21 Ekim 2015 Çarşamba

VEFATININ 1. YILDÖNÜMÜNDE “ANADOLU BASINI’NIN ULU ÇINARI” PROF. DR. İSA KAYACAN, ANKARA’DA ANILDI.

VEFATININ 1. YIL DÖNÜMÜNDE “ANADOLU BASINI’NIN ULU ÇINARI” PROF. DR. İSA KAYACAN, ANKARA’DA "ÖZGÜN BİR PROGRAM VE ÖNEMLİ BİR PANEL İLE" ANILDI.
(Çankaya Gazetesi, Kültür-Sanat-Ankara: 19 Ekim 2015)
Vefatının 1. Yıl dönümünde Anadolu Basınının İmparatoru Prof. Dr. İsa Kayacan Ankara’da Anıldı
Dr. Şemsettin Küzeci
Kerkük Kültür Derneği başta olmak üzere Ankara’da faaliyet gösteren birçok Sivil toplum kuruluşu Vefatının 1. Yıldönümünde Anadolu Basınının İmparatoru Prof. Dr. İsa Kayacan’ı Ankara’da Andılar. 17 Ekim 2015 tarihinde Ankara Türk- İş Konferans Salonunda gerçekleşen anama toplantısı Eğitimci Yazar Arzu Kök’ün sunumuyla başladı. Saygı duruşu ve istiklal marşının okunmasından sonra Kerkük Kültür Derneği Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci açılış konuşması yaptı.
Protokol Konuşmaları
Protokol konuşmalarında Devlet e. Bakanı Hasan İkinci ve Orman e. Bakanı Halit Dağlı İsa Kayacan’ın verimli çalışmalını dile getirdiler. Devlete sadık bir birey olarak nasıl hizmet ettiğine vurgu yaptılar. İsa Kayacan’ın torunu Nazlı Aykut duygusal bir konuşma yaparak dedesi İsa Kayacan’ı gözyaşları içinde anlattı. Türkmeneli Kültür Merkezi Başkanı Dr. Mustafa Ziya, İsa Kayacan’ın başta Türk dünyası olmak üzere Irak Türkmenlerine yapmış olduğu hizmetlerinden söz etti. Ardından da Merkez adına Kayacan’ın Kızı Gül Kayacan Hanımefendiye bir Anı Plaketi takdim etti. RTÜK Daire Başkanı Yusuf Turan Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin ve Yardımcısı Savaş Kıratlı’nın selamlarını ileterek, Kayacan’ın anısına bir çelenk gönderildiğini söyledi. Turan; İsa Kayacan’ı güzel bir şekilde anlatarak BYEGM indeki çakışmalarından bahsetti.
İsa Kayacan Paneli
Prof. Dr. İsa Kayacan’ının her yönüyle anlatmak amacıyla bir Panel düzenlendi. Pakel’i Dr. Şemsettin Küzeci yönetti. Konuşmacılar ise. Anayasa Mahkemesi e. Başkanı Yakta Güngör Özden, Araştırmacı- Yazar Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrettinoğlu, Araştırmacı Yazar Prof. Dr. Tamille Abbasova, Gazeteci Yazar Abdullah Satıoğlu ve Şair Yazar Mustafa Ceylan İsa Kayacan’ı her yönüyle anlattılar.
Kayacan Ailesine Ödül
İsa Kayacan’ın ailesine Türkiye Gazeteciler Federasyonu tarafından bir hizmet ödülü takdim edildi. Ödülü Genel Başkan Yılmaz Karaca’nın Danışmanı Ahmet Kanbur takdim etti. Ekinci bir ödül ise İsa Kayacan2ın torunu Nazlı Aykut’a verildi. Ödül Kerkük Kültür Derneği Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci tarafından takdim edildi.
İsa Kayacan Anı Defteri
Kayacan’ın anma toplantısının birinci bölümü sonrası Kayaca Çay ve ikram molası esnasında için Anı Defteri açıldı. Katılımcılar Kayacan hakkında duygu ve düşüncelerini anı defterine yazdılar. Birbirinden anlamı sözlerle ifade edilen Kayacan dostları tarafından gümüllerde yaşayacaktır.
Şair ve Yazarlar Vicdanında İsa Kayacan
Bu oturumda Kayacan hakkında şairler ve yazarlar; Azerbaycan’dan Tamilla Abbasova, KKTC’den Ahmet Köksal, Kerkük’ten Mustafa Ziya, Şemsettin Küzeci, Söke’den Abdülkadir Güler, Samsun’dan Rıfat Kaya, Eskişehir’den Rabia Barış, Antalya’dan Mustafa Ceylan ve Ankara’dan İsmail Kara, Mustafa Nevruz Sınacı, Aysel Al, Durak Turan, İlhami Nalbantoğşu, Murat Duman ve Lider Anaç Kayacan hakkında anılarını ve insanlığını, şairliğini, yazarlığını ve adam gibi adam olduğunu söylediler.
Aşrı Şerif ve Dua
Kayacan’ın vefatının 1. Yıldönümü anısına Kayacan için aşrı şerif ve dualar okutuldu. Ardından da Kapanış konuşmasını Dr. Şemsettin Küzeci yaparak, Kayacan’ın kızı Gül ve Filiz Kayacan Torunu Nazlı ile anma toplantısı hazırlık komitesi İsmail Kara, Mustafa Nevruz Sınacı, İlhami Nalbantoğlu, Murat Duman ve Arzu Kök’ü sahabeye çağırılarak katılımcılara teşekkür edildi.
www.kerkukgazetesi.com
18 Ekim 2015 - Ankara

