26 Eylül 2013 Perşembe

Nadir Şener HATUNOĞLU

KONUK YAZAR:
D A Y A K
Nadir Şener HATUNOĞLU
   Matematikçi-Bilim Uzmanı
            Dünkü (25 Eylül 2013) İnternet Tv. Gazetesi’nde bir haber gördüm; okudum diyemiyorum. Millî Eğitim Bakanlığı, yeni bir ‘eğitim’ yöntemini ilgililere iletmiş: DAYAK. Ayrıntıya girmiyorum; meraklısı araştırıp bulabilir. Derler ya; Napolyon bakmış ki (1812) topçu ateşi durmuş.  İlgili komutanı çağırıp sormuş:
-Niçin ateşi kestiniz?
-Dokuz sebepten dolayı.
-Neymiş O sebepler?
-Bir: Barut kalmadı. İki…
-Sus yeter; ötekilere ne gerek?
Ben de haberin ‘Dayak’ eksenine bağlandığını görünce, ayrıntıya önem vermedim; çünkü biliyorum ki Dayak’ın ayrıntısı iğrençtir…  
Gazeteye yorum yazdım; henüz yayımlanmadı. Yayımlanmaya - bilir de; çünkü kendimi övdüm(!) Üç kızım ve bir oğlum var. Hiç birini bir tek gün bile azarlamadım; ikna ettim. Çocuklarım, bu sayede akademik kariyer yapabildiler. Eşime de bir kez bile küçültücü karşılık vermedim. Hatta geçen yıl çocuklarımla bir aradayken sordum: Annenize sert bir çıkış yaptığım oldu mu hiç?
Yanıt: Olmadı… Derim ki bir ailede, sınıfta, okulda, ülkede dayak egemense, O topluluk insancıl değerlerini kokuşturur.
Bir yakınım, ailece bayram ziyaretine gelmişlerdi. Oğlunun üniversiteye giriş  puanı yeni gelmişti. Ben su için mutfağa girip geldi; baktım delikanlı sinsice ağlıyor. Sordum, bir şey yok dedi. Sonra annesi gizlice dedi ki babası dövdü, niye şu fakülteyi kazanmadı diye… Az kalsın delikanlıyla birlikte ben de ağlayacaktım. Dayak başarının, eğitimin itici gücü olabilir mi?
Şanslıydım; öğretmen okullarında çalıştım hep. Sınıf mevcutları normal, çocuklar seçilip alınmış, bakımları yerinde… Öğrencilerimi değerlendirirken, iki yönlü düşünürdüm: Hak etmeyene fazla not vermek, öteki çocuğu cezalandırmak olur. Toplumda bozunma oluşur. Kaba deyişle sırt üstü yatanla, göz nuru döken, birlikte mayalanmış olur. Ben yine de yanılgı payımı, öğrenci çıkarına dönük kullanırdım. İki azılı dersin öğretmeniydim: Cebir ve geometri. Çocuğun iki dersi birden yıkıksa, umutlu olan birini hoşgörülü değerlendirirdim. Öğrenci dersi kavrayınca, sınıfta ders yapmak, orkestra şefliği hazzı veriyor öğretene.
Mersin’den Ankara’ya naklim çıktı:1970.  Film, Radyo-Tv. İle Eğitim Merkezi, bize ek ders veremediği için, başka okullardan ek ders alabiliyorduk.
Ankara-Keçiören lisesinin müdür başyardımcısı, Kars Kâzım Karabekir Öğretmen Lisesi’nden öğrencim, Yılmaz AKÇAY. Sevindim; onun lisesinden ders aldım. Lise I. sınıf Cebir-geometrisini verdiler. Sınıf mevcudu altmış beş (65). Sınıf sessiz gibi duruyor; ama yine de uğultulu. Dersi dinleyen yok… Bir ders  yılını  zor bitirdim. Müdür yardımcısı öğrencimden ayrılık izni isterken, bir de şaka yaptım:
Ben artık, gerçek öğretmenlik anılarımla yaşamak istiyorum… 

4 Eylül 2013 Çarşamba

KONUK YAZAR: MURAT DUMAN

KONUK YAZAR: Usta Gazeteci İsa Kayacan ‘Vefa’nın İstanbul’da bir semt haline gelişinden şikâyetçi, Murat DUMAN

