24 Şubat 2012 Cuma

Konuk Yazar: Tamilla Aiyeva


XX ASRIN EN BÜYÜK KATLİAMI –HOCALI SOYKIRIMI
Doc. Dr. Tamilla ABBASHANLI-ALİYEVA
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, Öğretim Üyesi
 1992. yılının Şubat ayının 25-den 26-na geçen gece XX asrın en büyük katliamı – Hocalı katliamı baş verdi. Kan içen zalim Ermeniler Türk”e düşmen olan Rus Askerlerine (bu askerler 366 sayılı motoatıcı alayda idi, bu askerlerin elinde çok güçlü harbi sürsat vardı)  güvenerek  Karabağ’ın en güzel kentlerinden biri olan Hocalıya girdi,  hiçbir günahı olmayan insanları kanına kaltan etti, bu vahşiler kimseye  rahim etmediler, 80 yaşlı nineye de, 2 aylık  çocuğa da .. Her kesi kurşunladılar.  Azerbaycan’ın ünlü yazarı Nesiman Yakuplu Hocalı katliamını gözyaşı ile dile getirir: “Düşmen amansız idi ve karakterindeki bütün insani hisleri kenara koyup kuduz canavara dönmüştü. O Türk kanına susamıştı ve bu kandan içtikçe hiddetlenir, ihtiraslı bir kuvve ile yardıma muhtaç olan avının üstüne atılır, insafın, merhametin ne olduğunu bilmiyordu. Onun kalbînde sadece bir  “arzu” vardı: Türk kanı içmek! Becerdikçe çok içmek Türk kanını! Onun Ulu Babaları da böyle yapmışlar. Şimdi de mekirli babaların kinli evlatları bu isteği hayata geçirirdiler.”. Bir anlığa Hatın faciasını hatırlayalım. İkinci Dünya Savaşında Almanlar Belorusiya”nın (Beyaz Rusya)  Hatın köyündeki insanları bir büyük eve yığıp ateşe verdiler. Bu olayı bu güne kadar bütün dünya konuşur. Orada ölenler hiç de Hocalıdan çok değildi, çünkü eli silah tutan savaşa gitmişti, kalanlar elsiz-ayaksız ihtiyarlar ve çocuklar idi.  Hocalı’da ise bütün insanlar evinde idi, demek olmazdı ki, sakin uyuyordular, çünkü bilirdiler ki, etraflarında Ruslara yalakalık yapan, örü boyu Türklere nefret hissi ile yaşayan kuduz canavarlar- Ermeniler var. Erkekler ve kadınlar geceler uyumak ne olduğunu bilmiyordular, pervane gibi çocukların, elsiz-ayaksız, melek gibi ihtiyarların – nine ve dedelerin keşiğini çekiyordular. Onlar ise sakince uyuyordular. Ve birden gece yarısı onların uykuları parça-parça oldu. İnsanlar senelerce yıgıb-düzelttikleri servetlerini, göz bebeği gibi korudukları evlerni koyup sadece canlarını, yavrularını, ihtiyarları alıp ormana yüz tuttular. Düzengahla gedseydiler, Ermeniler havaya fişeng atıp onları görecekti ve bir insan canını bu güllelerden kurtarmayacaktı. Silah sesini işiten insanlar ayakkabılarını, sıcak giysilerini giymeye imkân bulamadılar. Kimi paltosuz, kimi çorapla karın üstünde ayak yalın, başı açık... Ne kadar insanı kar, buz sakat etti. Ayaklarını, ellerini don vurdu. Hocalı sakini 23 yaşlı dünya güzeli Hatice”nin ayakları kesildi, şimdi sakat arabasında geziyor. 51 Ayna Kasımova, Suna Aliyeva,62 yaşlı Samet Talıbov, 15 yaşlı Salman Kasımovun, 57 yaşlı Gülalı Mehraliyev’in, 18 yaşlı Vugar Karayevin ayaklarını şahta vurup, bunların hepisi sakattır. Ama Azerbaycan’ın çeşitli yerlerinden Ermenistan’a, Rusya”ya ve dünyaya göç eden Ermenilerin başına böyle felaket gelmeyip. Paralarını, eşyalarını alıp trenle, uçakla istedikleri yere gittiler. O gece kanicen Ermeniler Rus askerleri ile birlikte 613 insanı katliam ettiler. Onların içerirsinde 63 çocuk, 106 bayan, 70 ihtiyar nine ve dede hususi Ammansızlıkla katliam edilmişti. Bütün dünyaya yayılıp gece-gündüz “Türkler bizi soykırım etmiş” deyen Ermeniler bir gecede gözlerini kırpmadan 613 insanı katliam etmişler. Utanmadan, çekinmeden hele bu dediklerini ülkelerin parlamentolarında müzakereye çıkarır, yalanlarını işe vere bilmeyende timsah gözyaşları tükür, haray-haşire el atıyorlar. Romanya”da Azerbaycan Bayrağını tahkir ettiği üçün bir Azerbaycanlı ve Karabağlı bir asker Ermeni Askerini öldürdü. Onlar ise bunu bütün dünyaya yayıp o askere ölüm istediler. Hâlbuki ölen Ermeni”nin Babaları o Karabağlı Askerin bütün akrabalarını öldürdüler, sağ kalanları esir götürdüler,  esirlikte onlara işkence vererek öldürdüler. Ama Azerbaycan’da ermeni esiri yoktur ve olanda bele onlara işkence verilmedi. Ermeniler Hocalı şehrinden olan Nüseynova Mehribanı üç evladı ile esir aldılar. Çocuğun biri yeni doğmuştu, biri 4, biri ise 5 yaşında idi. Şimdiye kadar onlar hakkında hiçbir malumat yoktur.  