BİR KÜLTÜR SEVDALISI.., İlhami NALBANTOĞLU - Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı

BİR KÜLTÜR SEVDALISI
Prof. Dr. İsa KAYACAN
İlhami NALBANTOĞLU
Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı
Posta kutusundan aldığım mektuplar arasında yerel bir gazete de vardı.  Beklemediğim bu durumla ilk kez karşılaştığım için, görevliler yanlışlıkla koymuş olabilirler diye düşündüm. Üstünde benim adımın yazılı olduğunu görünce dikkatle bakıp inceledim, bu bir Burdur Gazetesiydi. Aceleyle açıp sayfalarını karıştırmaya başlayınca benim adıma yazılmış bir makale olduğunu gördüm. Yazarının ismi Prof. Dr. İsa KAYACAN’dı, bir de siyah-beyaz fotoğrafı vardı. Tanımıyordum, ancak etiketi ve benim hakkımda yazdıkları oldukça etkileyiciydi. Bir bilim insanın yazdığı övgü dolu sözler kimi etkilemez ki, hoşuma gitmişti.
İlk işim bilgisayar arama motorlarında bu ismi aramak oldu
Ofisime döndüğümde ilk işim bilgisayar arama motorlarında bu ismi aramak oldu, resimlerinden simasının yabancı olmadığını gördüm. Belirli sanat ve kültür ortamlarında karşılaşmış olmalıyız diye düşündüm. Aradan birkaç gün geçmişti ki bir gazete daha düştü posta kutuma, bu bir Kahramanmaraş gazetesiydi, aynı yazı burada da vardı. Birkaç gün sonra bir Şanlıurfa gazetesi, ardından Van gazetesi, daha sonra Gaziantep gazetesi, hepsinde aynı yazı yayımlanmıştı, iyice şaşırmıştım.
Yazarın isminden başka bir iletişim bilgisine sahip değildim. Ankara’da yaşadığını bildiğim için, eline geçer mi geçmez mi kaygısıyla bu yerel gazeteler aracılığıyla teşekkür mektubu yazmak yerine kendisini bizzat görmenin, ziyaret edip teşekkür etmenin daha doğru olacağını düşünüyordum.
“Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?”
Bir gün akşam saatlerinde yorgun bir halde çıkıp asansörün düğmesine bastım, üst katlardan gelen asansör katta durdu, kapıyı açtım ince yapılı bir bey vardı.  İyi akşamlar diyerek adımımı içeri attım. Siması yabancı gelmiyordu, hafızamı zorladım evet tanıyordum ama tanışmıyordum. Emin olmak için; “Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?” diye sordum. Evet, yanıtını alınca kendimi tanıttım, dilimin döndüğünce hakkımda yazdığı ve birçok gazetede yayınlattığı yazılar için teşekkür ettim. Çok sakin ve mütevazı bir biçimde beni dinledi. Konuşmamız asansörün çıkış katına gelmesine kadar sürdü, esenlikler dileyerek ayrıldık.
Bu kısa konuşmada bir iletişim bilgisi almak mümkün olmadı. Sadece 4. kattaki arkadaşının bürosuna geldiğini, zaman zaman buraya uğradığını söyledi. Bu kadarı da benim için yeterliydi, ben de hiç olmazsa zaman zaman bu büroya uğrayıp bilgi alabilecek ya da mesaj bırakabilecektim.
Yeni yayınlarımız çıktıkça ben her seferinde İsa Hoca’ya verilmek üzere bir adedini bu büroya bırakıyordum, o da her aldığı kitap için bir yazı yazıyor ve çeşitli yerel gazetelerde yayınlattıktan sonra bir adedini benim posta kutuma gönderiyordu.
İkinci karşılaşmamız bir hastane koridorunda oldu. Gene kısa, gene esenlik ve sağlık dilekleriyle noktalandı. Ama İsa Hoca’nın benim hakkımda yazdığı ve çeşitli yerel gazetelerde yayımlanan güzel, anlamlı, onore edici, cesaretlendirici makaleleri posta kutuma düşmeyi sürdürüyordu.
Son yayımlanan kitabımızın arka sayfasına İsa Hoca’nın övgü dolu satırlarından bir bölüm koymuş, altına da adını yazmıştım. Bu kez gidip bizzat kendisine takdim edip, teşekkür etmek istedim ve arkadaşının bürosunun kapısını tıklattım. Hocanın uğrayıp uğramadığını sordum, kendisine bu kitabı vermek istediğimi söyledim. Arkadaşı, yanıt vermek yerine benim oturmamı işaret etti suskun kaldı. Ayrıcalıklı bir durumun olduğunu hissettim, oturup sessizce bekledim, çok geçmeden arkadaşı:
“Sizin haberiniz yok anlaşılan, Hocayı geçtiğimiz ay kaybettik.”
Derin bir teessür içinde dilim damağıma yapıştı, gözlerim doldu, nutkum tutuldu, bana bunca övgüler düzen bu değerli insana karşı borçlu kalmış, borcumu ödeyecek fırsatı kaçırmıştım. Aradan bir süre geçti, Hoca için bir “Anma Günü” yapılacağı haberini aldım, belki bir katkım olur diye sevindim.
Prof. Dr. İSA KAYACAN'I ANMA PROGRAMI VE PANEL
17 Ekim 2015 günü Ankara’da TÜRK-İŞ toplantı Salonunda İsa Hocayı anma toplantısı yapıldı. Kalabalık bir izleyici kitlesi vardı. Hocamız her yönü ile belleklere bir kez daha kazınmış oldu. Ben bu etkinliğin “Organizasyon Komitesi”nde yer almakla, İsa Hoca’ya duyduğum saygı ve minneti bir kez daha tüm içtenliğimle yüreğimde hissettim.

