiş.
Üstelik, kitabın arka kapağından anlaşılıyor ki, yazarın 2005 yılında yayınladığı “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-1” adlı eserde adı geçen saz ve söz ustaları bu eserde yer almamış.
 Kitabın 2.sayfasındaki şu ibare de dikkatimi çekti; “İsa Kayacan’ın 130 uncu kitabı olan bu eser, Kayacan’ın 70.yaşı anısına yayımlanmıştır”. 130 kitap yayınlamak, dile kolay… Nerdeyse yaşamının her yılına iki kitap düşüyor. Bu bakımdan da kendisini kutluyorum. Çünkü, başlı başına bir rekor örneğidir.
Ben daha fazla söylemiyorum. Kayacan’ın bu eserini inceleyenler, umarım ki yukarıdaki sözlerime katılacaklardır.
O’nun yeni gayretlerini ve yeni eserlerini bekliyor, kendisini tekrar kutluyor, savaştığı rahatsızlığı için de acil şifalar diliyorum. 
KAROZAN, İsmail KARA - 24 Kasım 2012       

31 Ekim 2012 Çarşamba

Aydın KARASÜLEYMANOĞLU


KONUK YAZAR

ANADOLU BASINI ve
PROF. DR. İSA KAYACAN

Aydın KARASÜLEYMANOĞLU

Baş döndürücü hızla baskı yapan webler, yazı ve fotoğraf aktaran uydu sistemleri, sürekli gelişen baskı teknolojisi, Anadolu basınının önemini azaltamadı. Anadolu’da bin bir güçlükle yayımlanan gazeteler, yörelerinde ulusal basın organlarından daha etkindirler. Büyük gazetelerdeki yoğun haber akışı, yöresel sorunların çok yönlü ele alınmasına olanak vermemektedir. Oysa yörenin gözü, kulağı, sesi olan Anadolu gazeteleri,  kendi hizmet alanında her türlü sorunu dile getirip yetkililere yol göstermektedirler. Saman alevi gibi de olsa kendi yörelerine ışık saçan Anadolu gazetelerinin işlevi hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktır.
Liseyi bitirdiğim yıllarda, kasadan tek tek hurufat alınarak dizilen ve elle sallamalı makinelerde basılan gazetelerde çalıştım. Artvin, Erzurum ve yedek subaylığımı yaparken de Gaziantep gazetelerinde çok yazılar yazdım. Elime geçen her Anadolu gazetesini ilgiyle okudum. Bazı arkadaşlar yöresellikten kurtulamadın deseler de, Artvin gazeteleriyle ilişkimi hiç kesmedim. Yöresel sorunlara ilişkin yazılarımı bu gazetelerde sürekli yayımladım.
Sözü Anadolu basınıyla düzeyli ve sıcak ilişkiler içinde olan Prof.Dr.İsa Kayacan’a getirmek istiyorum. Yöresel gazeteleri önemseyen, yazılarıyla onlara destek olmaya çalışan bir kültür adamı o. Prof.Dr.İsa Kayacan adeta Anadolu basınıyla özdeşleşmiş. Kayacan denince Anadolu basını, Anadolu basını denince Kayacan usumuza geliyor. O, karşılık gözetmeyen bir basın emekçisi. Çok değişik gazetelerde binlerce yazı yayınlamış, yazılarında adı geçenlere postalamış biri. Bizim çalışmalarımızla ilgili yazılarından biliyoruz bunu. Çalışma masamızda bazen yazı ve dosyaları kaybettiğimiz oluyor. Oysa Kayacan, bunca gazeteleri izliyor, yazılar yolluyor, ilgililere gününde ulaştırıyor. Düzenli ve ilkeli çalışması da takdire değer ayrı bir özelliği.
Daha önce yazdığım bir yazıda da vurguladığım gibi Prof. Dr. İsa Kayacan ile dostluğumuz 50 yılını doldurdu. Anadolu’dan öğrenim için Ankara’ya gelen edebiyata meraklı gençler olarak kader bizi buluşturmuştu. Yazılar, şiirler yazıyorduk. Ankara’daki kültürel etkinliklere katılıyorduk. Kayacan, çok genç yaşta “Ece” dergisini çıkarmaya başladı. Bugünlere uzanan yola o yıllarda girilmişti. Ardından onlarca kitap, binlerce yazı yayınladı Kayacan. Doğduğu ve adını edebiyat dünyasına taşıdığı kentin caddelerine adı verildi. Onun Guinnes rekorlar kitabına girmesi için bazı örgütlerce çalışmalar sürdürülüyor. O kültürü sanatı uğraş edinmiş. Yeni kitaplarıyla edebiyat dünyasına merhaba diyenleri tanıtmayı, gençleri özendirmeyi yaşam biçimi haline getirmiş. Bu konuda, çevresine özverili desteklerde bulunan bir yazın eri o.
Prof. Dr. İsa Kayacan, bu niteliklerinin yanında dostluğu, sevecenliği, güvenirliği de var. O sessiz sedasız kozasını örerken örnek alınacak bir kimlik olarak da karşımıza çıkıyor. Dostları onu bu kimlikle seviyor. 

