27 Mayıs 2013 Pazartesi

KONUK YAZARLAR: İsmail KARA, Aysel AL, Prof. Dr. Tamilla ABBASHANLI

KONUK YAZARLAR: İsmail KARA, Aysel AL, Prof. Dr. Tamilla ABBASHANLI

KONUK YAZAR:
YAZMAYA DOYMAYAN ADAM;
İSA KAYACAN
İsmail KARA
Benim yakından tanıdığım bir şair ve yazar dostum var. Onunla yaklaşık elli yıl önce tanışmıştık. Daha sonra dost olduk. Belki de bizi birbirimize yaklaştıran en önemli şeylerden biri, yaşantımızdaki ortak paydalardan bazıları idi.
O, Burdur’un Tefenni ilçesine bağlı Ece köyünde doğmuş, geleceğin yollarında kendi emin adımlarıyla yürümüş, düşmeden merdivenleri basamak basamak çıkmış ve yukarılarda oturmuştur. Bunu yaparken de pes etmemiş, engellere teslim olmamış, zafere ulaşmıştır.
Ben de Kastamonu- Araç ilçesinin Akıncılar (Daprak) köyünde doğdum. Fakir bir ailenin çocuğuyum. İlkokulu köyümde, ortaokulu Araç’ta bitirdikten sonra liseyi Kastamonu’da okuma imkânım yoktu. Sınavına girerek kazandığım Ankara Maliye Okulu; hayatımda yeni bir ufuk açmıştı. Sonuçta Maliye teşkilâtının bir memuru olmuştum.
İkinci paydaş noktamız, yazmayı sevmekti. Yazılarımızla mesajlar vermek ve daha geniş kitlelere sesimizi duyurmaya çalışmaktı. O, bu konuda çok azimliydi. Yazdığı yazıları Anadolu basınında paylaşıyor ve her geçen gün adını altın harflerle basın tarihine kazıyordu. Bununla da kalmıyor, kitap üstüne kitap yayınlıyor ve bugün eserinin sayısını 130 un üstüne çıkarıyordu.
Buraya kadar yazdıklarımdan, kimden bahsettiğimi onu tanıyanlar hemen anlamıştır. İsa Kayacan’dan söz ediyorum. Kayacan, yukarıda değindiğim konuların dışında doktorluk ve profesörlük payelerini de anasının ak sütü gibi alıyordu.
Prof. Dr. İsa Kayacan, çalışmalarını zevkle yapıyordu. Bugünlerde sağlığı bozuk, tedavi görüyor. Ama o yazma şevki hiç kırılmadı. Operasyon geçirmesine, evden pek çıkmamasına rağmen, yine yazmaya ve yazdıklarını basına ulaştırmaya devam ediyor.
Ben azıcık rahatsız olsam, işten güçten elimi ayağımı keserim adeta… Kayacan dostumu, içindeki volkan hiç tükenmediğinden dolayı kutluyorum.
Geçenlerde (09.03.2013 de), Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de bulunan VEKTÖR Beynelhalg Elm.Merkezi’nce; “Türk matbuatının gelişimde gösterdiği üstün hizmetleriyle, İsa Kayacan’a, Azerbaycan ağırlıklı yazı, araştırma ve haberleri göz önünde bulundurularak “ verilen; Uluslararası Türk Dünyasına Hizmet Altın Madalyası ‘nı törenle aldı. Başarısını bir kere daha tarihe kaydettirdi.
Sözü uzatmıyor ve Profesör Dr. İsa Kayacan dostumu bir kere daha kutluyorum.
            ***
KONUK YAZAR:
Simav'da, 18. Eynal Kaplıcaları
Şairler Şöleninin Ardından
Aysel AL
AYSEL AL
Belediye Başkanlığının davetlisi olarak katıldığım Simav da 18. düzenlenen Eynal Kaplıcaları Şairler Şöleni muhteşem bir organizasyonla gerçekleşti. Üç gün süren şölen pek çok ilden gelen şiir sevdalısını Simav'da buluşturdu.