13 Ekim 2015 Salı

O HER ZAMAN GÖNLÜMÜZDE. İSA KAYACAN İÇİN.... Ünal Şöhret DİRLİK

DEEEĞERLİ ARKADAŞIMIN ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE BULUNMAK İSTERDİM. EŞİM KISA BİR ZAMAN ÖNCE FELÇ GEÇİRDİ
O, 
HER ZAMAN
GÖNLÜMÜZDE.,
İSA KAYACAN İÇİN....
*
İsa Kayacan bir ulu çınardı
Dalları göklere değer
Hep kuşlar ona konardı
Yurdun dört bucağında dostları vardı
İsa Kayacan onları mutlaka arardı.
Alçak gönüllüydü
Sevgi dolu bir kalbi vardı
“Burdur’da   bir  evin damı çökse
O gönülden ağlardı.
Adı üstünde İsa bir kaya bir candı.
Burdur sevgisini yüreğinde taşıyor
İsa Kayacan gönüllerde yaşıyor.

Bir parkta, bir meydanda onun heykelinin dikilmesini diliyorum.
Sevgilerle.
Ünal Şöhret Dirlik
FETHİYE & MUĞLA

KAYACAN'I ANMAYA ANKARA GİDİYORUM… Abdülkadir GÜLER (Söke Ekspres Gazetesi)