2 Temmuz 2012 Pazartesi

18 HAZİRAN - 02 TEMMUZ 2012

Ankara’dan ‘Anayurt’ Gazetesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Gazetelerimizin sayfalarındaki gezintilerimizle gördüklerimiz, genel bir  değerlendirmeyle, gazetelerimiz hakkında vermeye çalıştığımız bilgilerimiz. Merkezi Ankara’da bulunan ulusal bir gazetemiz, Anayurt.
            Günlük olarak 16 büyük sayfayla yayınlanıyor. Masamızda, 7 bin 133, 34, 35 ve 7 bin 136. sayıları bulunan Anayurt Gazetesinin kimliğine bakıyoruz. Gördüklerimiz:
            İmtiyaz Sahibi: Peyman Alan, Genel Yayın Yönetmeni: Naci Alan, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Saniye Doğukan, Haber Müdürü: A. Cevat Uğraş, Satış Müdürü: Hakan Bingül, Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü: Murat Kocakök, Kültür ve Sanat Danışmanı: Prof. Dr. İsa Kayacan, Editör: Mihriban Başlı, Özgür Güvenç, Aykut Örenli, Feride Serveroğlu, Görsel Yönetmenler: Sibel Aktaş, Halil Aldemir, Hasan Uygun, Seher Kaya, Dağıtım Sorumluları: Nihat Ünal, Erdoğan Akgün, İstanbul Temsilcisi: Attila Güvenç, Mersin-Adana Temsilcisi: Fuat Yıldırım. Tlf: 0312 425 23 71.
            Sayfalarının ayrı ayrı düzenlemeler ve haber konularına göre bir şekillendirmeyle, okurlarının karşısına çıkarılan Anayurt Gazetesinde, makale yazarlarının sayısı bir hayli fazla. Masamda bulunan 4 ayrı sayıda imzaları bulunan makale yazarlarının sıralanışını şöyle bir tablo üzerinde görmekteyiz:
            Orhan Selen, Muhsin Akıl, M.Yahya Efe, Hamdi Yılmaz, Mustafa Nevruz Sınacı, Ali Coşkun, Ahmet Yalvaç, İsa Kayacan, Murat Polat, Güran Tatlıoğlu, M.Arif Demirer, Feyzullah Aydaş, Mustafa Balkız, Günseli Rumelioğlu, Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, Oktay Taş, Cemal Çalışkan, Hüseyin Hakkı Kahveci, Kasım Alper Özdemir, Nusret Kebapçı, Yrd. Doç. Dr. Latif Onur Uğur, Osman Baş, Yaşar Can. Şimdi bu makale yazarlarının bazılarının makalelerinden bir kaçar cümle nakletmek istiyorum efendim:
1-                 Aydınlanma çağını ıskalamış bir toplum olarak, ışığa daha çok yaklaşmaya çalışmamız gerekirken, sokaklarda serüven arıyoruz (Orhan Selen)
2-                 Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkan olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor (Hamdi Yılmaz)
3-                 Türkiye’nin bundan 50 yıl öncesi ahlaki yapısı ile bugünkü ahlaki yapısı arasındaki korkunç farkın bütün çıplaklığıyla ortaya çıkartılması gerek (Muhsin Akıl)
4-                 “Milli Görüş” ve “Adil Düzen” diye yola çıktılar. 10 yıllık medar-ı iktidarları sonunda geldikleri noktaya bakın (Mustafa Nevruz Sınacı)
5-                 1922 yılı Kasım ayında Ankara’ya gelen Said Nursi, milletvekillerinin düzenli olarak beş vakit namaz kıldıklarını görüyor kızıyor ve bir matbaada Beyanname bastırıp Meclis’te dağıttırıyor. (M.Arif Demirer)
6-                 Bu iş, bölücü örgütün uluslar arası destek aldığını silah ve stratejik destek aldığının açık bir göstergesi (Oktay Taş)
7-                 İletişimde kişinin konuşma biçimi, seçtiği sözcükleri, ses tonu, beden duruşu, jest ve minikler önemlidir (Osman Baş).
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Kendin pahasına olduktan sonra, tüm dünyayı kazansan eline ne geçer? (Sokrates)
2. Başarısızlığınız ile soylu bir şekilde yüzleşin, başarıdan farkı kalmayacaktır (Emerson)
3. Mutluluk maddi sevinçlerden ibaret olsaydı, çayıra koşan öküzleri mutlu saymak gerekirdi (Heracletius)
4. Size öyle bir vatan aldım ki; ebediyen sizin olacaktır (Alp Arslan)
***
Gazeteci Dursun Erkılıç’dan: Seyirbaz
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Gazeteciler arasında, şair-yazar olanların sayısı fazla değildir. Dursun Erkılıç yıllardır tanıdığım, değişik gazetelerdeki başarılı çalışmaları ve meslekteki ustalığı gibi özellikleriyle takdir edilen alkışlanan bir isim ve imzadır.
            Yıllardır gözlediğim bir gerçek Dursun Erkılıç’la ilgili: O, pek çok haberinin içine, şiirsel anlatımlar da yerleştirir. Haberler şiirli bir güzellikle daha bir anlaşılır, daha bir ‘haber tadında’ çıkar okurlarının karşısına.
            120 sayfalık, ince uzun boylu, yakışıklı bir görünümlü Dursun Erkılıç’ın, “Seyirbaz” adlı kitabı şiir ve denemelerden oluşuyor. Beşinci sayfada başlayan “Aşk” başlıklı şiirli yazı, aşkın geçmişinden günümüze önemli mesajlar getiriyor.
            Dursun Erkılıç “Aşk” başlıklı yazsının girişinde bir dörtlükle çıkıyor okurlarının karşısına. Bu dörtlük şöyle:
Aşkın gözü kör ya, mil mi çekilmiş,
Bilinmez hallerin kara bahtıdır.
Aşk aslında gönül gönül ekilmiş,
Menekşe, sümbüllü nara bahtıdır.
            Bundan sonra birkaç cümlede çalkalanması var Dursun Erkılıç’ın. Bu yazı bu deneme şiirli anlatım, şiirli deneme olarak kabul edilebilir. Aşk’la ilgili anlatım girişi Dursun Erkılıç’ın:
            -“Aşk; sadece Ademoğlunu çalkalayan bir ruh-beden sarsıntısı değil; tüm hayvanat ve nebatı da tarumar eden yakıcı, yıkıcı bir zelzeledir. Karşı cinsin yüreğe diktiği bir huzur anıtıdır aşk”.. Devam ediliyor anlatım olarak.
            Dursun Erkılıç’ın “Seyirbaz” adlı kitabında yer alanlar, başlı başına bir şiirli sergileme, başlı başına bir anlatımlı-denemeli ifade ediş, sayfalara aktarış. Bir anlamda “çeşitleme” yapılmış, yazılar arasında her iki türdeki duygular serpiştirilmiş. Kitabın sayfalarındaki gezintiniz uzadıkça, gördüğünüz gerçekler arasında; Dursun Erkılıç’ın gazeteciliği, haberciliği, kalem bütünlüğü, duygularının şiirsel bölümündeki incelik, hassasiyet gibi özelliklerle birleşiyor, ortaya çok güzel bir anlatım, duygu nakletme biçimi çıkıyor. Bu genel değerlendirmeyle anlıyor ve görüyoruz ki, Dursun Erkılıç farklı bir kalem, farklı duyguların harman olduğu dünyanın sahibi.
            Aynı zamanda TV Programlarının yapımcı ve sunucusu Dursun Erkılıç’ın anlatım zenginliği içindeki duyguları arasında kaybolmamak mümkün değil. Sayfa 74’de başlayan “Anne” başlıklı yazının duygu bütünlüğünün içine yerleştirilen dörtlüklerden biri şöyle karşımıza çıkmakta:
Anne, en şair günümde öldün,
Senin için şiir yazamıyorum.
Mezar yapmış adam, kelimelerle,
Ben seni anlatamıyorum.
            Dursun Erkılıç: 1958 yılında Yozgat’ta doğdu. 1974 yılından beri gazetecilik yapan Erkılıç, öykü, deneme ve şiirleriyle dikkat çekti. Belde Gazetesinin Haber Müdürlüğü yanında, Konya TV’nin Ankara temsilcisi olarak çalışmalarını sürdürüyor.
            ***
Ankara’dan ‘Sonsöz’ Gazetesi
Prof. Dr.İSA KAYACAN
            Gazetelerimizle ilgili değerlendirmelerimiz, bu gazetelerimizin sayfalarındaki gezintilerimizle gördüklerimizin ortaya koyduğu genel tablo üzerindekilerle ilgili sütunumuza aldıklarımız.
            Ankara’da 16 büyük sayfayla günlük yayınlanan ve 13 bin 453, 54, 55, 56, 57 ve 13 bin 458 nci sayıları masamda bulunan ‘Sonsöz’ Gazetesinin kimliğine bakıyorum, gördüklerimiz:
            İmtiyaz Sahibi: Abdi Pehlivan, Yazı İşleri Müdürü: Cafer Külahlıoğlu, İstihbarat Şefi: Ahmet Aydın Köksal, Spor Sorumlusu: Ali Yalçın Ercan, Görsel Yönetmen: Çavuş Işık, İstanbul Temsilcisi: İbrahim Demirci, İzmir Temsilcisi: Ataman Sarıgedik, Karadeniz Temsilcisi: Kemalettin Tangal, Sivas Koyulhisar Temsilcisi: Engin Oruç, Alanya Temsilcisi: Celal Ertuvan. Tlf: 0312 - 312 12 82.
            Sonsöz Gazetesinin makale yazarları: Mazhar Eylem Şimşek ve İlker Çakan Ahmet Aydın Köksal, Prof. Dr. Mustafa Altıntaş, Mustafa Nevruz Sınacı olarak görülüyor. Bu bisim ve imzalardan bazı cümleler:
1-                 Anadolu’da ilk siyasi birlik, Hititler zamanında kurulmuştur. Bolu Bizans yönetimindeyken şiddetli bir deprem sonucu tamamen yıkılmıştır (İlker Çakan),
2-                 Demokrasi kültürünün ve adaletin yerleşik olduğu bir rejimde hukuk, suçlayanın suçu ispat etmesi temeline dayanır (Mazhar Eylem Şimşek)
3-                 Bir avuç Anadolu insanının bir araya gelerek yapmış olduğu bu hizmet insanlığın halâ ölmediğinin bir göstergesidir (10.Türkçe Olimpiyatları, Ahmet Aydın Köksal)
4-                 Uğurunda bunca harcama yapılan, olmaz zillete katlanılan, bel bükmelere, boyun kırmalara neden olan Rektörlüğün getirisi nedir? (Prof. Dr. Mustafa Altıntaş)
5-                 İnsanlarımızın üçte birinin tükettiği rakı, şarap, votka, konyak gibi içkiler.. Mezkür usul, esas ve bazı kriterler bir utanç, zulüm ve yüzkarası değil de nedir? (Mustafa Nevruz Sınacı).
            Bazı haber başlıkları: OSTİM örnek büyüme gösterdi/ Çöpten çıkan Atatürk posterlerini baş tacı yaptılar/ Ulubat Gölü 2070’te çöl olacak/ Ortadoğu’daki barış ölüm döşeğinde/ Burdur’da tam teşekküllü deprem konteyneri oluşturuldu/ Kuvayi milleye ruhu 93 yaşında.
            - Türkçe her zaman barışın dili olmuştur/ Niksar’da tarihi hükümet konağı turizme kazandırıldı/ Ulucanlar Cezaevi Müzesi 1 yaşında/ Kapadokya’da turizmciler 2012 turizm sezonunda umduğunu bulamadı.
            ***
Nihat Taydaş’dan: İki masal kitabı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Nihat Taydaş, bir eğitimci, yazar-araştırmacı. Yayınlanmış kitapları var. Bu kitaplardan son ikisi: Bir Varmış İki Çokmuş ve Bana bir masal anlat, adlarıyla karşımıza çıktı.
            Merkezi Ankara’da bulunan Payda Yayıncılık, yayınları arasında günyüzü gören kitaplar sırasıyla:
            BİR VARMIŞ İKİ ÇOKMUŞ
            32 sayfalık bu kitap, Tembeloğlan, Nine ile tilki, Ülkenin sahipleri, Barış’ın büyülü bilyesi ve Güldal ile Serdal, adlı masallardan oluşuyor. Nihat Taydaş hocanın 2004 yılında yazdığı bir yazı, sunuş haline getirilmiş. Buranın bir yerinde:
            “Halk masalları, toplumun bütün gerçeklerine yönelik değillerdir.. Bu masallar, daha çok toplumsal yapının öğelerinde sıkıntı, gerilim, kaygı verici değişim ve umut kırıklığı olduğu durumlarda görülür” denilerek, önemli bir tespit ve tahlil yapılıyor.
            Her masalın genel anlatımı, görüntüsünün ortaya koyduğu bir çizim gerçekleştirilerek kitap içindeki anlatımlar zenginleştirilmiş. İlk masal Tembeloğlan, bir şiir anlatımıyla başlıyor. Evvel zamanda yoksullar handa, yoksuloğlan yaşarmış. Tembeloğlan, adı üstünde, tembelin tembeli, bir erkek çocuğuymuş, şeklinde masal anlatımı başlıyor. 