"Eynal Kaplıcaları Şiir Şöleni" 17-18 ve 19 Mayıs 2013 tarihleri arasında coşku ve duygu yoğunluğu içerisinde gerçekleşti.
Şölen 17 Mayıs Cuma günü saat 20'de Eynal Kaplıcalarında yenilen akşam yemeğinin ardından Belediye'nin Kültür Müdürü Mustafa Teneke'nin açılış konuşmasıyla başladı.
Mustafa beyin rahmetli Simav'lı şair Asım Kısmet'in anısına hazırladığı slayt gösterisinin ardından Simav şiir şölenlerini başlatan ve uzun süre başarıyla devam ettiren Osman Karaaslan'ın duygu yüklü konuşması takdire değer bir vefa örneğiydi. 
Kayseri'den gelen Alim Gerçer, Elazığ'dan gelen Mahir Gürbüz, Simav’dan katılan Canan Yıldırım Ceylan, yine Simav'dan katılan Naciye Ambarcı, Kütahya Merkezden İsa Kahraman, Ankara'dan İsmail Tunç,  değişik illerden gelen şairlerin şiirlerini okumaları ile devam etti. 
Programın ikinci günü Yeşilköy Değirmen restoranda alınan kahvaltının ardından Simav 'ın  Çalışkan ve Başarılı Belediye Başkanı Kasım Karaman makamında  ziyaret edildi.
Merhum şair Asım Kısbet'in mezarının ziyareti duygu yoğunluğunu artırdı. Mezarının başında Ankaralı şair Murat Duman'ın Yasin okuması programın en anlamlı ve en özel anlarından birini oluşturdu.
Yaş Kütüğüne şairler şöleni çivisinin çakılmasının ardından Gölcük Mesire yerinde şölen devam etti. Gölcükte manzaranın muhteşemliğinin yanında bir de yöresel kıyafetli hanımların odun ateşinde yaptıkları gözleme ve yayık ayranı güzelliklerin sayısını artırdı.
Şiirler okundu, şarkılar söylendi.
Gölcükteki Mesire yeri tam bir bayram görüntüsü ortaya koydu.
Aylin Erginer'in başarılı sunumuyla devam eden program aynı gün saat "20'de Eynal Kaplıcalarında yenilen akşam yemeğinin ardından Belediye Başkanı Kasım Karaman'ın konuklara verdiği hediyeyle ikinci gün tamamlandı.
Programın üçüncü günü yine Yeşilköy Değirmen restoranda yapılan kahvaltının ardından isteyen şairler 19 Mayıs törenlerine katıldılar.
Bu tür organizasyonların edebiyatımıza önemli katkılar sağlayacağına olan inancımla başta Belediye Başkanı Kasım Karaman, Belediye Kültür Müdürü Mustafa Teneke olmak üzere emeği geçen herkese tebriklerimle teşekkürlerimi sunuyorum.
            ***
KONUK YAZAR:
KURTULUŞ GÜNÜN MÜBAREK, 
CANIM AZERBAYCANIM...
                                               Prof. Dr. Tamilla Abbashanlı
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,
Fen Edebiyat Fakültesi, Öğretim Üyesi
Azerbaycan-kayalarda biten bir çiçek,
Azerbaycan –çiçeklerin içinde kaya.
Benim gönlüm bu toprağı vasıf eyleyerek,
Azerbaycan dünyasından bakar dünyaya...
Azerbaycan- mayası nur, gayesi nur ki,
Her taşından alev dilli ok ola bilir.
Azerbaycan-Türkiye denilende ayağa dur ki,
Ana yurdun kalbine dokuna bilir...