KAYACAN'I ANMAYA ANKARA GİDİYORUM…

Abdülkadir GÜLER
Abdülkadir GÜLER
(Söke Ekspres Gazetesi-12/10/2015) Anadolu Basınının fahri hemşehrisi Prof. Dr. İsa Kayacan (10.09.1943) Burdur doğumlu idi. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi  Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Uzun yıllar birçok Bakanın Kültür ve Danışmanı ve Basın Müşaviri olarak görev yaptı.  Görevi sırasında Sanat, edebiyatla ilgilendi. Çalışkan ve üretken bir gazeteci idi. Gazetelerde çeşitli  makaleler, denemeler, Şiirler, öyküler, roman, Tiyatro, Tarih, röportaj, gezi, araştırma ve inceleme, gibi konularda 135 esere imza attı. Anadolu’nun 60 ili ve 400 ilçesinde yayımlanan birçok yayın organı ve dergilerde yazılarıyla katkıda bulundu. Basında 25 Yılın Şeref ödülünü aldı, Anadolu’nun Fahri hemşerisi seçildi. Eserleriyle ilgili yüzlerce plâket ve onur belgesi aldı. Burdur’da ve Tefenni’de adı caddelere ve sokaklara verildi. Azerbaycan Bakü Üniversitesi tarafından İsa Kaylacan’a Türk kültürüne vermiş olduğu hizmetlerden dolayı iki kez doktorluk ve bir kez Profesörlük unvanları verildi. Prof. Dr. İsa Kayacan geçen yıl 15 Ekim 2014 Ankara’da vefat etti. Vefatının birinci yılında Prof. Dr. İsa Kayacan’ı Anma, Eğitim, Bilim ve Kültür Etkinliği adı altında 17 Ekim 2015 günü Ankara’da TÜRKİŞ KONFEDERASYONU Konferans salonunda anılacaktır. Bu anma etkinliğinde İsa Kayacan’ın  gazeteci arkadaşları, şairler, yazarlar akademisyenler ve sevenleriyle birlikte geniş kapsamda bir anma töreni yapılacaktır. Bu anma  törenine ben de davet edildim…
İsa KAYACAN, benim 45 yıllık yazar ve gazeteci arkadaşımdır. Onun vefatının  birince yıldönümünde  severleriyle birlikte  olmayı beni mutlu edecektir. Söke’den Ankara’ya gitmek benim için bir vefa borcudur…


***
Not: Cumartesi günü Ankara Tren Garı önünde patlama meydana geldi. Bu menfur saldırıda çok sayıda vatandaşımız öldü ve  yaralandı.  Bu menfur saldırıyı kınıyor, ölenlere Allah'tan rahmet, yaralananlara da acil şifalar diliyorum…