            BANA BİR MASAL ANLAT
            Nihat Taydaş hocanın ikinci masal kitabı. Daha doğrusu son yayınlanan iki kitabından ikincisi. Bu kitap da merkezi Ankara’da bulunan Payda yayıncılık yayınları arasında 32 sayfayla günyüzü görmüş.
            Nihat Taydaş biyografisinden sonra, sunuş, Yiğit savaşçı, Avcı çocuk, Memleketin birindeki “Apaydın”, Billur köşk adlı masallarla şekillenmiş, yayınlanmış kitap. Bu kitabın sunuşunda da Nihat Taydaş “Masalı yalnızca ‘boş söz dizileri’ olarak tanımlamak doğru değildir” diye bir kesinlik getiriyor.
            Sayfa 16’da başlayan “Memleketin birindeki-Apaydın” da bir şiir anlatımıyla başlıyor. Şöyle: “Handadır handa, bir kara manda/Üç yüz yaşındaydım evvel zamanda”..
            Nihat Taydaş: Öykücü, araştırmacı, yazar. Haziran 1958’de Kars ilinin, Sarıkamış ilçesi, Hamamlı köyünde doğdu. Ankara Eğitim enstitüsü ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünden mezun oldu. Değişik eğitim kuruluşlarında öğretmen olarak çalıştı.
            Farklıu Dergi ve gazetelerde, yazı ve öyküleri yayınlanan Nihat Taydaş, inceleme-araştırma, masal, derleme alanlarında pek çok kitap yayınladı. Yazıp yayınlama çalışmalarını sürdürüyor.
            ***
Ankara’dan ‘24 Saat’ Gazetesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Gazetelerimizin sayfa ve sütunlarında başlattığımız gezintimiz sürüyor. Bugün gündemimizdeki gazetemiz, merkezi Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyetinin yayın organı, günlük 16 büyük sayfayla yayınlanan ‘24 Saat’ Gazetesi.
            24 Saat Gazetesinin 9 bin 954, 55, 56, 57, 58 ve 9 bin 960 ncı sayıları masamızda. Bu sayıların sayfa ve sütunlarında gezinti yapacağız. 24 Saat Gazetesinin önce kimliğine bakalım:
Gazeteciler Cemiyeti adına sahibi: Nazmi Bilgin, Yönetim Kurulu olarak isimleri yer alanlar: Ayhan Aydemir, Mehpare Çelik, Bahadır Selim Dilek, Hande Fırat, Ümit Gürtuna, Kemal Karacehennem, Savaş Kıratlı, Ali Oruç, Mithat Sirmen, Güray Soysal, Ali Şimşek, Ateş Tümer, Ertürk Yöndem.
24 Saat Gazetesinin Yazı İşleri Müdürü: Ali Bavuk. Usta Gazeteci İ.Zeki Aparı’nın Gazetenin çalışanları arasında yer aldığını kaydedelim. Tlf:0312-427 15 22
Gazetede önceki aylarda değişik romanları tefrika edilen, yayınlanan Sevinç Doğancan Güven’in elimizde bulunan gazete sayılarında gördüğümüz “Çocuklar Unutmaz” adlı romanı yayınlanıyor.
            Bu satırların yazarı İsa Kayacan’ın “Ankara Mektubu” köşe başlığıyla 2 nci sayfadaki makaleleri yayınlanmaya devam ediyor.
Sevinç Doğancan Güven’in romanının yayınlanan 19 ncu günündeki bölümden birkaç cümle:
- Ekmek fiyatları serbest bırakılıyor, neden?. Banker Kastelli İsviçre’ye kaçıyor. İstifa eden Kaya Erdem’in yerine Adnan Başer Kafaoğlu getirilince, Başkan Yardımcısı Turgut Özal istifa ediyor.
12 Eylül ‘den sonra kurulan kabinede hareketlilik günleri anlatılıyor, hatırlatılıyor burada efendim.
            İsa Kayacan’ın Ankara Mektubu Köşelerinden birinde, Fethiye’den gelen “Gözde Yaşam” Dergisinden söz ediliyor. Bir yerinde: “Ünal Şöhret Dirlik hocanın düzenlediği kültür sanat sayfalarında, Ünal hocanın dört ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Gittin gideli’ adlı şiiriyle, bu şiire nazire olarak Mustafa Kaşıkçı hocanın kaleme aldığı sekiz dörtlükten meydana gelen bir şiiri var” deniliyor.
            24 Saat Gazetesinin elimizdeki sayılarında yer alan haberlerden bazı başlıklar vererek devam edelim ve noktamızı koyalım:
- Evlenme de, boşanma da arttı/ İkinci el konut artışında lider Antalya/ Motorlu taşıt satışı arttı/ Ulucanlar Cezaevi Müzesi 1 yaşında,
- Sıcaklarda en yararlı içecek ayran/ Kadir Abi’den Volkan Abi’ye sitem/ İtalya’da şikeye ilk cezalar verildi,
- ÇAYKUR’da birinci sürgün yaş çay alımları tamamlandı/ Hamilelikte fıtığa dikkat fazla 1 kilo, eklemlere 4 kilo vd.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Sevdiğini elde edemezsen, elde ettiğini sevmeye çalış (Corneille)
2. Her kötülük zayıf karakterden doğar (Seneca)
3. Kim Kuvvetini güvenerek zayıfları ezerse, onun kendi kuvveti başına bela olur (Beydeba)
4. Rütbe, mevki geçicidir, kalıcı olan şeref ve huzurdur (Cevdet Sunay)
***
İÖO Öğrencisi Burak Can Akdoğan’dan 
bir ‘yangın’ öyküsü
           Prof. Dr. İSA KAYACAN
            İlköğretim okullarımızda okuyan miniklerimiz, öğrencilerimiz arasında, kalemlerinin keskinliği, anlatımlarının akıcılığıyla ilgili olarak, ilk sıralarda yer alanların sayısı fazladır.
            Burak Can Akdoğan (benim arkadaşım), Ankara 19 Mayıs İlköğretim Okulunun 5. sınıfında 5-C kaydıyla öğretim görüyor. 2012’den sonra, 6. sınıfta okuyacak, başarılı öğretimini sürdürecek.
            Burak Can Akdoğan, bir gazeteci annenin, Feride Akdoğan’ın oğlu…
Belde Gazetesinin başarılı editörlerinden Feride Hanım. Burak Can Akdoğan arkadaşımın “Yangın” başlıklı üç sayfalık bir anlatımı, kompozisyon denemesi var. Minik elleriyle yazılmış, anlatım sayfalara dökülmüş. Buradan bu sayfalardan bazı cümleler nakledeceğim aşağıda. Bakalım Burak Can Akdoğan yangın hakkında neler söylüyor:
1-                 Güneşli bir yaz sabahında, Ömer sokağa çıkıp biraz oyun oynamak istedi. Annesinden izin alıp, dışarı çıktı. Arkadaşlarıyla eğlenceli vakit geçirmek onun en sevdiği şeydi. Gidip Ahmet’i çağırdı. Ahmet’le aynı yaştaydı. (Ömer ve Ahmet, değişik noktalardan geçiyorlar, birlikte bir yere gidiyorlar)
2-                 Bir köpek sesi diye bağırdı Ömer. İkisi de var gücüyle kaçtılar ama Ahmet dikkatsizlikle yaktığı kibriti yere düşürdü. Yerden bir kıvılcım çıkıp duvara sıçradı. Bu sırada Ömer ve Ahmet hızla evlerinin yolunu tutmuşlardı.Konak yanmaya başlamıştı. Otlar, çiçekler hepsi yanıyordu. İtfaiyenin sesi duyuldu. İtfaiye son hızıyla konağa yaklaşıyordu.
3-                 Tüm mahalleli sokağa dökülmüş, olacakları izliyorlardı. Tam o sırada içeriden bir köpek sesi duyuldu. Köpek sesini duyunca itfaiyecilerden iki kişi (biri uzun boylu, diğeri kısa olmak üzere) Konağın içine girmeye gönüllü oldu. İtfaiyeciler son hızıyla içeri daldılar.
4-                 Aradan epey zaman geçmişti ki, kapıda itfaiyeciler göründü. Ellerinde Kangal cinsi iri bir köpek vardı ve yaralıydı. Hemen ambulans çağrıldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde itfaiye yangını söndürmeyi başardı.
5-                 Köpek güvencedeydi, ama Ömer ve Ahmet ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Sonunda bu işi gizlemeye karar verdiler ve bir daha bilmeyecekleri yerlere gitmeyeceklerine birbirlerine söz verdiler.
Başarılı bir anlatımla ortaya konulan, Burak Can Akdoğan’ın bir yangının öyküsü burada bitiyor. Ama, Ömer ve Ahmet’in yangın sonundaki üzüntüleri, köpeğin yaralı hali karşısındaki tavırları, pişmanlıkları, yapılan yanlışlıklardan sonra, insanların (çocukların) daha dikkatli olmaları gerektiği gerçeğinin ortaya konmasıyla, her yanlışlıktan ibret alınması ve tekrarlanmaması gerektiğinin anlatılması kabul edilmesi, karar verilmesi, Burak Can Akdoğan’ın anlatım kararlılığını ortaya koyuyor. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
            ***
Ankara’dan ‘Gündem’ Gazetesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Gazetelerimizin sayfa ve sütunlarındaki gezintimiz çerçevesinde yeni yeni gazetelerle bu araştırma ve incelememiz, değerlendirmemiz sürüyor.
Bugün, sayfa ve sütunlarında gezeceğimiz Gazete, Ankara’da 16 sayfayla günlük yayınlanan ‘Gündem’ Gazetesi.
            Gündem Gazetesinin kimliğine bakıyoruz: İmtiyaz Sahibi: Abdi Pehlivan, Yazı İşleri Müdürü: Güner Karabıyık, Spor Sorumlusu: Ali Yalçın Ercan. Tlf: 0312- 310 71 63
            Gazetede ‘Tarihte Bugün’den söz ediliyor, günle- günlerle ilgili tarihi bilgiler veriliyor. Yaygın basından bazı makale yazarlarının yazdıkları, gazeteleri itibariyle veriliyor.
Konularına göre sayfalardaki düzenleme dikkat çekiyor. Ekonomi, politika, kültür sanat gibi söz konusu ettiğimiz sayfalardaki ayırım.
            Elimizde bulunan Gündem Gazetesinin 3 bin 522, 23, 24, 25 ve 3 bin 526 ncı sayılarının sayfalarına ayrı ayrı göz atalım, gördüğümüz genellik taşıyan, siyasi olmayan haber başlıklarından bazı nakletmeler yapalım:
            - Hemzemin çilesi tarihe karıştı/ Türkiye’de kendini mutlu hissedenlerin sayısı giderek artıyor,
            - Yoksul ülkelerde anne ve çocuk ölümleri azaldı/ Aşırı sıcaktan dolayı ürünler gazete kağıdına sarılıyor,
            - Milas’ta tarihi alanda kurtarma kazısı/ Yılın tiyatro sanatçısı ödülü Gülin Ersoy’a verildi.
            -  3.Rus Kültür Günleri etkinlikleri düzenlendi / LÖSEVLİ çocuklar “Şimdiki Çocuklar Harika” adlı oyunu sahneledi,
            - 37 yıl sonra tesadüfen buluştular/ Yanlış klima kullanımı yüz felçine sebep olabilir/ Çevre dostu hastaneler yapılıyor,
            - Türk mucidin icadıyla klima hastalıklarına son/ Kalecik Barajının temeli atıldı/ Çevreciler kent için çalıştı,
            - Hamamönü gece yolcularını ağırladı/ Diyanet TV yayınına başladı/ Türkiye benim ilham kaynağım,
            - Safaranbolu’ya rekor ziyaret/ Sezen Aksu Denizli’yi salladı/ Avrupalı öğrenciler sabundan meyve figürleri yapmayı öğrendiler,
            - Diş tedavisinde çamaşır suyu yerine gül suyu/ Engelli öğrenci üniversiteden birincilikte mezun oldu,
            - Hırs ve ezber yerine öğrenmek esas olmalı/ Çapkınlık bir beyin hastalığı olabilir/ 24 Saat makyaj yaparak rekor kırdılar vd.
***
İsmail Tunç’dan: Siyeri şiirle yazmak
                        Prof. Dr. İSA KAYACAN
            İsmail Tunç, Ankara’lı şairlerimizden. Araştıran, yazan, yayınlayan bir kalem sahibi İsmail Tunç... Son Peygamberimizi, Muhammet Mustafa’nın hayatını şiirle anlatmış, dört bölümde, 262 mısra, 131 beyitte ciddi bir araştırmayla sayfalara aktarmış. Kendisinin okumasıyla, ayrı bir önem kazanan bu destanın bölümlerinden bazı örnekler vermek istiyorum:

GİRİŞ
“ Allahın yasaları değişmez ezel elbet”
Tövbe edin insanlar başlamadan kıyamet.
“Muhammet yaratanın elçisi ve kuludur”
Kim aksini düşünür ya müşrik ya delidir.
Hakka kurban adanan İsmail’dir atası,
Abdulmuttalip oğlu Abdullah’tır babası.

İKİNCİ BÖLÜMDEN
Yanında Ebubekir başladı yolculuğa,
Yalın ayak baş açık koşar soluk soluğa.
Caniler topluluğu evde bulamayınca,
Yetişiriz diyerek koşturdular ardınca.
Peygamberi öldüren alacak büyük ödül,
Böyle zulüm görmedi bütün tarihinde çöl.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜMDEN
Kuba’dan Medine’ye dayıları getirdi,
Misafiri evine Ebu Eyyub götürdü.
Temelleri atıldı Mescidi Nebevi’nin,
İşçisiydi Peygamber.. Evet, Allah evinin
Ensar elde olanı Muhacirle paylaştı,
Kardeşlik duyguları doruklara ulaştı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜMDEN
 Mekke’nin lideri boyun eğdi çaresiz,
Sağlanınca antlaşma teslim oldular kansız.
Tebük savaşı için ashabdan yardım aldı,
Bizans’ın karşısında güçlü bir devlet oldu.
Elli yaşına kadar tek eşidir Hatice,
Ticaretle uğraşır dürüst namuslu yüce.
Tebliğde görevi var nikahlanan her eşin
İyi tahlil yapmadan hüküm vermeyin peşin.
            ***
Murat Duman’dan: İslâm’ın Güneşi
                                                                       Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Murat Duman bir şair-yazar olma yolunda epey mesafe almıştı, ama karşısına TSM çıktı. Musikiyle ilgilenmeye başlayınca, yazarlık ikinci plana itildi. Besteler yapıyor, çalıyor, söylüyor.
            Murat Duman’ın şiirde önemli bir noktaya geldiğini değişik zamanlarda, yazıp söyledim. Geçenlerde “İslâm’ın Güneşi” adlı şiirinin, özel okullar Naat Şiir Yarışmasında 2 ncilik ödülü aldığını duyunca öğrenince sevindim. Teşhislerimin doğruluğunu bir kez daha görmenin mutluluğunu yaşadım.
            Yedi ayrı dörtlükten meydana gelen Murat Duman’ın “İslâm’ın Güneşi” adlı, başlıklı şiiri efendim. Buyurun birlikte okuyalım:

İSLÂM’IN GÜNEŞİ
Putlara son vererek küffara zehir içtiren,
Kâinatın Nebisi Muhammed Mustafa’dır.
Cennetin kapısını haznedara açtıran,
Nebilerin Nebisi, Muhammed Mustafa’dır.

O bir rahmet kapısı kula şefaat kılan,
Köleliğe son verip ümmetinde can bulan,
Öksüzü okşayarak gözünden yaşlar silen,
Alemin efendisi Muhammed Mustafa’dır.

Yaratılmadan dünya sevgiyle yaratılan,
Medine Savaşı’nda hayatı karartılan,
Ticaret yapmak için kervanlara katılan,
Zahir batın hilkatı Muhammed Mustafa’dır.

Peygamberlik mührü altın harfle kazılan,
Ümmetinin derdine gece gündüz üzülen,
Sema’ya yükselerek gönüllere süzülen,
Miraca vasıl olan Muhammed Mustafa’dır…

Ya Rabb aciz kalmışım, yazmıyor ki kalemim,
Ebu cehil yüzünden artar gider elemim,
Dinsiz kâfir ruhuna eksik olsun selamım,
Cahili kurtaracak Muhammed Mustafa’dır…

Yalnız ona ümmetim, olurum ona turab,
Dil bilmez ilimsizim sen koru beni ya Rabb,
Muhammed’in yolunda şu canım olsun harap,
Müminin mihmandarı Muhammed Mustafa’dır..

Cehaleti söndürdü insanlığa gül açtı,
Rayiha kokusunu arşı âleme saçtı,
Kuranda ki; emirle nefreti kökten biçti,
Kalplere ışık yakan Muhammed Mustafa’dır…
***
Melâhat Ecevit’den yeni bir şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Şairlerimiz, şairelerimiz, yazdıkları, yayınladıklarıyla biliniyor, beğeniliyor veya beğenilmiyor.
            Isparta ilimiz merkezinden seslenen Melâhat Ecevit’in yazdığı her şiir, yayınladığı her şiir okunur, takdir edilip alkışlanır.
            Melahat Ecevit’in yenilerde gönderdiği iki şiirden birinin adı: Ne olur.. Buyurun birlikte okuyalım:
NE  OLUR
Pişman olsan bile beni arama,
Küllenmiş ateşi eşme ne olur!
İlaç mı dayanır gönül yarama,
O eski yaramı deşme ne olur!..

Yıllarca kalbimde sakladım seni,
Nasıl el yerine koyarsın beni?
Öyle ki canımdan bezdirdin beni,
O eski yaramı deşme ne olur!...

Ellere kanıp da bırakıp gittin,
Elinle seveni kenara ittin,
Tepeden tırnağa beni erittin,
O eski yaramı deşme ne olur!...

Bu aşkın acısı sürdü peşimi,
Delik deşik etti ezdi döşümü,
Sabır sebat edip sıktım dişimi,
O eski yaramı deşme ne olur!..

Gel dersen gelemem güller sersen de,
Hesaba sığmayan ödül versen de,
Benim için nefes alıp versen de,
O eski yaramı deşme ne olur!..

Neye el attıysam şansım dönmedi,
Eşe dosta yüzü güldü denmedi,
Gözümün yağmuru yaşı dinmedi,
O eski yaramı deşme ne olur!..

Tükendi ömrümün her anı yasla,
Kapattım gönlümü sana kıyasla,
Aşk kapımı çalma bir daha asla,
O eski yaramı deşme ne olur!..
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Politikada acıma ve vefa diye bir şey yoktur (Fevzi Çakmak)
2. Ekmekten sonra halkın ilk gereksinimi eğitimdir (Danton)
3. Adalet yolunu şaşırırsa, insanlar başıboş bir karışıklık içinde kalır (Confucius)
4. Güçsüz adalet ve adaletsiz güç, iki büyük felakettir (Joseph Joubert)
***
Naci Sadık Yücel’den iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN     
            Naci Sadık Yücel, duygularını şiirlere döküyor. Ankara çıkışlı şiirler bunlar. Birinci şiir Haziran 1996’da yazılmış. İkinci şiir yani Unutma adlı olan şiir 29 Ağustos 1989 tarihinin taşıyıcısı.
            Büşra hanıma yazılan şiirde, mahzunluk var, kanadı kırılmış kuş gibi kimsesizlik anlatımları var.
            Her iki şiir aşağıda… Buyurun birlikte okuyalım:

BÜŞRA HANIMA
Anne kucağından kovulmuş gibi,
Mahzun bakma öyle yanık bağrıma,
Kanadı kırılmış yavru kuş gibi,
Çırpınma bebeğim gel kucağıma.

Ben yuva olayım yuvan yok ise,
Teselli edeyim derdin çok ise,
Sevgiler sunayım karnın tok ise,
Yasla gül yüzünü sür yanağıma.

Gayri kem gözler sana bakmasın,
Minik yüreğini hasret yakmasın,
Mahzun gözlerinden uyku akmasın,
Ben seni beklerim gir yatağına.

Örteyim üstüne sıcak duyguyu,
Ninni söyleyeyim bebeğim uyu,
Çağırayım gelsin derin uykuyu,
Tatlı rüyalarla er sabahına.