(Azerbaycan’ın Halk Şairi Memmed Araz)
*** 
             Tarihten bellidir ki,  1917 yılında halkların hapishanesi sayılan Çar Rusya’sında Şubat burjuva-demokratik inkılâbı zafer çaldı. Bu dönemde Azerbaycan’da siyasi süreç ve milli harekât özünün yeni merhalesine dâhil oldu, karşısına asıl siyasi vazifelerin halli maksadını koydu. Azerbaycan Türkleri ve onların milli harekâtının liderleri Rus Çarı Nikolay’ın devrilmesi haberini sevinçle karşıladılar. Azerbaycan milli harekâtının en görkemli nümayendesi olan M.E. Resulzade yazıyordu: Rusya’nın bütün halkları arzuladıkları maksada ulaştılar. Bütün halkların düşmeni olan kan içen despot devrildi.
Ama bu devrilme Azerbaycan’a bir şey vermedi. Yer altı, yerüstü servetle zengin olan, üstünden en önemli yol olan İpek yolunun geçmesi, Avrupa ile Asya’nın köprüsü olan, strateji mevkiden elverişli mevkide olan Azerbaycan savaş alanına çevrildi. Savaş komşulardan başladı, Avrupa’ya kadar uzandı. Önce Ruslar ve Ermeniler savaşa karşı çıkan, dost ve barış içinde yaşamak isteyen Azerbaycan Türklerine karşı savaş açtılar. Ermeniler Azerbaycan’ı ele geçirmeye çalıştılar. Bir yandan Bolşeviklerin başkanı V.İ.Lenin’in “uykuları çekildi”. Gece-gündüz etrafındakilere :-Azerbaycan’ı elden vermek olmaz. Azerbaycan ele bir yağlı tikedir ki, onu versek, çok şeyi kayıp etmiş oluruz.  Bakı nefti gerçekten Lenin’in uykularını kaçırmıştı. Onun Bakı petrolü hakkında dediği fikirler Lenin uzak gören olduğunun kanıtıdır. Çünkü II. Dünya Savaşında Bakı petrolü Rusya’nın Almanya’nı yenmesine imkân sakladı.
            1918 yıllarında Ermeniler komşuluğa, Azerbaycan Türkleri ile bir sofrada yedikleri ekmeğe hıyanet ettiler, onlar Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde Türkleri katliam ettiler Sadece Bakıda 10 bin günahsız insanı öldürdüler. Taşnak S.Şaumyan yalandan inkilapcı kılıfına girerek Azeri Türklerinden kısas aldı. Açıktan-açığa söyledi:-Ben bura Sovyetleri savunmağa gelmedim. Ben bura yıllarca Türklere beslediğim nefreti hayata geçirmek için geldim. S.Şaumyan Azerbaycan’dan toprak almakla “Büyük Ermenistan”ın haritasını çizdi. Bu haritaya Gürcistan ve Türkiye topraklarının bir hissesi de dahil idi. Azerbaycan’ın siyasi liderleri bu zorluklar içinde Azerbaycan Demokratik Respublikasının temeli koydular.  Büyük siyasi lider azatlık mücahidi M.E.Resulzade bunu çok yüksek değerlendirerek yazıyordu:-Azerbaycan Müslüman aleminde  ilk Respublika ve Türk aleminde ilk devlettir.
İlk bakışta karıp görünen beyanatımın ikinci bölümü ola bilsin ki, Sizleri tecüplendire bilir, lakin aslında gerçekten de böyle idi. Türk menşeli bütün devletler başlıca olarak dini temel üzerinde karar tuttukları halde Azerbaycan Respublikası çağdaş milli-madeni müstakillik temeline, Türk milli-demokratik devlet kuruluşu zeminine esaslanmaktadır ve bu bakımdan bizim Respublikamız ilk Türk devletidir”.
            1918 yılı Mayıs ayının 30-da Azerbaycan’ın öz istiklalini ilan etmesi haberi radyo-telegramlarla dünyanın esas siyasi merkezlerine-İstanbul, Berlin, Viyana, Paris, Londra, Roma, Washington, Sofya, Budapeşte, Tahran, Madrid, Haaka, Moskova, Stokolm, Kiev, Kopenhag, Tokyo’ya aşağıdaki mazmunda ulaştırılmıştır:-Dış İşleri Bakanlarına. Gürcistan’ın çıkması, Federatif Zakafkaziya Respublikasının çökmesinden sonra Azerbaycan Milli Şurası 1918 yılının Mayıs ayının 28-de Doğu ve Güney Kafkaslardan oluşan Azerbaycan’ın istiklaliyetini ilan etmiş,  Azerbaycan Respublikası yaranmıştır. Hükümetimiz muvakkati olarak Yelizavetpol (şimdiki Gence) kentinde yerleşmiştir.  İmza: Hoyski, Azerbaycan Prespublikasınin Nazirler Şurasının Başkanı.