KONUK YAZAR:
Usta Gazeteci İsa Kayacan
‘Vefa’nın İstanbul’da bir semt haline gelişinden şikâyetçi
Murat DUMAN
Atatürk Araştırma Hastanesi’nde ağır bir ameliyat geçiren edebiyatımızın unutulmaz ustası, gazeteci, şair, yazar ve daha önemlisi edebiyat aşığı mükemmel insan, aşağıda yazdığım şiirin her kelimesini fazlasıyla hak eden Prof. Dr. İsa Kayacan hocama sonsuz saygılarımı sunarken sağlıklı olarak aramızda o güzel köşesinde okurlarına kavuşmasını yüce Allahtan niyaz ederim.
Okurları dedim de başa iş gelmeyince dost düşman belli olmazmış derlerdi ya atalarımız. Bu sözün gerçeğini usta kalem İsa Kayacan hocamda gördüm. Bugüne kadar şiirlerini ve yazılarını dergilerde, gazete köşelerinde halkla buluşturan edebiyat aşığı değerli ustamızın, hastalığı münasebetiyle ziyaretçi sayısının iki elin parmakları kadar insan olduğunu sanmıyorum. Oysa Kayacan hocamız, o kadar insanlara hizmette bulundu ki, tarifi ve sayısı mümkün değil.
Saygı değer üstat, güçlü kalem Mustafa Ceylan hocamızın bir sözünü nakletmeden geçemeyeceğim, üstat şöyle diyor; “İsa Kayacan hocamız, gazete köşesinde yazdığı insanların şiir ve tanıtım yazılarını postaya vererek gönderdiği posta masraflarını bir bankada toplasaydı, Çankaya’dan beş daire alabilirdi”.  İnanın bu söz abartılmış bir söz değildir. Mustafa Ceylan hocamızın tespitine 18 senedir yanında bulunan bir insan olarak harfiyen bu tespitin doğruluğuna katılıyor ve üzülüyorum.         
Saygı değer hocamızın gerek rahatsızlığının tespiti esnasında gerekse ameliyat olma noktasında elimizden geldiğince yanında bulunmaya gayret etmeye çalıştım. Hocamın üzüldüğünü gördüm ve hocama neden üzüldüğünü sorduğumda şöyle söyledi; “Murat bey, bu insanlarda neden ahde vefa yok, bak sen işini gücünü bırakıp hep yanımda oluyorsun. Kaldı ki bu insanlara 40 senedir elimden gelen her güzelliği yapıyorum”. Ben de gönlünü almak için; “Hocam ben ne yaptım ki size” dediğimde; “Daha ne yapacaksın, biraz doktor olsan ameliyatıma bile girecektin Allah’tan doktor değilsin de dışarıda bekliyorsun” dedi. 
Ben de ne yalan söyleyeyim o sözü nefsime hoş geliyordu ama gerçekten hocamızın bizlere yaptığının yanında şahsen ben hiç bir şey yapmış sayılmam. Kendi yaptıklarımı kaldı ki benim yaptığım çok şeyde yoktu, çünkü bütün gereksinmelerini iki kızı Gül ve Filiz hiç üşenmeden seve, seve babalarına gerçek bir evlat görevini canı gönülden yapmanın gayretini sergiliyorlardı ve ben bir Yozgatlı olarak kendileriyle iftihar ediyordum. Çünkü Gül ve Filiz’in cennet mekân anneleri Yozgat merkezdendi. Nede olsa benim toprağımın gelenek ve göreneklerinde aile terbiyesi almış olmaları beni ziyadesiyle mutlu ediyordu. Herkes ana babasına düşkündür ama Yozgat kültürü bu konuda daha hassastır.
Kayacan hocamızın üzüldüğü kadar vardı, bu kadar yıldır hizmet ettiği bu insanlar neredeydi? Üstüne üstlük bu hizmetlerin karşılığında Allah rızasından başka bir tek kuruş maddi çıkarı da yoktu. Bir keresinde İsa Kayacan hocamla Mustafa Ceylan hocamın daveti üzerine Güllük Dergisi Olimpus Şiir Etkinliği’ne gitmiştik. Hocamın çantasını arabadan indirdim, içinde hiç bir şey yok gibiydi.  Etkinlik bittikten sonra hocamı Antalya otogarına bıraktım. Arabamın bagajından çantasını çıkartmaya çalıştım, çanta yerinden kalkmıyordu. Hocama espri mahiyetinde; hocam bu çantaya taş mı doldurdun dedim. Hocam da bana “Ne taşı Murat Bey, herkes köşemde yazmam için kitap verdi, bende aldım çantaya doldurdum” dedi. Çanta dolusu kitapları taşımak mümkün değilken, bu nasıl bir özveri ki, bu malum insanlar ahde vefayı bilmiyorlar, postayla gelen kitap ve şiirler de cabası. Bu insanların yüzde biri dahi arayıp ta geçmiş olsun nezaketinde bulumadılar.