Şimdi anladın mı gülmek ne güzel,
Islak yanağını silmek ne güzel,
Sevip sevilmeyi bilmek ne güzel,
Hoş geldin güzelim gel kucağıma,

UNUTMA
Her zevki safa sadece bir anlıktır,
Nefret ve kinin ertesi pişmanlıktır,
Her canlıya vardır sonunda bir ölüm,
İnsanda ölür,. ölmeyen insanlıktır..
            ***
Davut Comart’dan Elden değilim
                                                                       Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Ankaralı şairlerimizden Davut Comart, şiir alanında epey mesafe eldı. Yazdıkları, yayınladıkları dikkat çekiyor. Davut Comart’ın bir şiiri var “Elden Değilim” başlıklı. Bu şiirde Davut Comart bir anlamda kendisiyle ilgili değerlendirmeler yapıyor, açıklamalarda bulunuyor:

ELDEN DEĞİLİM
Ten içinde canım, her yerde benim,
Az veren çok çalan, telden değilim,
Kafeste yürüyen her derde benim,
Sırma saç kıvırcık, kelden değilim.

Yaratılan varlığım, resim desenim,
Olmazı bilimle, gende kesenim,
Hiç durmayan rüzgâr, olup esenim,
Üfleyip gezinen, yelden değilim.

Su, toprak, hava bir, dünya dengesi,
Hayat yanınca, bağ, bahçem gesi,
İnsanla kâinat, doğa yengesi,
Heves için bir an, belden değilim.

Nefsine durana, veli bakarım,
Yüce dağ aşana, deli akarım,
Susuz mevsimlerde, yeli yakarım,
Akmayan, coşmayan, selden değilim.

Ak çizgide beyaz, siyah kara denk,
Gök kuşağı yerde, denkleminde renk,
Bir uçtan, bir uca, dünyaya mihenk,
Sınırları çizen, elden değilim.

Hazreti Davut’um, Comart gezerim,
Doğruyu yanlışı, bilir sezerim,
İlim, irfan, mürşit, tıpta ezerim,
Met cezirle giden, gelen değilim.
            ***
Metin Soydeveli’den: Helme
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Metin Soydeveli İzmir’den sesleniyor. Yayınladığı kitapları var birbiri ardına bize gelen. “Helme” adlı şiir kitabı bunlardan biri…
            78 sayfayla şekillenmiş, yayınlanmış. Merkezi İstanbul’da bulunan Mühür Kitaplığı yayınları arasında günyüzü görmüş. Bir sayfalık önsöz var. Buranın bir yerinde:
            “Şiir de kendiliğinden güzel, anlamlı olmaz. Şiiri anlamlı, şiiri ve şairi ölümsüz kılan okuyandır” deniyor.
            Kitabın adı olan “Helme” şiiri, dörtlüğü yedinci sayfada karşımıza çıkıyor. Bu şiir:
Sürsem cezveleri yüreğime,
Közünde kahve telvelenir,
Kaçırma bakışlarını gözlerimden
Ömrüm gözlerinde helmelenir.
            Metin Soydeveli yarım kalanlardan, yürek kanamasından sevgiyle söz eder. Susmasını, konuşmasını iyi bilir. “Kadın” için görüşleri, söyleyecekleri, söyledikleri var. Kitabın 12 nci sayfasındaki seslenişidir kadın. Bu şiirin son bölümü:
Ne kırar, ne döker,
Ne de hiddetini haykırır yüzüne,
Duyulmaz hiç kapı sesi;
Toplamışsa bavulları yüreğinde bir kadın,
Saman altından sızan su gibi,
Sessizce,
Ardına bakmadan gider..
            Metin Soydeveli, barışa özlem duyar. Camgüzeli dünyasında beklemedikleriyle, saçma-sapanlarla karşılaşır. Yüreği burkulur, kırılır. Yalnızlıklar dünyasına itilir birden. İç kanamalar geçirir. Dünyanın farklılığını anlar, yorumlar.. Kabullenir sonra. Buradan yola çıkar, duygularını mısralara döker. “Anlamaktır acıtan” başlığıyla sesi 41 nci sayfadan gelir. Bir dörtlüğü şöyledir buradaki seslenişinin:
Yüzümüzden okunuyor geçmişimiz,
Ütülenmesi yok giydiğimiz tenin, 
Gözaltı torbalarımıza birikmiş yaşam,
Ütülmeye gelmişiz bu dünyaya.
            Metin Soydeveli: 1950 yılında, Manisa-Turgutlu’da doğdu. Gençlik yıllarında başladığı şiir yolculuğuna uzun bir ara verdikten sonra 2005 yılında tekrar geri döndü. Şiir ve şiir üzerine yazılmış makale, yorum ve yazıları, şiirleri çeşitli dergilerde yayınlandı. 2010 yılında ilk şiir kitabı “İnsana gömülür aşk” adıyla yayınladı.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. İyiliğe gücün yetmezse, kötülük etme (Ferideddin Atar)
2. Kalbimizin katılaşması, bizi damarlarımızın katılaşmasından daha çabuk yaşlandırır (Ello)
3. Aşk gibi, kin de insanı aptallaştırır (J.J.Rousseau)
4. İnsanın fikirleri karşısında duyduğu kuşku, bilim ve mutluluğun yolunu kesen en büyük engeldir (Emest Renan)
            ***
Faik Bakoğlu postasının farklı gazeteleri
                                                                       Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi, Rize Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Faik Bakoğlu dostumun gönderdiği gazetelerin farklı sayılarından kısa kısa sözetmek istiyorum:
1-                   KARADENİZ GAZETESİ: 16 Büyük sayfayla renkli Necmi Perekli’nin Genel Müdürlüğünde Trabzon’da günlük yayınlanıyor.
2-                   KUZEY EKSPRES GAZETESİ: 16 büyük sayfayla renkli, Hasan Kurt’un sahipliğinde Trabzon’da günlük yayınlanıyor.
3-                   KARADENİZ’DE İLK HABER GAZETESİ: 16 büyük sayfayla Salih Çamoğlu’nun sahipliğinde Trabzon’da günlük yayınlanıyor.
4-                   KARADENİZ’DEN GÜNE BAKIŞ GAZETESİ: 16 büyük sayfayla, renkli Ali Öztürk’ün sahipliğinde Trabzon’da günlük yayınlanıyor.
5-                   BAYBURT GÜNDEM GAZETESİ: 20 büyük sayfayla, Mehmet Demirer’in sahipliğinde İstanbul’da yayınlanıyor.
6-                   YENİ VİÇE GAZETESİ: Sekiz normal sayfayla Hasan Sarıhan’ın sahipliğinde, Fındıklı’da haftalık yayınlanıyor.
7-                   BARTIN GAZETESİ: Anadolu Basınının birkaç çınarından biri olan ve 88. yayın yılı içerisinde bulunan Bartın Gazetesi, Esen Aliş’in sahipliğinde Bartın’da yayınlanıyor.
8-                   ZÜMRÜT RİZE GAZETESİ: 05 Mayıs 2012 tarihinde 63 ncü yayın yılına merhaba diyen, bölgesel haber ağırlıklı oluşu nedeniyle, Anadolu Basını içerisinde ilk sıralarda yer alan Zümrüt Rize Gazetesi, Faik Bakoğlu’nun sahipliğinde günlük yayınlanıyor. Şair, yazar ve araştırmacı Fatih Sultan Kar’ın, Zümrüt Rize Gazetesi’nin 63 ncü yayın yılına girişi nedeniyle yazdığı “Zümrüt Rize Gazetesi, 63. yaş şiiri”ni aşağıya alıyorum efendim. Buyurun birlikte okuyalım:

Memleketten haber gelmiş,
Bir bakalım neyin nesi,
Altmış üç yaşına girmiş,
Zümrüt Rize Gazetesi…

Bakoğlu’ndan geldi posta,
Rize ilinin gür sesi,
Hep destektir eşe dosta,
Zümrüt Rize Gazetesi…

İlkyazımı, orda yazım,
Orda kaptım bu hevesi,
Baksana türküler dizdim,
Zümrüt Rize Gazetesi…
            ***
İnsanlığa Yön Veren Türk Büyükleri Sempozyumu bildirileri
         Prof. Dr. İSA KAYACAN                               
            Bir Sempozyum bildirileri kitabı daha masamda… İrfan Ünver Nasnattınoğlu’nun yayına hazırladığı, “Uluslararası Ahmet Yesevi’den Günümüze İnsanlığa Yön Veren Türk Büyükleri Sempozyumu” bildirilerinin 228 sayfayla kitaplaştırılması önemlilik taşıyor. Geçtiğimiz yıllardan birinde Romanya-Köstence’de gerçekleştirilen sempozyuma bildirileriyle katılanlardan bazılarının sıralanışı şöyle: 
            Deniz Ünver, Osman Uyanık, Yusuf Sülükçü, Meliha Yılmaz, Selçuk Seçkin, Mustafa Özen, Natalya Budnik, Hüseyin Elmas, İbrahim Çoban, Ebru Alparslan, Sibel Arık, Ahmet Aytaç, Elvan Topallı vd.
            İrfan Ünver Nasrattınoğlu imzasının taşıyıcısı sunuşun bir yerinde: “Kitap bütünlüğünde kütüphanemize kazandırılmış olan bu çalışmanın Türkoloji dünyasına yararlı olacağına inanıyoruz” denildiği görülüyor.
            Açış konuşmalarından aldıklarımız şöyle sıralanmakta:
1-                 İki ülke arasındaki çok yönlü ilişkilerin sürekli gelişme göstermesi üçüncü ülkeleri kıskandırmaktadır (İrfan Ünver Nasrattınoğlu, sayfa:9)
2-                 Romanya hepimiz için dost bir ülkedir. Dün sizler, Türk Dünyası’nın ulu önderleri Mustafa Kemal Atatürk ve Haydar Aliyev’in Bükreş’te bulunan büstlerini ziyaret ettiniz. Burada onu söylemeliyim ki, 1989 inkılâbından sonra Romanya’da yalnız ve yalnız üç devlet büyüğünün büstü vardır. Bunlar Şarl De Gole, Mustafa Kemal Atatürk ve Haydar Aliyev’dir (Dr. Eldar Hasanov, Sayfa: 11)
3-                 Bilindiği gibi, Türkistan’da veya bugünkü Kazakistan’da doğan ünlü Türk mutasavvıf ve şairi Ahmet Yesevi, Balkanlarda Türk kültürünün yerleşmesine önemli katkıları olmuş Romanya’nın Tulça iline bağlı Babadağ kasabasında Türbesi olan Sarı Saltuk Baba Türk büyüklerini yetiştirerek günümüz Türk dünyası coğrafyasında iz bırakmış bir Türk büyüğüdür (Haluk Ağca, Sayfa:13)
Bildirilerden, imzaları itibariyle aldıklarımız şöyle bir tabloyu oluşturmaktadır efendim:
1-                 Türk dilinin ilk sözlüğünü ve Türk kültürünün ilk ansiklopedisini hazırlayan Kaşgarlı Mahmut, 1008 yılında Kaşgar’da doğdu. (Deniz Ünver, Sayfa:29)
2-                 Tüm yazılı edebiyatların kaynakları, sözlü edebiyattan gelmekte…. Gagauz yazılı edebiyatı uzun zaman bilim dünyasına kapalı kutu gibi kalmış ve “yazılı edebiyatı tüm edebi anlamda formalaşmamış edebiyattır” diye dış dünyaya tanıtılmaya çalışılmıştır (Doç. Dr. Tudora Arnaut, Sayfa:112)