ADR (Azerbaycan Demokratik Respublikasının kısa adı) yarandığı ilk günden komşu halklarla ve devletlerle hoş meramlı, sıcak komşuluk münasebetleri yaratmak istikametinde ilk adımlarını attı, arazi bütünlüğünü korudu, acele tedbirler gördü. O zaman Azerbaycan yüz ölçümü 1113,895 Kv.Km idi. Bu günkü yüz ölçümü ile kıyaslamada bu yüzde 11 faiz daha fazla idi. Ermeniler Rusların kalbine yol bularak Azerbaycan toprağından parça parça koparmış, 1990’ı yıllarda ise Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini tamamen işkal etmişlerdi.
4 Haziran 1918 yılında Azerbaycan’la Türkiye arasında sulh ve dostluk hakkında mukavele imzalandı. Mukaveleni Azerbaycan taraftan Milli Şuranın başkanı M.E. Resulzade, Dış İşleri Bakanı M.G. Hacinski, Türkiye taraftan Milli Şuranın başkanı ve Adliye Bakanı Halil Bey, Türk Ordularının komutanı Vehip Paşa imzaladılar. Bu mukaveleye göre, Osmanlı Devleti ihtiyaç olduğu zaman Azerbaycan hükümetine askeri yardımda bulunacaktı. Aynı zamanda bu mukavele ile Türkiye Azerbaycan hükümetinin müstakilliğini tanımış oldu.  16 Haziran’da Azerbaycan hükümeti Tiflis’ten Gence’ye göçtü. O zaman Nuru Paşanın 300 askerlik ordusu Gence’de idi. Azerbaycan burjuvası yeni hükümetten ihtiyat ediyordu. Gence’de gerçek hâkimiyete malik olan, ama düzgün malumatı olmayan Nuru Paşa Gence’ye gelmiş, Milli Şuranın üyelerini tanımak istemedi, onları kabul etmedi.
Bu ise Gence’de Milli Şuraya inamsızlığı artırdı. Nuru Paşanın müşaviri Ahmet Bey Ağayev Milli Şura ile danışıklara başladı, bundan sonra işler kendi yoluna düştü. 
            1918 yılı Haziran ayının 18’de Azerbaycan devletinin numayende heyeti M.E. Resulzade, A.Sefikürdski, H.Hasmemmedov danışıklar için İstanbul’a geldi. Türkiye hükümeti ile konuşmalar altı ay sürdü. Sonuçta Azerbaycan’ın istiklaliyeti saklanıldı.
            27 Haziran 1918 yılında Azerbaycan dili devlet dili ilan olundu.  9 Kasım 1918 yılında üç renkli Azerbaycan Bayrağı kabul edildi. Bayrağın üç rengi Türk milli Medeniyetinin, çağdaş Avrupa demokratiğinin, İslam sivilizasiyasının simgesi idi.
1919 yılı Mayısın 28’de ilk defa olarak Azerbaycan müstakilliğinin birinci yıldönümünü bayram etti. Bu münasebetle geçirilen toplantıda M.Resilzade diyordu:- Yaşasın Azerbaycan! Yaşasın azatlık. Bizim azatlığımıza yönelen kirli eller lanete gelsin.  28 Mayıs Azerbaycan’ın Milli Bayram Günü ilan edildi. 