34 yaşlı Aliyeva Svetlana da Ermeniler tarafından esir alınmıştır, bu güne kadar ne ölüsü, ne kaldısı bellidir.  Karabağ savaşının nasıl bir savaş olduğunu anlamayanlar tez-tez bizlere böyle soru verirler:- Karabağı kendi elinizle Ermenilere verdiniz? Bu soru bizi çok üzüyor. Kimse toprağından bir karış bele olsa kimseye vermez. Hiç unutmak lazım değil ki, Azerbaycan askeri bir avuç Ermeni ile değil, elinde son model silah olan Rus askeri ile vuruşurdu. Ermeniler defalarca Hocalı halkına haber gönderdi:- Çıkın gedin bu topraklardan. Onlar ise.- Bu bizim ata-baba toprağımızdır, hiç yana gedmeyeceğiz -dediler. Ama sözle, yalın elle, silahsız Vatan korunur”mu?! Tabii ki,  korunmaz. İnsanlar son nefeslerine kadar direndiler, kenti terk etmediler ve bir gecede 613 insan Ermeni ve Rusların kurşunlarının kurbanı oldu. O gece dünyada XX asrın en büyük faciası  - Hocalı katliamı baş verdi. Yüzlerle insanın kanı aktı. Beyaz saçlı ihtiyar annelerin beyaz saçları kana boyandı. Yiğit oğulların diri-diri başı kesildi. Dilsiz çocukların, masum yavruların bedenleri kurşunlardan deşik-deşik oldu. Pak ve çiçek kızlarımızın namusu lekelendi. Esirlikte kalanları Ermeniler aç-sussuz, soğuk yerlerde saklıyor, her gün ağır işkenceler verirdiler. Ermeniler insanların ağzındaki altın dişleri zorla çekip çıkarırdılar. Bazen bunun için çatallardan bele istifade ediyordular. Bazen esirleri yüksek binaların balkonlarından atır, ölmeyende yeniden azap verirdiler. İnsanların ellerinin üstüne çıkıyor, kemiklerin kırılmasından hususi lezzet alırdılar. Esirlerden ölen olanda onu sağ insanların arasında günlerle saklayıp sağlara azap verirdiler. Müşkünaz adlı 22 yaşlı genç kadın 2 yaşlı kızını başındaki yazma ile boğup ve sırtına bağlıyor. Çünkü aç çocuk ağlıyor ve onun sesini işiten Ermeniler onların ardınca gelerek 15 insanı da kurşunlayacaklar. Bunu gören anne çocuğunu öldürür ki,  bu günahsız insanlar hilas olsun. Ancak rehimli Allah bu günahsız çocuğun ölmesine, annenin gözyaşlarına razı olmuyor, çocuğu hayata kaytarır. Şimdi Salatın o günleri hatırlaya bilmese de hayattadır, yaşıyor. Müşkünaz hanımın ayağını don vurup, hekimler iki parmağını kesmişler.  Hocalı faciası “ adlı kitapda Hazan gül adlı bir çocuğun çok kederli bir öyküsü var. Hazan gülün ailesinde 4 kızdan sonra bir oğul dünyaya gelmişti, adını Vüsal koymuştular. Hazan gülle babasını Ermeniler esir götürdüler. Babasına söylediler: - De ki, Karabag eski Ermeni toprağıdır. O ise dedi:- Karabağ Azerbaycan toprağıdır. Babasını ağaca bağladılar, üstüne petrol döküp yandırdılar. Hazan güle ise dediler:-Git, seni öldürmüyoruz, onsuz da sen kurşunsuz da ölürsen.  Onlar bu küçük kızın kalbine ölüm dağını vurdular. Bir bacısını Hocalıdan çıkarken kurşunladılar. Sonra Annesini kurşunladılar. 