3 Ekim 2015 Cumartesi

GERÇEK BİR KALEM USTADINA MEKTUP; Murat DUMAN

06 ARALIK 2014 TARİHİNDE YEDİGÜN GAZATESİ DUMANLI BELDE KÖŞEMDE YAYINLANAN KÖŞE  YAZIMDIR .....
GERÇEK BİR KALEM ÜSTADINA MEKTUP
        Murat DUMAN
2004 yılı sonlarıydı. İsa Kayacan Hoca’m bana “İşte Hayatım” adlı kitabını imzalayıp verdi. Huyunu bildiğim için kitabı hemen okumaya başladım. Okumasam, “Kitabı okudun mu?” sorusunu sorarak beni hesaba çekeceğini çok iyi biliyordum.
Kitap, yaklaşık 700 sayfaydı. Saygıdeğer Hocam, çok titiz bir insandı. Yaptığı işi gerçekten önemser, aldığı görevi harfiyen yerine getirir, yerine getirmeyenlere de kızardı.
Kitabı okurken “Selam Olsun” adlı, sekizlik hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirine rastladım ve ilk karşılaşmamızda kendisine, “Bu şiirin bir hikâyesi var mı?” diye sordum. “Murat Bey, hangisini hatırlayayım? Hatıraları olan şiirlerimi not alırım. Onlara bir bakayım.” dedi. Doğru ya nereden hatırlayacaktı. 36.500 makalesi ve 131 adet basılmış kitabı olan bir üstadın anında bir şiirinin hikâyesini hatırlaması ne mümkün!
Bir gün öğle yemeğinde kıymalı melemen yapmıştım. Yemeğe bekliyordum değerli Hocamı. Yemek yerken, “Hatırladın mı şiirin hikâyesini?” diye sorunca, “Evet.” dedi ve cebinden bir kâğıt çıkartarak okudu.
Bir Bakan’ın basın danışmanıyken makam arabasıyla ve birkaç görevli arkadaşıyla birlikte Adana’ya giderler. Valiliğe girip görevleri gereği yardım alacaklar, sonra da Bakan Bey’i karşılayacaklardır. Hocamız, Vali Bey’le konuyu bizzat konuşur. Vali Bey, ya konuyu anlamaz ya da umursamaz bir tavır sergiler. Aradan bir saat zaman geçer. Hocanın canı sıkılır ve oturduğu yerden bu şiiri kaleme alır, Vali’ye uzatıp, “Siz gerçekten çok çalışkan bir valisiniz bu başarınızı Bakan Bey’e anlatacağım!” der. Şiiri okuyan Vali, derhâl istenilen işlerin yapılması için talimatlar verir. Böylece alınan görev eksiksiz olarak yerine getirilmiş olur.
Hocamız, Vali Bey’in umursamaz davranışını tabiî ki Bakan Bey’e anlatmaz.
Sohbetin sıcaklığı içinde, “Hayırdır, bu şiir neden dikkatini çekti?” diye bir soru yönelti. “Müsaade et de o da ben kalsın!” deyince bir tebessüm belirdi yüzünde.
Zaman içinde şiiri sert sözlerden arındırıp kendine okudum. “İzniniz olursa bu şiiri bestelemek istiyorum.” diyerek olurunu aldım. Şiirin üç dörtlüğünü bir aya yakın çalışarak uşak makamında besteleyip bir arkadaşın saz eşliğinde kayıt yaptım ve Hocama dinlettim. Çok memnun oldu ve bana dönüp, “Sende anlayamadığım bir şey var. Bu ne hamaratlılık yahu! On parmağında on hüner var. İş adamı olduğunu, şair olduğunu, güzel sesinle şarkı ve türkü söylediğini, Belde gazetesinde ‘Dumanlı Belde’ adlı köşende yazılar yazdığını, altı yıldır müzik eğitimi aldığını biliyordum da beste yapacağın aklımın ucundan geçmezdi! Vallahi beni şaşırtıyorsun, pes doğrusu Murat Bey!” diyerek beni onure etti.
İnkâra asla gerek yok. Onun hakkını asla ödeyemem. Beni âdeta bir gergef gibi işledi yaklaşık dokuz sene.
Hocamı 1999 yılında tanımıştım. İlk seneler pek samimiyetimiz olmamıştı. Eşi Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra cennet mekân Ahmet Tufan Şentürk Hocamın evinde karşılaşınca samimiyetimiz iyice pekişti. Tufan Hoca vefat edince her alanda bana kol kanat geren, ilmî yönden desteğini esirgemeyen İsa Hocam elimden tuttu. O yıllarda kendisi Belde gazetesinde köşe yazıyordu. Onun taassubuyla arada bir misafir yazar olarak ben de makale yazıyordum aynı gazeteye. İlerleyen yıllarda Belde gazetesinin sahibi Alaattin Kaya Bey’in nazik davetini