            Azerbaycan ele bir servet idi ki, ona birçok devletler göz dikmiştiler. İngilizler, Almanlar Ruslar,  Farslar, Ermeniler... 1813–1828 yıllarında olduğu gibi yine de Ruslar güçlü çıktı. Cemi 23 ay yaşayan Azerbaycan Demokratik Respublikası 2 yaşı olmadan Rusların vahşi Kızıl Ordusu tarafından beşiktece boğuldu.
            Geçmiş SSRİ’de totaliter rejimin dağılması ile Azerbaycan yeniden azatlığına kavuştu. 1991 yılı Ekim ayının 18’de Azerbaycan Respublikası yarandı ve müstakilliğini bütün dünyaya ilan etti. Bu defa da onun bağımsızlığını ilk tanıyan ilk devlet Türkiye oldu.
            Bu gün Azerbaycan’ın yüz ölçümü 86,6 bin kv. Km.dir. Nüfusu dokuz milyondur.  Başkenti Hazarın kıyısında yerleşen büyük liman kenti Bakı’dır, nüfusu 2 milyondur.  Azerbaycan Avrupa ile Asya’nın kavuşumunda yerleşir, Nadir geosiyasi duruma maliktir Eski dönemden bu güne gibi ticaret yolları, uluslar arası kültürel ve iktisadi ilişkiler için ehemmiyetini koruyup saklamıştır. Bu ülkeni Antik dönemden beri eserlerinde anlatan tarihçi ve seyyahlar onun efsanevi güzelliğinden, nadir petrol ve gaz yataklarından yazmışlar.
           Azerbaycan Doğu’dan Hazarın suları ile ahate olunmuş, Kuzeyden Rusya, Kuzey Batı ve Batıdan Gürcistan ve Ermenistan, Güneyden Türkiye ve İran’la komşudur.  Azerbaycan’ın terkibinde Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti var.
           Azerbaycan doğal nimetlerle dolu ülkedir.  Onun nadir iklim örtügü vardır. Dünyada mevcut olan iklimin dokuzu bu ülkededir.  Subtropik iklimi mevcuttur. Azerbaycan arazisinin yüzde altmış faizi subtropik zonada yerleşir. Burada yılda iki veya üç defa mahsul almak olur. Azerbaycan dağlar, düzengahlar ülkesidir. En büyük nehri Kür ve Aras’tır. Azerbaycan’da 200’den fazla göl vardır. Azerbaycan çevrebilim yönden en temiz ülkedir. Burada petrolden istifade etmekle insanları tedavi ediyorlar.  Naftalan sağlamlık ocağı buna örnektir. Azerbaycan’ın koruklarında milyondan fazla kuş türü var.  Dünyanın en değerli balık türü Hazar’dadır. 
            Bu gün Azerbaycan’ın toprağının yüzde yirmi faizi Ermeniler tarafından işgal edilmiştir. Bir milyondan fazla göçmeni var. Azerbaycan’ın genç Cumhur Başkanı Sayın İlham Aliyev Ermenilerin işkâlı altında olan Karabağ’ı  azat etmek için ciddi işler görüyor.  Geç –tez Karabag  yine de azatlığına kavuşacak, bu toprağın  insanları öz yurt-yuvalarına geri dönecekler. Azerbaycan’ın üç renkli, ay yıldızlı bayrağı Karabağ’da dalgalanacak...
            VE son olarak:- Her zaman olduğu gibi Karabağ’daki zaferimizi bayram ederken  her zamanki gibi yine bizi kutlayan ilk devlet canımız kardeşimiz Türk halkı, Türkiye devleti olacak, Karabag’ın başkenti güzel Şuşa kentinde, onun yerleştiği Cıdır ovasında, Hocalı’da, Hankenti’nde, Ağdam, Fuzuli kentlerinde düzenlenen şenliklerde hâlâyı çekenler Azerbaycan’ın ve Türkiye’nin her yerinden Karabağ’a geden kardeşlerimiz olacak...
Kurtuluş Bayramın Mübarek,  Can Azerbaycan! Türkiye ve Azerbaycan-Bir Millet İki Devlet’tir! Kimse bizi ayıramaz. Azerbaycan adlı kardeşinin sevincine ortak olan Canım Türkiye’m gözün aydın!