29 Mayıs 2012 Salı

KONUK YAZAR

130 KİTAPLI İSA KAYACAN

Salim TAŞCI
Ol ahvalini katip şöyle yazar.
Yozgat ilinden, sarı kadının torunu, Demirci Haşmet Kıyıcıer’in kızı Sabahat hanımla evlenir. Yani Yozgat’ın eniştelerindendir. Çok zengin bir damat olup, kendisi Yazı Fabrikatörüdür. Neyleyim şu fabrikası varmış, bu fabrikası varmış, önemli olan en büyük zenginliği ifade eden, yazı fabrikatörü olmaktır. 130 kitap yazıp, etrafa ışık saçmaktadır. İsa Kayacan ağabeyimiz, eniştemiz aynı zamanda profesördür.
*** 
130 KİTAPLI İSA KAYACAN
SALİM TAŞCI
Ol hayat hikayesi şöyle başlar:
Hasan Hüseyin oğlu, Güldali’den olma, 20 Eylül 1943, Burdur Tefenni, Ece köyü doğumludur. Yükü ağır, yolu yokuştur.
   İlkokulu Ece’de, ortaokulu Tefenni’de, liseyi Ankara’da okur. Sonrasında, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesini bitirir. Yazmaya talebeliğinde başlar.
Yazım hayatına şiirle başlar. Son havadis, Tercüman, Orta Doğu, Yeni İstanbul, Hergün, Anayurt, Belde, Sonsöz gibi ulusal gazetelerde yazar. Mürekkep biter, kalem körleşir amma İsa Kayacan sel gibi akar, seher yeli gibi eser. Bitmek bilmez bir aşkla yazarda yazar. Sönmeyen yıldız, batmayan güneş misali adının girmediği dergi, gazete yoktur.
***
Diyanet İşleri eski Başkanı dostumuz M. Nuri Yılmaz’ın bir sözü vardır; “Doğana beşik, ölene tabut olur.” İsa Kayacan ağabeyimiz. Hani ya yaşarken de kendi mezarını hazırlamıştır. 
Mezar kültürü diye kitapta yazmışlığı vardır. Prof. İsa Kayacan’ın hayatından kesitlere fazla girersek makale değil kitap yazmamız gerekecek. Kendisi zaten “İşte Hayatım"da hakkında yazılacakların bir kısmını yazmıştır. Üniversitelerde tezlere konu olmuş bir yazarı anlatmak zordur.
İşte bizde kenarından, köşesinden bir şeyler yazmaya çalışıyoruz…
***
Geçenlerde İsa Kayacan üstadımızın yazım hayatıyla ilgili bir dizi etkinlik yapıldı.
Bizde konuşmacılardandık. Eğilmeyen, bükülmeyen, sevgiden yana yüreği yol geçen hanıdır.
Basının yıldızı, sönmeyen ateşi demiştik. Aynen de öyledir. Makaleler, şiirler, romanlar, öyküler, senaryolar, anılar, hani ya 32 kısım tekmili birden… 
Kalemlerin ikiz kardeşi olmuş İsa Kayacan üstadımız. Ana karnında dokuz ay nasıl durmuş yazmadan diyesim geliyor. Prof. Dr. İsa Kayacan’ın “Can ve Ece Yayınları"ndan çıkmış yayınlanmış tam 130 kitabı mevcuttur. Siz ona ister yürüyen kütüphane deyin, isterseniz bilgi küpü. 
Ve de adam gibi adam İsa Kayacan.