8 aylık kardeşi Vüsal, bacısı Nigar ve Hazangül ninesinin ihtiyarına kaldı. Meğer dünyada böyle bir facie olur”mu? Ermeniler Mehseti Türklerini Ermeni mezarlıklarına götürür, Ermenilerin mezarı üstünde onların başını kesirdiler ve sevinçle:- Türkü Ermeni”ye kurban kestik- deyip şadlık ediyordular. Hocalıda ele aileler vardı ki, içlerinden bir insan bele sağ kalmadı. Hocalı faciesini birkaç sahi faya yerleştirmek mümkün değil. Bana öyle gelir ki, Hocalı katliamı sadece bu katliamın töredildiyi gün değil, her zaman biz Türklerin yaddaşında olsun, yaddaşımıza ebedi hasır olunsun. Dünyaya yalandan:”Türkler bizi soykırım etmişler” deye bar-bar bağıran Ermenilere onların Türklere yaptıkla arı soykırımı hatırlatmak lazımdır. Elimde bir kitap var:  “Ermeni terörü”. Kitap Azerbaycan’da Azeri Türkçesi, İngilizce, Rusca basılıp. Burada “Armenakan” (1885), “Hncak”(1887), “Daşnaksütyun”(1890) gibi Ermeni partilerinin ne kadar Türkü soykırım etmeklerinden konuşulur. Kitap Ermenilerin Anadolu bölgesinde, özellikle, Erzincan, İzmit, Sarıkamış ve s. yerlerde dinç insanların başına getirilen felaketleri aks ettiren resimlerle açılır. Bu resimlere bakmağa taş gibi yürek lazımdır, çünkü her yürek bu faciaya tab getirmez. Ammansızlıkla öldürülmüş kadın ve çocukların üst-üste dökülmüş cesetlerine bakmak mümkün değil. Erzincan’da katliam edilmiş bir Türk ailesi.  Balta ile kolları ve başları kesilmiş insanlar... Kitabın bir bölümü Ermenilerin  “Nemezis” terör harekâtından konuşulur. Yazılır ki, Armen Garonun başkanlık etdiyi  “Nemezis”in listesinde 650 kişinin ismi vardı ki, onlar Türkiye”nin ve Azerbaycan”ın en ünlü Devlet adamları idi. 3–5 kişilik terörçular arayıp o insanları bulur, öldürürdüler. Ermeniler Azerbaycan’ın Parlamentosunun başkanı Hasan Bey Agayevi, Azerbaycan Nazirler Şurasının Başkanı Nasip Bey Yusufbeylini, Azerbaycan’ın Dış İşleri Bakanı Feteli Bey Hoyskini 1920-ci yılda Tiflis şehrinde, 15 Mart 1921 Osmanlı Devletinin İç İşleri Bakanı Talat Paşanı  Berlinde,  Azerbaycan’ın İç İşleri Bakanı Behbut Bey Cavanşir’i 18 Temmuz 1921 İstanbul’da 4 Agustus 1922-ci yılda  Osmanlı Devletinin Harbi Bakanı Enver Paşanı Afganistan yakınlığında, Camal Paşanı 1922-de Tiflis şehrinde katliam etmişler. Kitapda Ermenilerin Türkiye’de, Azerbaycan’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde Türklere karşı ettikleri katliam anlatılır.
Bunları yazmakla heç de insanların içinde bir kısas tohumu cücertmek                                   istemiyoruz. Sadece gerçeği söylemekle haklı olduğumuzu dünyaya işittirmek istiyoruz. Onsuz da Türk istese de kalbinde kısas ağcı büyüte bilmeğiz. Tanrı Türkü sevgi ile yoğurarak yaratmıştır. O istese de insanlara kötü nazarla baka bilmiyor, çünkü o doğularken onun Annesi ona: -Unutma ki, bu dünyada senin bir düşmenin var, o da Ermenidir- dememiştir. Ama Ermeni anneleri – Siranuşlar, Vartanuşlar yeni doğan çocuklarını kucaklarına alırken ilk sözleri bu olur:- Unutma ki, bu dünyada senin bir düşmenin var, o da Türk dür- diyorlar. Türk Annesi yeni doğulmuş çocuğunun kulağına hep iyi şeyler söyler. Bir de bizim Nizamîmiz, Yunusumuz, Mevla nemiz, Nesimimiz, Füzuli’miz de hep insan sevgisinden yazmış, bizlere:- En Yüce varlık insandır, onu sevin – demişler. Ama kimseye düşmen kesilmesek de, düşmanımızı tanımalıyız, atasözüdür, -Canavarla dostluk et, sopayı elinden koyma. Biz de düşmene karşı ayık-sayık olmalıyız. Yeter artık: -Düşmen meni taşla, ben düşmeni aşla.  Ermeni bunu anlamadı ve bütün dünyaya bizi  “soykırım eden halk” gibi gösterdi. Hatta öz içimizden onlara destek verenler bele bulundu ve bu anda yâdıma yine bir atasözü düştü:- Allah”ım, beni dostlarımdan koru, düşmanlarla kendim baş ederim. Bu gün Türk Dünyası ona “soykırım eden halk” damgası vuranlara karşı birleşmelidir. Bu gün Türk Dünyası asırlarca koynunda besleyip azizlediği yılanı tanımalıdır. Bu gün Türk Dünyası bir yumruk gibi birleşmeli,  yalnız uydurma, sözde yalancı soykırım meselesinde değil,  Türk Dünyasının refahı, gelişimi, çiçeklenmesi uğrunda her bir işte birleşmeli, bir söz demeli, bir-birini desteklemelidir.