kırmayarak “Dumanlı Belde” adını taşıyan köşemde yazılar yazmaya başladım. Yazılarım okudukça beğeni kazanmaya başladı. Dağdaki bir ağaçtan güzel bir mobilya yapmanın mutluğunu yaşıyordu hocam sanki. Kendimi övmek istemiyorum ama ilk yazamaya başladığımda yazılarımın beğenileceğinden adım gibi emindim, çünkü makale konusunda beni İsa Hocam yetiştirmişti. Çıkan her yazımı keserek bir A/4 kâğıdına yapıştırıp bana getiriyordu değerli Hocam. Bir gün bana, “Yaşadığım müddetçe bu görevi ben yapacağım. Sonunda da yazıların bir kitabı dolduracak kadar çoğaldığı zaman vakit geçirmeden kitaplaştıracağız.” dedi.
Hocamla her gün olmasa bile haftanın en az dört günü beraberdik. Çünkü gazetede çıkan köşe yazılarını almaya gelirdi Rüzgârlı Sokak’a. Haksız ve riyakâr insanlara çok kızar, “hormonlu” yakıştırması yapardı onlara.
Edebiyat camiasında öyle dengesiz, öyle olgunlaşmamış, sözüm ona insan müsvetteleri var ki, Hocamızın edebiyata verdiği katkılardan dolayı Türki Cumhuriyetlerden alnının akıyla aldığı fahri doktor (Prof. Dr.) unvanı çekemeyenler, çeşitli yalakalıklarla bin bir takla atarak müsteşar olmuş, öğrencilerine tezler yazdırarak, tezler çalarak akademik payeler edinmiş hormonlu proflara çok kızardı.
Bir gün İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Merkez Birliği)’nin düzenlediği bir Beypazarı etkinliğinde katılıp gruplar hâlinde okullara dağıtıldık. Edebiyat hakkında bilgilerimizi sunacaktık. Her okul misafir olarak gelecek şairlerin, yazarların biyografisini bir slayt şeklinde göstererek memnuniyet ifadesi sergiliyorlardı. İsa Hocamız, önceleri benim iyi ahbabım olan dengesiz bir ozanla başka bir okula misafir olurlar. Okuldaki slayt gösterisinde Hocama ayrılan kısım biraz fazla sürmüş ki, normaldir. O dengesiz ozan ise ayağa kalkarak, “Neden İsa Bey’in slayt gösterisi uzun da benim gösterim kısa?” diye talebelerin önünde okulun hocalarına tepki göstermiş. O sırada görevli hoca, “İsa Hocayı tanırız. Ömrünü edebiyat ve edebiyatçılara vakfetmiştir. Onun içindir ki, slayt gösterisinin uzaması son derece normal!” diyerek malum şahsı susturmuş.
Beypazarı programın ertesi günü İsa Hocam bana gelerek durumu anlattı. Çok üzüldü ve bana senden bir ricada bulunacağım dedi bende buyur hocam dedim şu sözleri bana ait olan selam olsun şiirim sen besteledin ve o maalüm ozana sazını çaldırdın vidoda besteye ortak ettin lütfen onun adını sil onu böyle layık olmadığı bir eserde görmek istmiyorum ve mümkünse onu buradan uzaklaştır kendin ozan saniyor dedi  O malum ozanı takibe aldım. En ufak hatasını bulup mekânımdan def edecektim. Öyle de oldu. Affedilmez bir hata yaptı, ben de hem yanımdan hem de mekânımdan uzaklaştırdım.
İsa Hocam, Türkiye genelinde tanınan ve tanınmayan birçok şairin eserlerini köşesine taşıyarak onların tanınması için elinden gelen ne varsa ortaya koymuştur. Bu konularda da sıkıntılar yaşayan değerli Hocam, “Önce yanıma geliyorlar, İsa Hocam diyerek yere göğe sığdıramıyorlar, tanıtım yazıları yayımlanınca semtime dahi yaklaşmıyorlar.” diye dertlenirdi.
Hocamla bir defasında arabamla Antalya’ya, Mustafa Ceylan Bey’in bir etkinliğine gitmiştik. Ben Antalya’da bir müddet kalacağım için Hocamı otobüs terminaline bıraktım. Çantası yerinden kalkmıyordu. “Bu nedir?” diye sordum. “Sorma, birçok şair kitap getirdi, ben de geri çevirmedim. Gazete köşemde bu kitaplar hakkında yazılar yazacağım.” dedi. İşte böyle bir edebiyat âşığı idi İsa Hoca.