Bir milletiz, iki devlet,
Aynı arzu, aynı niyet,
Her ikisi Cumhuriyet
Azerbaycan -Türkiye!
Birdir bizim her halimiz,
            Sevincimiz, melalimiz.
            Bayraklarda hilalimiz,
            Azerbaycan-Türkiye!
            Ana yurtta yuva kurdum,
            Ata yurdumuza-Türkiye’mize gönül verdik,
            Ata yurdumuz, ana yurdumuz
            Azerbaycan-Türkiye!

22 Mayıs 2013 Çarşamba

KONUK YAZAR: "Tamilla Aliyeva ABBASHANLI"


AZERBAYCAN’IN  TÜRKİYE’DEKİ  KÜLTÜR  ELÇİSİ DOÇ. DR. TAMİLLA ALİYE’VA (ABBASHANLI) PROFESÖR OLDU
            2012 yılı, Ağustos ayında Türk vatandaşı olan Osmangazi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Tamilla Aliyeva (Abbashanlı) 9 yıllık doçentlik sürecinde 3 bin puanlık çalışmalarını içeren bilimsel verilerini 3 klasörde toplamış ve yetkili mercilere sunmuştur. Çalıştığı Üniversitede üstlerinin de takdirini kazanan Abbashanlı 2013 yılı, Mart ayında profesör olmuştur.
            Profesörlük tezi olarak da “Çağdaş Türkiye ve Azerbaycan Şairlerinin Şiirlerinde Evrensel Temaların Karşılaştırılması” adında, 4 yıllık, yoğun bir çalışma sonucu kitaplaştırdığı bir eser yazmıştır.
Sayın Abbashanlı’nın profesörlüğünü onaylatan bu eseri, bu yazımla, kısa bir tanıtım bile olsa sizlerle paylaşmak istiyorum. Şöyle ki:
            Eser,
            1-Giriş ,
            2- Çağdaş Türk Şiiri,
            3- Çağdaş Azeri Şiiri,
            4- Türk Şairler,
            5- Azeri Şairler,
            6- Çağdaş Türk ve Azeri Şairlerinde Evrensel Temaların Karşılaştırılması,
            7- Sonuç diye yedi bölümden oluşmaktadır.
            Şair olarak Türkiye’den Feyzi Halıcı, Muharrem Kubat, Abdullah Satoğlu, Azerbaycan’dan Bahtiyar Vahapzade, Memmed Araz ve Neriman Hasanzade alınmış. Sözü edilen şairlerin şiir kitapları tek tek taranmış, şiirlerine konu ettikleri vatan, doğa ve aşk konuları karşılaştırılmıştır. Hatta bu karşılaştırılmalarda zaman zaman dünya şairlerinden de alıntılar yapılmıştır.
            Yazar, kitabında konu ettiği şairlerin şiir dünyasını Feyzi Halıcı için: “Dünya ve Türk kültürünün, özellikleri, folklodu, şiir sanatını çok derinden bilmektedir.” (S.45)
            Muharrem Kubat için: “Çağdaş Türk şiirimizin önde gelen şairlerinden biridir. Şiir kitaplarının sayısı 10’u geçmese de yazdığı şiirler insanların kalbinde taht kurmuştur.” (S.62)
            Abdullah Satoğlu için: “Çağdaş Türk şiirinin ağırılığını omuzlarında gezdiren şairlerden biridir.” (S.77)
            Bahtiyar Vahabzade için: “Şiirlerinde tükenmez hayat kuvveti halk hayatı ile sıkı temasta, halk arzularına, dileklerine, düşüncelerine kırılmaz tellerle bağlı olmasıdır." (S. 94)                                         
            Memmed Araz  için. “Şiirlerinde Azerbaycan ruhu, vatan duygusu ideaları önde gelmekteydi.»”(S.112)
            Neriman Hasanzade için : “Azerbaycan tarihini de derinden bilen, onun karanlık sayfalarına inebilen, bu karanlık sayfalara şiirlerinde ışık tutabilen şairdir.” (S.136) diye tanımlamıştır.