Düşünebiliyor musunuz, hem köşesinde şair ve yazarları tanıtıyor, hem de üşenmeden köşelerinin bulunduğu gazeteleri parasını ödeyerek postayla gönderiyor. İşte bunun adı edebiyat aşkıdır. Türkiye’mizde böyle edebiyata hizmette bulunan kaç kişi vardır? Belki vardır ama sayısı bir elin parmakları kadar olsa gerek.
Evet, saygı değer okurlarım, bu memlekette bu gibi değerlerin kıymeti hizmet verdiği insanlar tarafından bilinmediği gibi, kültüre hizmet edenlerin kıymetini bizleri yönetenler de hiç görmemektedirler! Asıl bu gibi değerlerimiz, vatanın temel taşlarıdırlar. Bu taşlar olmazsa asla temellerimiz kurulamaz. Yöneticilerimizin değer verdiği insanlar mutlaka vardır. Özünde bilgi fakiri ve meydanlarda şov yapan sözüm ona sahne oyuncularına bütün imkânları seferber ederler yöneticiler. Peki, onlar bu vatana ne verirler, kocaman bir hiç...
Şovmenler iyi populizm yaparak rollerini güzel oynarlar. İnsanların şu konuyu çok iyi idrak etmeleri gerekmektedir. Vefa İstanbul’da bir semtin ismi olmamalı, hele yazar-çizer insanların vefayı çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Çünkü armut dibine düşer, edebi ve edebiyatı bilen her insan yazmakla beraber edepli de olması gerekmektedir. Şayet edep ve hayâyı bilmiyorsa o şair ve yazardan ne köy olur, ne de kasaba. O insan sadece edebin ve edebiyatın adını taşır ve bu güzel ilimden asla haberdar olamaz. Cennet mekân Ahmet Tufan Şentürk hocam bana derdi ki; “Oğlum şu sözümü unutma, ben iyi şiir yazanı severim, ama ille de şairin ahlaklı olanını daha çok severim.”
Şair ve yazarlar toplumun önünde çığır açan insanlar olduğu için, onların hata yapması asla affedilemez. Şairse, yazarsa ahde vefayı bilecek, bilmeyenlere de mutlaka bildirecektir. Gerisi bana göre angaryadır. Ne hazindir ki, bu güne kadar zahmet edip kendisini telefonla dahi aramayan, sözüm ona müteşairlerin haberi olsun: Hocamız sağlıklı olarak şu anda aramızda, köşe yazılarını yazarak gönlümüze serin sular sunmaya devam ediyor. Bu vesileyle saygı değer Prof. Dr. İsa Kayacan hocamıza Yüce Allah’tan sağlık ve sıhhat dileyerek, sözlerime son vermek istiyor, sevgi ve saygılarımı sunarak sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler diliyorum.
NERDESİN?
Prof. Dr. İsa Kayacan hocama ithaftır.
Şu rüzgârlı sokağın rüzgârı esmez oldu,
Gözlerim hep arıyor hocam şimdi nerdesin..?
Sohbetler dil vermiyor hasretin kalbe doldu,
Yüzlerim hep arıyor hocam şimdi nerdesin..?

Hastaneye sermişsin yaraların derinde,
Sevenlerin hüzünlü gamlanır kederinde,
Okurların küşümde seni bekler seferinde,
Sözlerim hep arıyor hocam şimdi nerdesin..?

Kimlere teslim ettin, sevgi dolu köşeni,
Sakın asla kaybetme ilim sunan neşeni,
Bizlerden uzak kalsın yanlış yolda koşanı,
 Hazlarım hep arıyor hocam şimdi nerdesin..?
     
Yanından ayrılmadı iki yavrun Filiz gül,
Babalar sevilmez mi onların değerin bil,
Gündüz gece başında perişan hem de sefil,
Hazlarım hep arıyor hocam şimdi nerdesin..?

Sapa sağlam ayakta ömür sür kana kana,
Allah’ım şifa versin sen lazımsın cihana,
Bu dünya çok fanidir yazalım haktan yana,
Gizlerim hep arıyor hocam şimdi nerdesin..?

Dumanoğlu hüzünde haktan sağlık diliyor,
Yine sohbet edeceğiz inan kalbim biliyor,
Ahdi vefa bilmeyen sahte dostlar gülüyor,
Nazlarım hep arıyor hocam şimdi nerdesin..?