Şiirlerinde gerçekçiliği çok sever, âdeta bir fotoğraf makinesi gibi gördüklerini kaleme alırdı. Camiamızda şiir kalitesi çok zayıf şairler vardı. Onlara, şiirde kaliteyi korumak için toplantılarda, “Şiirimizi biraz dinlendirelim.” diyerek telkinlerde bulunurdu.
Yine bir gün öğle yemeğinde köfte yiyorduk. Hocamda bazı değişiklikler görüyordum. “Rahatsız mısın, günden güne zayıflıyorsun?” diye sordum. “Murat Bey, sorma! Bu şeker illeti bana huzur vermiyor.” dedi. Ama gördüğüm sıkıntı şeker sıkıntısına benzemiyordu. Bir de duydum ki, hastaneye yatmış, ameliyat olacak. Hemen ziyaretine gidip moral vermeye çalıştım. Birçok tahlillerden sonra zor bir ameliyat geçirdi. Başında kızları Gül ve Filiz vardı. Ailesinin onu yalnız bırakmaması çok hoşuma gitti. Ziyaretimde, “Seni çok seviyorum. Yanıma sen gelip de dertleştiğim zaman içimdeki karanlıklardan aydınlığa çıkıyorum.” diyordu. Başarılı bir ameliyattan sonra tekrar aramıza döndü. Rüzgârlı Sokak’a gelip yeni çıkan gazeteleri alıyor, yanıma uğrayıp insanların vefasızlığından dert yanıyor, üzülüyordu. Çünkü hastalandığında çok az sayıda insan arayıp hastaneye gelmişlerdi. Kedisine telkinde bulunup rahatlatmaya çalıştım. “Duymamışlar veya rahatsız etmek istemişlerdir.” dediğimde bana kızarak, “Yahu, insan dostlarını yanında görmek ister. Bu kadar vefasız insanlara ben neden hizmet ettim?” diyerek hayıflandı ve ardından, “Sen o kadar vefalı bir dostumsun ki, bunu sözle tarif edemem.” diye ekledi. “Ben hiçbir şey yapmadım.” dediğimde ise, “Yok canım, eline neşteri alıp ameliyata girmediğin kaldı. Hep yanımdaydın. İşini gücünü bıraktın benim için.” diyerek sevgisini sunuyordu.
Aradan çok zaman geçmedi. Görüşmelerimiz aralıksız devam ediyordu. Ancak, ameliyattan kalkmış olsa da eski düzeni yoktu Hocamın. Yemiyor, içmiyor, daha doğrusu midesi hiçbir şeyi kabul etmiyordu. “Üzülme, gazeteleri ben getireyim. Yeter ki sen yorulma.” dediğimde, “Senin bilmediğin bir şey var Murat Bey! Gazetelere gelmekle kendimi yeniliyorum.” diyordu.
İşim gereği bir seyahate çıkmıştım. Duydum ki, Hocamız, Rüzgârlı’daki Devlet Hastanesine yatırılmış. Ziyaretine gittiğimde artık her şeyin bittiğini hissediyor ve üzülüyordum. O ise hâlâ iş konuşuyor, “Kadınlar Destanı adlı kitabım geldi mi sana?” diye soruyordu. “Geldi.” dedim. “O kitaba yaptığın besteyi notasıyla beraber koydum.” dedi tatlı bir gülümsemeyle. “Hastaneden çıkınca beraber bakarız.” dedim. Beni bırak şimdi gidince hemen oku dedi.ve kitabi okudum ...
Hocamın, Anna adında iyi bir bakıcısı vardı ve kendisine çok iyi bakıyordu. Kızları Gül ve Filiz Hanım da sırayla gelip bakıcı Anna Hanım’ı dinlendiriyorlardı. Ama gün geçtikçe ümitlerin tükendiğini görebiliyordum. Zorluklar içindeydi. Konuşamıyor, canını Azrail’e vermemek için mücadele ediyordu. Doktoru gelip, “Çok sürmez, bir ya da iki saat sonra Hakk’ın rahmetine kavuşur, hazırlıklı olun, diğer kızını da çağırın.” dedi ve bana dönerek, “Sen neyi oluyorsun?” diye sordu. “Hocamdır.” dedim. “İsterseniz siz dışarı çıkın. Belki duyduklarınıza, göreceklerinize dayanamazsınız.” dedi ve beni dışarı çıkardı. Her şeyin sonunun gelindiğini bizzat gözlerimle gördüm. Aradan yarım saate yakın bir zaman geçti. Artık (Prof. Dr.) İsa Kayacan Hocam yaşamıyordu.
Saygıdeğer Hocamla çeyrek asırlık beraberliğimizin anlatılacak çok yönü var, ama şimdilik bu kadarını dile getirdim. Aziz hatıralarıyla kalan ömrümü tamamlayıp bir gün ben de onun yanına gideceğimi biliyor, bu bilinçle hayatımı sürdürmeye çalışıyorum saygılarımla.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun İsa Hocamın.                                           