            Ayrıca, bahsi geçen kitapta şairlerin özgeçmişini, yazdıkları şiirlerde evrensel tema olan vatan, doğa, aşk konularında dile getirdikleri şiirleri enine-boyuna, hatta mısra mısra incelemiş, Türk ve Azeri edebiyatına armağan etmiştir.
            Vatan konusunu işlerken, örneklemek gerekirse, Feyzi Halıcı vatan için:
            “Seni duydum, seni bildim, yaşadım çiçek-çiçek,
            Seni söyleyeceğim bütün gücümle ölene dek.” (S.49) derken,
            Bahtiyar Vahabzade:
            “Elime, obama ben vurulmuşum             
            Bir elde doğulup,                  
            Hoşbahtım ki ben,                
            Büyük bir vatana oğul olmuşum.” (S.99) demektedir.
            Muharrem Kubat Anadolu’yu
            “Bitektir toprağın, yücedir dağın,
            Salkım salkım üzüm yüklüdür bağın,
            Koca yunus olmuş  sevgi yumağın,
            Çayına , seline kurban olayım.” (S.68) diye şiirleştirirken,
            Memmed Araz:
            “Ana yurdum her taşıma yüz koyum,
            Her derende çaldığım saz yaşıyor.
            Kimi  senin omzunda                          
            Sen kiminin                                      
            Şöhretini yaşatan az yaşıyor, (S.182) diyor.
            Abdullah Satoğlu:
            “Suların şifadır bütün ağrına,
            Erciyes bulutu çekmiş  bağrına,
            Feda olsun canım senin uğruna,
            Kapında bekleyen kulun olayım.”(S.168) diye vatan sevgisini dile getirirken
            Neriman Hasanzade:
            “Gırav düşe, sazak kalkar,
            Eser sabah yeli Kür’ün.
            Yarganından bulak kaynar,                            
            Bizim sesli- köylu Kür’ün.” (S.195) Kür nehrine olan duygularını böyle kaleme alır.
            Sevgili okurlar, bahsi geçen eserde aşk konusu da, doğa konusu da bu denli emek ve göz nuru verilerek işlenmiş.
            Yazar, eserinin “Giriş" bölümünde: “Şairlerin şiirlerinde öyle konular vardır ki, bunlar klasikleşip nesilden nesil’e geçerek şiirlerde ebedi bir yer tutmuşlardır.
            Okurlara takdim ettiğimiz bu kitap, fikrimizce yeni bir alanı kapsamaktadır, belki de bu konuyla ilgili basılan ilk kitaptır.” (S.1)
            “Sonuç” bölümünde: “Bu eserde amacımız, bu benzer ve farklılıkları ortaya koymak, nedenlerini açmak oldu. Bir de Azerbaycan şairlerinden üçünü Anadolu bilim, şiir, sanat camiasını tanıtmak esas emelimiz oldu. İnanıyoruz ki, ister ilim, ister sanat camiasında birçok insan bu kitaptan faydalanacaktır, uğurlar dileriz.” (S. 319) diye duygularını dile getirmiştir.
            Ayrıca, Türk şairlerinin her zaman özgür olduklarını, ilgi duydukları konuları istedikleri gibi şiirleştirebildiklerini, ama, Azerbaycan şairleri Rusya’ya bağlı oldukları için şiirlerini özgür bir ortamda yazamadıklarını hem “Giriş” bölümünde hem “Sonuç” bölümünde ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.
            Doç. Dr’luktan Profesörlüğe yükselen Sayın Tamilla Aliyeva (Abbashalı) Türkiye ile Azerbaycan arasında, kelimenin tam anlamıyla bir kültür elçisidir, Bu eseriyle, bu denli görevini bir kez daha yerine getirmiştir. Sözcük yerinde olur mu bilmem yaptığı hizmetin tapusunu almış; Türkiye’de görev aldığı on yılı aşkın süre zarfında Türkiye’nin pek çok yerinde yapılan şiir toplantılarına, sempozyumlara katılmış, adeta, Azerbaycan'la Türkiye arasında bir köprü kurmuştur.