23 Nisan 2012 Pazartesi

KONUK YAZAR; Doç.Dr.Tamilla Abbashanlı-Aliyeva

KONUK YAZAR:
Karadeniz Sevdalısı Ahmet Cavat
Doç. Dr. TAMİLLA ABBASHANLI (ALİYEVA)
    Azerbaycan’ın ünlü yayım organı olan “Azerbaycan” resmi devlet gazetesinin emektaşı felsefe ilimleri doktoru Rahman Salmanlı Türk Milleti için canını feda eden, Karadeniz sevdalısı ve “Çırpınırdın Kara Deniz” şiiriyle, şarklısıyla ismi diller ezberi olan Türk Milletinin yetiştirdiği ender insanlardan şair Ahmet Cavat hakkında “Ahmet Cavat’ın yaratıcılık Yolu” adlı değerli kitap yayımlamıştır. A.Cavat’ın hayat ve yaratıcılığı hakkında bu kitap ölmez vatan şairi Ahmet Beyin meşakkatli günlerine ışık tutmuştur. Eser A.Cavat’ın hayatı, Şiirinin idea yönü; Eserlerinin sanatkarlık özellikleri; Ön söz, Giriş ve Sonuçtan oluşmakla, aynı zamanda çeşitli dergi ve gazetelerde basılmış makalelerden ibarettir. Eserin yazarı R.Salmanlı A.Cavat hakkında bu kitabı yazmakla omuzlarını mesuliyyetli ve şerefli bir işin altına vermiştir. Yazar Azerbaycan’da ve Türkiye’de arşivleri araştırmış, A.Cavat hakkında her iki ülkede yayımlanmış çok sayıda eser incelemiştir. Bu makalede eserin sadece bir bölümünden: A.Cavat’ın hayat yolundan konuşacağız, çünkü bu bölüm A.Cavat hakkında doğru olmayan bazı araştırmalara ışık tutuyor, aydınlık getirir. Tabii ki,  Türk Milletinin yetiştirdiği ender sanatkarlar bu millete, halka mahsustur, örneğin; Nizami, Yunus, Mevlana, Nesimi, Fuzuli, Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Cavat, Nazım Hikmet, Bahtiyar Vahabzade, Memmed Araz vs. Ama Ahmet Cavat’ın Türkiye’de aynı ismi taşıyan bir bilim insanı ismi ile karıştırılması iyi değil, her kes gördüğü işle tanınacaktır., bu hakda bir az sonra..
          A.Cavat hakkında bu kitabın yayımlanması A.Cavat’ın daha geniş, etraflı şekilde tanınmasında büyük rolü var. Özellikle, Türkiye’de. Gerçekten canımız Anadolu’da Ahmet Cavat’a büyük bir sevgi var. A.Cavat’ı sevenler vatan, millet fedaileridir. Biz de bunu dikkate alarak Ahmet Bey hakkında bilinmeyenleri onun dikkatine sunmak istiyoruz.
          Her zaman derler ya, dert çekmek en iyi insanların nasibidir-gerçekten öyledir. A.Cavat’ın bu hayatta nasibi dert-keder oldu. Kavga dövüşle kazandığı mutluluğunun ömrü çok kısa oldu.
            1892 yılında Azerbaycan’ın Şemkir mahalında – Seyfeli köyünde ruhani ailesinde doğdu. Şairin dedesi (babasının babası) aslen Güney Azerbaycan’dan idi,  Arap ülkelerinde dini eğitim almıştı, ömrünün sonuna kadar Gence’de yaşadı.
R.Salmanlı’nın eserinden belli oluyor ki, Ahmet küçük yaşlarından akılı, başarısı ile yaşıtlarından farklı idi, yedi yaşında ilen Kuranı-Kerim’i okuyor, birçok sureni ezbere söylerdi. 1900 yılında baba Ahund Mehmetalinin ölümü aileyi ve küçük Ahmet’i perişan ediyor. Anne Yahşi Hanım küçük yavrusu Ahmet’i de alıp Gence’ye ilk kocasından olan çocuklarının yanına gider.  Üvey ağabeyleri Mesimle Kulu Ahmet’e doğma kardeşleri gibi seviyorlar. Onu Şah Abbas mescidi nezdindeki okula yazdırırlar. İyi puanlarla okuduğu için “Hayırhahlık” cemiyeti ona her ay yedi dinar (altın para) mablağında burs veriyor. O zamanın tanınmış aydınlarından olan Abdulla Tevfik (Abdulla Sur) ünlü şair Abdulla Şaig’e yazıyordu:”Örgencilerimin içinde Cavat adlı çok başarılı öğrenci var. Bana okuduğu ilk manzumeleri geleceğe büyük ümitler veriyor. Lisanı sade ve güzeldir”.A.Cavat 1913 yılında Gence Müslüman-Ruhani Okulunu uğurla bitirir, Kafkasların Şeyhülislamı Muhammet Pişnamazzadeye imtahan verip “Şerefli Türk ve Fars dilleri muallimi” adını alar. Şair hayatının Gence ve Şemkir’le bağlı olduğunu bir manisinde böyle der:
          Ben aşık Gencen’denim,
          Şemkirden, Gencedenim,
          Aslım, köküm Türk oğlu,
          Soy-soyadca Gence’denim…
     Bu dörtlükte dediği gibi, ağlı kesenden Türklükle onur duyan, kendisi şerefli Türkoğlu bilen Ahmet Cavat bütün varlığı ile Anadolu’ya, buradaki Türk kardeşlerine bağlı idi. Bunun kanıtını onun Balkan savaşına gönüllü gedmesinde de görüyoruz ve R.Salmanlı bunu böyle kaleme alıyor: “1912-ci il Balkan savaşında Avrupa’nın ve Rusya’nın işgalci küvetleri Vandalizm siyaseti yürütürdü. Esas maksat Osmanlı’yı Doğu Avrupa’daki dayaklarından mahrum etmek idi. Bu ise Türk-Müslüman aleminde insanların kalbinde Türkçülük ve milletçilik duygularını daha da alevlendirirdi. Millet, toprak taassubunu çekenler Türk dünyasını işkaldan korumak için ayağa kalktılar. Azerbaycan Türkleri Kafkas Gönüllü Birliklerine yazıldılar vu bu gönüllülerin içinde genç A.Cavat da vardı. O yakın arkadaşları millet, toprak fedaisi İ.Ahundzade, İ.Alizade, A.Asadulla ve digerleri ile birlikte İstanbul’a sefer ederek bir elinde silah, bir elinde kalem Balkan Savaşına yollandılar. Bu olay Türk bilim insanı, aslen Azerbaycanlı olan Servet Gürcan da eserinde yazıyor: “Kafkas Gönüllü Birliği”ne katılarak Trakya cephesinde Anadolu Mehmetçik kardeşlerinin yanı başında savaşanlardan biri de A.Cavat idi”. Bu savaşa gedmesi A.Cavat’ın ömrüne balta çalıyor. 1937 yılında KGB-çiler onu dindirirken ondan Türkiye ilişkilerini soruyorlar. A.Cavat ise ölümün gözüne dik bakarak:-Evet, 1912 yılında Türkiye’de olmuşum, Balkan-Türk Savaşında Türk ordusunda gönüllü savaşmışım”. Balkan Savaşı bittikten sonra Yusuf Akcura A.Cavat’a Azerbaycan’a geri dönmesini ve orada ona büyük ihtiyaç duyulduğunu söylemiştir. Ama Y.Akçura bilmedi ki, onu vatana değil, vatanı oğullarını addım adım takip eden onları KGB zindanlarında bin bir azapla öldüren Ruslara ve kendi mangurtlarımıza kurban gönderirdi.
R.Salmanlı’nın kitabında tarih sayfalarında karanlıkta kalan, çok mübahaselere neden olan meselelere de aydınlık getirilir. Onlardan biri de A.Şaig ve EA.Cavat’ın birlikte Balkan Savaşına gedmeleridir. Her Azerbaycan’dan, hem de Türkiye’den çok sayıda bilim insanlarının eserlerini inceledikten sonra Rahman Bey böyle karara geliyor ki, A.Cavatla savaşa giden A.Şaik değil, onun abisi Ahund Yusuf Talıbzade’dir.
Yazar Ahmet Cavat’ın adı ve soyadı hakkında çeşitli fikirleri araştırır. O önce A.Saleddin’in 1992 ilde yayımladığı “Ahmet Cavat” kitabına istinat ediyor. A.Saleddin’in yazdığına göre A.Cavat lakap alırken “Elif”le başlayan bir ad düşünmüş, o zaman Ahmet iyidir-deye karar vermiştir. Yine o kitapta A.Saleddin Türkiye’den Gence’ye gelen ve A.Cavat’a ders deyen Savad Cavat (Türkiyeli Ahmet Cavad’ın kardeşi)  A.Cavat’ın hayatında önemli rol oynamış, şiirin kurallarını ona öğretmiştir. Bu zaman da A.Cavat Hocasına saygı olarak onun kardeşinin adını, soyadını kabul etmiştir. Türkiyeli dilci bilim insanı Ahmet Cavat Emre ile Ahmet Cavadı karıştıranlar da var. Bazıları “Çırpınırdın Karadeniz” şiirini dilci Ahmet Cavat’ın adına, “Serf ve Nehv” kitabını ise Azerbaycanlı Ahmet Cavat’ın adına yazıyorlar. Bazıları “-Hayır, “Çırpınırdın Karadeniz” şiirini Azerbaycanlı Ahmet Cavat yazıp” diyorlar. Aslında ise gerçekten “Çırpınırdın Karadeniz” şiiri Azerbaycanlı Ahmet Cavat’ın, “Serf ve Nehv” eseri ise Türkiyeli Ahmet Cavat
           A.Cavat’ın hayatının muayyen bölümü Türkiye ile bağla olduğu için burada Türkiye için önemli tarihi olaylarla rastlaşırız. Örneğin 1915 yılının Ocak ayındaki Sarıkamış olayı burada dakiklikle verilmiştir. Yazar der ki, “1915 yılında–18 Ocak’ta Osmanlı devletinin tarihine görünmemiş facia yazılır. Sarıkamış’a doğru yol alan 90 bin Mehmetçik bir birine sarılarak bu heykellere dönüşürler, bu buz heykellerin arasında canı bir, kanı bir kardeşlerine yardıma koşan yüzlerle Azerbaycanlı gönüllü de vardır” (s.28)
          A.Cavat da 1915 yılında ikinci defa Türkiye’ye geliyor ve Bakı’da yerleşen “Azerbaycan Hayır İş Cemiyeti” adında Türkiye’nin doğusundaki savaştan zarar çeken insanlara yardım dağıtır. O ağır günlerde Husrev Bey Sultanov’un yardımcısı olan A.Cavat Kars, Ardahan, Trabzon, Erzurum, İstanbul ve Gürcistan’ın Türkler yaşayan bölgelerindeki halklara maddi ve manevi yardım ediyordular. R.Salmanlı bu bölümde Rusların Kafkas cephesini açılmasından,  Türkiye’nin doğu bölgesinde Ruslara güvenen Ermenilerin buradaki insanların başlarına getirdikleri felaketten yürek ağrısıyla konuşur. Ermeniler Müslüman köylerine hücum ederek dinç ahaliyi kılıçtan geçirir ve bu topraklarda Rusların eliyle Ermenistan devleti oluşturmak istiyordular (s.29)
            Bilim insanı R.Salmanlı A.Cavat hakkındaki bu araştırmasında o zamanlar Türkçülük idealarını yayan insanlardan da konuşmayı unutmuyor, çünkü bu insanların içerisinde Türkçülük fikirlerini derinden öğrenen, bunları yayan önemli isimlerden biri de A.Cavat idi. Yazar Ziya Gökalp’ın, Ali, Bey Hüseyinzade’nin, Mirze Feteli Ahundov’un, İsmayıl Gaspıralı’nın M.Emin Resulzadenin isimleini çekiyor (s.32–34). A.Cavat Türkiye’de savaş nedeniyle zor günler yaşayan insanlara yardım etmek için Azerbaycan ünlü neft milyoncusu, hayırhah insan Hacı Zeynalabidin Tagıyev’e müracaat ediyor. Tağıyev Türk kardeşlerine yardım ediyor ve A.Cavat 1915 yılının martında –Nevruz bayramı günlerinde Kars’a ve Erzurum’a geliyor. O burada Ermenilerin Türk milletine karşı törettigi zulümleri gözyaşıyla seyir ediyor ve bunu şiirinde dile getirir.

                                 Armağanım yaslı şarkı,
                                 Bir kuş oldum çıktım yola.
                                 Gittim, gördüm dost elinde,
                                 Ne bir ses var, ne bir layla.
                                 
                                 Bir yığıncak gördüm: dedim:
                                 Belki düğündür, kızlar oynar?
                                 Baktım, eller batmış yasa,
                                 Ne oynayan, ne gülen var.
                                
                                 Sordum garip minareden,
                                 Akşam olmuş ezan hanı?
                                 Baykuş konmuş minberlere,
                                 Diyen hanı, duyan hanı?

           A.Cavat Hacı Zeynalabidinin maliye desteği ile 1916 yılında Batum’da 2.500 Türk çocukları için okul açmıştır. Kendisi de o okulda ders veriyordu.1917 yılında 2.500 Türk kaçkın ve didergini Gence ve Bakı etrafında yerleştirmiştir. Kars ve Erzurum’da Ermenilerin Türklerin başına getirilen felaket 23 yaşlı şair A.Cavat’ı dehşete salmıştır. Şair gördüklerini gözyaşıyla mısralara dizmiştir:

                                   Ziyafet görmedim yaslıdır eller,
                                   Cugalmış mezarlar derdini söyler.
                                   Talanmış şaneler, yolunmuş teller,
                                   Oldugunu duydum, imdada geldim.

                                   Karları boyamış mezlumlar kanı,
                                   Ölenler çok, fakat mezarı hanı?
                                   Ayakalr altında şevketi-şanı,
                                   Kalanları görüp feryata geldim.

         Ermeni daşnak destelerinin başçısı olan Lalayan 1936-da yazıyordu: “Daşnak desteleri tarafından tutulan Türk köyleri canlı insanlardan temizlenir, harabeye çevrilirdi”. Bunları gören, duyan A.Cavat feryat çekiyordu:

                                   Soranlara ben bu yurdun,
                                   Anlatayım, nesiyim:
                                   Ben çiğnen bir ülkenin,
                                   “Hakk”bağıran sesiyim!