BU ODUN BU PİLAVI PİŞİRMEZ... Murat DUMAN

BU ODUN BU PİLAVI PİŞİRMEZ... 
                                                                                                                   Murat DUMAN
Siz tüm gücünüzle yeteneğinizi kullanıp bir konuyu detaylarıyla, artı ve eksileriyle anlatırsınız, açıklarsınız. Karşınızdaki veya karşınızdakiler dinler görünür, dinlemezse anlar görünür anlamazsa aynı nokta etrafında dönüp durursa şaşırır, harcadığınız zaman ve emeğinizi acır, üzüntü duyarsınız. Yanı anlatmak kadar, anlamakta önemlidir.
Bir zat-ı muhteremle beraber Kütahya da bir dinletiye katılmıştım. Dinletide çok güzel yöre türküleri seslendirildi. Şiirler okundu, harika konuşmalar yapıldı. Belediye destekli bu dinleti yi düzenleyen Mehmet Uygun Bey Efendi idi ve bizleri çok güzel ağırladı.
            Dumlupınar Üniversitesi yurdunda kalıyorduk. Son gecemizdi, dinletiden döndük, kendi aramızda ve orada bulunan sayıları Yaklaşık 100 kız ve erkekten oluşan öğrencilerle sohbet yapıyorduk. Derken saat gece O 2, sularına gelmişti.
            Tam kalkmak üzereyken, bir hanım efendi ve benim yol arkadaşım olan zat-ı muhteremle bana doğru geliyorlardı. Hanım efendi” Murat bey sizinle biraz konuşabiliriyim” dedi. Ben de tabii ki dedim bir köşeye oturduk. Az sonra o zat-ı muhteremde arkamızdan geldi.
           Ben, hanım efendiyi başka bir ilde güzel bir etkinlikten tanıyordum.
           Meğer o saygı değer zatla aralarında geçmişten kalan bir evlilik meselesi varmış. Konu açıldı enine boyuna konuşuldu. Anlatıldığına göre, sözler verilip takılar alınmış. Hanım efendi bir olumsuz sözden alınıp her şeyi yıkmış tarumar eylemiş. O zat-ı muhteremde bu olaylar geliştikten sonra sevdiği kadını kaybetmenin ezikliği ile ver yansın etmiş. 
            Her ikisi de o meşhur gururlarının yükü altında kalmış ve çıkamıyorlar. İkisini de önce birlikte sonra hanım efendiyi dört saat süreyle ayrı dinledim. Her ikisinde de sarsılmayan bir sevgi vardı. O zat-ı muhterem geçmişte yaptığı hataların yenilgisini beyan edip, özür diledi. Ancak hanım efendi gururundan kurtulamıyor dönüp, dönüp aynı konuları dile getiriyordu.
            Derken ben araya gidim. Dedim ki; bu konulara bir on beş gün ara verin düşünüp hep beraber karar verelim. Bir hafta gibi zaman geçti, Hanım efendiyi aradım ve konuşulması gereken ne konu varsa kendisine izahta bulundum.
            Sonunda, hanım efendinin mutlaka bir psikolojik destek alması gerektiğini anladım. Çünkü bu evlilik gerçekleşse bile, evliliğin çok uzun ömürlü olmayacağını anlamıştım. O zat-ı muhterem yapılan hataların bir daha tekrarlanmayacağına dair hem söz verdi hem de özür diledi. Bir daha bu gibi konulara en asgari şekilde riayet edip dikkatli olacağına dair sözde vermesine rağmen, hanım efendi hala geçmişteki; gururunu yıpratan bir tek cümleyi durmadan tekrarlayıp, hala sevdiğini söylemesine rağmen, sorunları aşılmaz hale getiriyordu.
            Geriye dönüş olsa bile, bu odunun bu pilavı pişirmeyeceğini anladım. Burada yıllardır söylenen, yaşanan ve yazılan aşkın büyüklüğünü ve hiçbir sınır tanımayışını bir kez daha gördüm ve uzun, uzun düşündüm ve İki güzel gönlün yeterince bu aşkın güllerini soldurmamak için gayret göstermediklerine inanıyorum. Oysa benim bütün gayretim her ikisi de hazanında olan dostlarımın, yaşanacak ne kadar ömür varsa, bu mutluluk mutlaka yaşanmalıydı. Hanım efendi kardeşim ve zat_ı muhterem yol arkadaşım; AŞKIN her şeyden daha üstünde olduğu gerçeğini kabul edip sayabilseydi onların mutluluğu karşısında ben onlardan daha çok mutlu olacak onların beraberlikleri karşısında gururlanacaktım hayırlısı olması dileklerimi belirtiyor her iki dostuma saygılarımı sunuyorum. 

YOLUN AÇIK OLSUN

Kapattım sayfayı bir daha açmam,               
Yolun açık olsun git güle güle,                             
Çorak topraklara sevgimi saçmam,                  
Yolun açık olsun git güle güle…

Sevda pınarından taşsaydın keşke,                      
Gurur cephesinden düşseydin keşke,                  
Kin ile nefreti aşsaydın keşke,                                        
Kolun açık olsun git güle güle… 

Nefret ile gurur düşmandır cana,             
Güvensizlik düşmüş aklı mekâna,                    
Sevgi emek ister inanın bana,                            
Salın açık olsun git güle güle…

Daldaki meyveler olsun bir hele
Yapraklar dayanmaz savrulur yele
Ömür hazan olmuş düşersin dile,
Elin açık olsun git güle güle...

Bir kez nefsi yenip yere çalsaydın,
Yaşanan hayattan ibret alsaydın,
Bin kere düşünüp kıymet bilseydin,
Gülün açık olsun git güle güle....

Muradın sözleri hiç kâr etmedi
Aklın cenahından güman gitmedi
Sevgi hâkim olup ceylan gütmedi,
Selin açık olsun git güle güle.....
                                    20.08.2007 - ANKARA