22 Şubat 2012 Çarşamba

KONUK YAZAR:


 Türk’ün Sesi, Kardelenimiz
Prof. Dr. İsa Kayacan’a sahip çıkalım
İsmail YAĞCI
            Değerli okurlarım: Elinizde bulunan Gündem Gazetesinde son zamanlarda yazılarını gördüğümüz veya okuduğumuz bir büyük üstadı, memleketimizin onuru, gururu Prof. Dr. İsa Kayacan’ı dilim döndüğünce size tanıtmaya çalışacağım.
 KİMDİR BU İSA KAYACAN?:
 Hasan Hüseyin ve Güldali’nin çocukları olarak, 20 Eylül 1943 tarihinde Burdur'un Tefenni İlçesi'ne bağlı Ece Köyü'nde doğdu. İlk şiiri Nisan 1956’da, ilk yazısı 24 Ocak 1961’ de yayınlandı. Edebiyatın değişik dallarında 129 ayrı kitap yayınladı. 42 binin üzerinde makalesi, 3560 ayrı gazete ve dergide yer aldı. Değişik kamu kuruluşlarında basından sorumlu görevler yaptı. 11 ayrı Bakanın “Basın Danışmanı” olarak çalıştı. “Bakanlıklar arası en çalışkan ve başarılı Basın Danışmanı” seçildi. “Basında 25 yılın şeref ödülü” başta olmak üzere, onlarca ödülle 227 plâket aldı.
Defalarca yılın yazarı, yılı edebiyatçısı, yılın şairi ve yılın editörü seçildi. Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de bulunan Üniversitelerce iki ayrı “Fahri Doktora”, bir “Fahri Profesörlük” payesi alan ve “Guinness Rekorlar Kitabı” na girme çalışmalarını sürdüren Kayacan’ın; Burdur merkez ve Tefenni ilçesinde Belediye Meclislerinin kararlarıyla adı birer Cadde ve Sokağa verildi. 2006 yılında Ankara ve Burdur’da “Türk Kültür ve Basın-Yayınına 50. Hizmet Yılı” kutlanan İsa Kayacan, Anadolu’da yayınlanan yüzlerce gazetenin “yazar kadrosunda” yer almaktadır.
            İsa Kayacan her ne kadar doğum yeri Tefenni Ece Köyü olarak kayıtlara geçmişse de, O bir Gölhisarlı, Yusufçalı, Konyalı, Edirneli, Erzurumlu, Bakûlüdür.
Kısaca Türkün sesidir, soluğudur. Anadolu kültürünün misyoneridir.
Bilgi birikimini hiçbir çıkar gözetmeden paylaşan bilgindir.
            Şöyle bir çevremize bakalım. Devletin milletin parasıyla okullarda okumuş eğitim almış kişiler görürüz. Bunlar ya emekli olmuş, emeklilik maaşı alarak suya sabuna dokunmadan kahve köşelerinde oyun oynayarak zaman öldürerek toplumsal bir fayda sağlamadan kafasındaki fazla bilgi(!) birikimini, paylaşmadan uzak; çalışanları, üretenleri eleştiren; öz eleştiri yapamayan, konuştuğu zaman mangalda kül bırakmayanları, ya da birilerinin paçasına yapışarak bir şeyler kazanmak isteyen yalakaları veya kendini tabiat üstü varlık gibi gören, insanları küçümseyen psikolojik sorunları olan kişileri görürüz. İşte bu açıdan da bakınca; inşallah, İsa Kayacan gibi, birikimlerini mezarda değil burada vatandaşlarla paylaşırlar.
            Bir yurttaş olarak değerlerimizi sahip çıkmak insanlık görevidir.Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir köşesinde toprak kokulu kerpiçten bir evden çıkmış, dişiyle, tırnağıyla, alın teriyle çalışmış ve bu çalışmalarıyla başarılara imza atmış ve ödüllendirilmiş,  araştırmacı, şair, yazar, gazeteci  Prof. Dr. İsa Kayacan’a sahip çıkalım.. (Gölhisar Gündem Gazetesi, Burdur, 20 Şubat 2012)