         Hakk bağıran bu ses Rusları, Ermenileri ve kendi içimizden olan mangurtları rahatsız ediyordu. Bu kitapta A.Cavat’ın ölümü hakkında da mülahizeler var. Eveler onun KGB tarafında sorgu-sula alınması ve Sibirya’ya gönderilmesi fikri vardı, ama oğlu Nazım Ahundzade’nin “Atam Ahmet Cavat” makalesinde (“Edebiyat ve incesanat” gazetesi,  1989 2 Haziran) şairin KGB’in bodrum katında dövülerek öldürüldüğü yazılmıştır. Resmi dosyalardan belli oluyor ki, şair 1937 yılının Haziran ayının 4-de hapis edilmiş, o yılın Ekim ayının 12-den 13-ne gecen gece Bakı’da vahşicesine kurşunlanmıştır.
         Kitapta A.Cavat’ın dünyalar kadar sevdiği hayat yoldaşı Şükriye Hanımdan da sohbet açılır. Şükriye’nin babası Süleyman Beyanoğlu idi, Süleyman Bey Batum’un önde gelen ünlü, tanınmış insanı idi. Şükriye ile Ahmet Bey bir birlerine aşık olurlar, ama Süleyman Bey Ahmet Cavat’ı çok sevse de; -Hayır, ben şiaya kızıl başa kız vermenim (s.43) diyor. Ahmet Bey için dünür giden Ali Sabri Süleyman Beye der:-Vermezsin, biz de kızı kaçırırız.
           Böylece, Ahmet Bey Şükriye’ni kaçırır, Gence’ye getirir. Mutlu bir aile hayatı başlıyor, çocuklar doğulur. Şairin 16 yaşlı dünya güzeli kızı Almas hayata “elveda” “de, bu zamansız ölüm şairi üzer, Almas’a şiirler yazar. 1937 yılında KGB şairi hapis ederken Şükriye Hanımı da Sibirya’ya gönderirler. Şükriye Hanım ölen güne kadar korku içinde yaşadı, şimdi KGB gelir, onu götürür. Şükriye Hanımın gözleri yollarda kaldı, dünyalar kadar sevdiği, ona şiirler yazan, onu canı seven Ahmet’ini bekledi, bir mezarını istedi, başını taşına koyup ağlasın. Onu da çok gördüler Şükriye Hanıma… Şimdi o sevgili Ahmet Cavat’ı ile Azerbaycan’ın, Türkiye’nin ve Batum’un semalarında ak güvercinler gibi süzüyorlar. Bu gün Ahmet Cevat’ın da, Şükriye Hanımın da arzuları gerçek olmuş, Azerbaycan-Türkiye “Bir Millet, İki Devlet” olarak kaynayıp-karışmıştır. Ahmet Cavat bu günleri görmedi, ama hep arzuladı..
         Bir de Ahmet Cavat’ın hayatını, eserlerini dikkatle inceleyip Türkiye ve Azerbaycan okuyucularına, özellikle, Ahmet Cavat vurgunlarına sunan bilim insanı felsefe ilimleri doktoru Rahman Salmanlı’ya yürekten teşekkür ediyoruz ve diyoruz:- Elleriniz var olsun. Türk Milletine sevginiz için teşekkür ederiz. Ne kadar ki, milletini sizin gibi sevenler var Türk milleti için kurban giden Ahmet Cavatlar unutulmayacak…
***
KONUK YAZAR:

Azerbaycan’dan Mektup Var…

Vatan Deyip Ölüyorum…

Doç.Dr.Tamilla Abbashanlı-Aliyeva
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü,
Öğretim Üyesi

                                Aziziyim, soymayın,
                                Cellât, derim soymayın.
                                Vatan deyip ölüyorum,
                                Beni mezara koymayın…

      Sanki bu mani Karabağ şehidi, Azerbaycan’ın Milli kahramanı Mübariz İbrahimov’ın dilinden denilmişti. Azerbaycan Milli Ordusunun astsubayı Mübariz İbrahimov 2010 yıl Haziran ayının 19’da Terter kentinin dövüş bölgesinde kahramancasına helak olmuştur. Ateşkes olmasına bakmayarak hain Ermeniler her zaman olduğu gibi Haziran’ın 19’da da ateşkesi bozdular, Azerbaycan’ın Terter bölgesine hücuma geçtiler. O gece harbi görevini yerine yetiren, sınır hattında olan Mübariz korkmadan Ermeniler üzerine atılmış, bir hayli düşmen öldürmüş, bu olayı gören Ermeni askerleri korkarak harbi hisselerine geri dönmüşler. Bu ağır dövüşte Mübariz ağır yaralanmış, ele orada hayatını kayıp etmiştir. Daha doğrusu şehitlik zirvesine yücelmiştir. Azerbaycan Cumhur Başkanı Sayın İlham Aliyev Mübariz’in bu yiğitliğini yüksek değerlendirerek 22 Temmuz 2010 yılkında ( ölümünden sonra ) ona “Azerbaycan’ın Milli Kahramanı” Fahri adının verilmesi hakkında karar kabul etmiştir. Mübariz’in hayatını okurken gerçekten onun büyük bir kahraman olduğunu görüyoruz. 
        Azerbaycan’ın tanınmış yazarı, şair, bilim adamı Doç.Dr.Feride Leman  Mübariz İbrahimov hakkında “Teessüb” adlı mesnevi yazmıştır. Bu eserde teessüb sözünün anlamı vatanın derdini çekmek, vatan için her şey yapmak, onu korumak, şerefini yüce tutmak anlamındadır (Maalesef, Azerbaycan’da basılmış sözlükte bu sözün açıklamasına rastlamadık).
         Feride Leman eserinde Mübariz’in geçtiği kısa ömür yolunu anlatır:
                           O kışta gelmişti güzel dünyaya,
                           Seksen sekiz yılı yedi Şubatta.
                           Yazı çok severdi, güller faslını,
                            Ömür baharında o aldı yara.
                          
                      
                         
 Eserden öğreniriz ki, sade bir ailede doğmuştu Mübariz. Ama yaşıtlarından hep farklı idi, akıllı, başarılı ve düzenli bir çocuk idi. Hiç anne babasını üzmezdi. Belki ona göre o ağır dövüşte asker arkadaşlarından ireli geçti, hem onların hayatını kurtardı, büyük bir facianın önünü aldı:
                     Sınır od içinde alışıp yanıyor,
                     Kurşunlar susmuyor, ateş senğimiyor.
                     Babalar omzunda gider oğullar,
                     Keder kervanları gelir, gecikmiyor.
       
 Feride Leman eserinde Mübariz’in annesi Şamama Hanımın dilinden ağıtlar veriyor:
                    Aziziyim, gül kokar,
                   Çiçek kokar, gül kokar.
                   Bu balamın ıtırdı,
                   Her yan bana gül kokar.

                   Aziziyim, nur çiler,
                   Güneş gökten nur çiler.
                   Yavrunun hepsi güzeldir,
                    Mübariz’im nur çiler.
   
    Eserde askerlik döneminde Mübariz’in yazıp koyduğu mektuba da yer verilip: “Canım annem babam! Benim için rahatsız olmayın. Bana dua edin. Vatan ağır günlerini yaşıyor. Ben vatan için canımı kurban vereceğim. Şehit olana tek düşmenin üzerine gedeceğim. Şehit olarsam ağlamayın. Unutmayın ki, şehitler ölmüyor, ölmezliğe erişirler. Allah’a ibadet edin. Allah büyüktür. Vatan sağ olsun. Hakkınızı helal edin. Oğlunuz Mübariz.”
     Bu mektubu okuyandan sonra Mübariz gözlerimizde daha da yükseklere kalktı, yüreğimiz dağa döndü, kalbimizden bu sözler geçti:-Ne kadar ki, Azerbaycan’ın Mübariz gibi yiğitleri var, bu ülke yenilmez. Bu ülke mutlaka bir gün Karabağ’ı düşmanlardan temizleyecektir, Karabağ’da Azerbaycan’ın üç renkli bayrağı dalgalanacaktır.
      Onu da demeliyiz ki, Feride Leman Türk dünyasının tanınmış aydını, şair yazar Prof.Dr.İsa Kayacan’a sevgi ve selamlarını göndermekle Mübariz hakkında yazını ona iletmemi benden rica etmişti. Ben de bu ricayı yerine yetirdim, “Azerbaycan’dan gelen mektup”u İsa Kayacan Hocama ilettim.
      Evet, ne iyi ki, bu gün Azerbaycan’ın vatan için canından gece bilecek Mübariz İbrahimov gibi oğulları var. Bu oğulların yiğitliğini değerlendiren Azerbaycan Devleti var ve Feride Leman gibi aydınlar, vatan sevdalıları var:
                         Vatan değerini verdi, verecek,
                          Mübariz ruhunla zafer gelecek.
                          Sen Milli kahraman, şerefli oğul,
                         Adınla dünyaya çok er gelecek!

                         Yurdumu yaşatır sen tek oğullar,
                         Öle bilirdikse bu toprak için.
                         O bizi her zaman yüceltecekti,
                         Düşman önümüzde baş eğecektir!
   
Biz de güzel Anadolu’dan ölmez Atatürk’ün sözüyle Azerbaycan’ın yiğit oğlu Mübariz’in ailesine şunları söylüyoruz:-Azerbaycan’ın kederi de bizim, sevinci de bizimdir. Mübariz sadece Azerbaycan’ın, sadece Türkiye’nin değil, bütün Türk Dünyasının yiğit evladıdır. Sizin gibi biz de onunla onur duyuyoruz.