            Biz Eskişehirli Şairleri olarak Azerbaycan’ın Karabağ sorununu, Hocalı katliamını, Azerbaycan şiirini ondan öğrendik. Yaptığımız her şiir toplantısına katıldı. Sevecen ve tatlı bir dille Azerbaycan’ı anlattı. Azerbaycan geleneğini, göreneğini anlattı. Öz olarak, bize Azerbaycan edebiyatını, Azerbaycan şiirini sevdirdi.
            Yazar, ayrıca, bu eseriyle Azerbaycan ve Türkiye şairlerini, vatan, doğa, aşk konusunda karşılaştırarak şiir dünyasında buluşturmuştur. Yani, bir başka söyleyişle “İki devlet, bir millet” özdeyişini bütünleştirmiştir.
            Ailesini vatanını, milletini aşırı derecede seven, bu, Türkiye sevdalısı bilim insanı ve bilge öğretmeni candan kutluyor, daha niceleri diyor, kendilerini saygı ile selamlıyorum.
            ***
            BU HABERİ, DÜNYA'YA O DUYURDU
            "Ermeniler, esir aldıkları Azerilerin organlarını dünyaya satıyor"
            (Yurthaber: Eskişehir, 25 Şubat 2012)
            Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Tamilla Aliyeva, Hocalı katliamının ardından esir alınan Azeri sivillerin organlarının Ermeniler tarafından halen satıldığını iddia etti. Aliyeva, "Bizim cezaevlerinde Ermeni esirler yoktur. Ama bizim esirlerimizin onlar organlarını çıkartıp dünyaya satıyorlar." dedi.
            Eskişehir Osmangazi Üniversitesi´nde Hocalı katliamının yıldönümü nedeniyle 'Bir insanlık dramı Hocalı katliamı' konulu konferans düzenlendi. Konferansta, Hocalı katliamının iç yüzünü ve batılı devletlerin katliama sessiz kalışını anlatan Doç. Dr. Aliyeva, ilginç iddialarda bulundu. Ermenilerin Hocalı katliamını yapmasının asıl sebebinin bu şehirde bulunan Azeri havaalanı olduğunu dile getiren Doç. Dr. Aliyeva, Hocalı şehrinin katliamın yapıldığı ay içinde şehir statüsü aldığını, bunun da Ermenileri çok rahatsız ettiğini kaydetti. Bu nedenle Azeri vatandaşların soykırıma uğradığını anlatan Doç. Dr. Aliyeva, Ermenilerin, Azerileri şehri terk etmeleri yönünde tehdit ettiğini fakat Azerilerin buna uymadığını, akabinde bunun bedelini çok ağır ödediğini söyledi.
            Ermenilerin birçok Azeri’yi katlederken vahşice yollar izlediğinin altını çizen Doç. Dr. Aliyeva, özellikle Guba bölgesinde yapılan kazılarda çok sayıda sivil vatandaşın kemiklerinin dahi işkenceler nedeniyle tahrip olduğunun belirlendiğini ifade etti. Çıkartılan cesetleri inceleyen bilim adamlarının bu durumu itiraf ettiğini vurgulayan Doç. Dr. Aliyeva, "Azerbaycan’ın Guba bölgesinden arkeolojik kazıntı zamanı çıkan mezardan yüzlerce insanın cesedi çıktı ve bu cesetlerin üzerinde bir tane kurşun olmadı. Ama onlar bu insanların başlarına çivi takarak öldürmüşler, başlarını taşla ezmişler öldürmüşler. Asıl soykırım burada olmuştur. Fransız parlamentosu duymadı mı?" diye konuştu.
            Ermenistan´ın Hocalı katliamının ardından esir aldığı Azerilerin organlarını sattığını iddia eden Aliyeva, halen Ermenistan cezaevlerinde birçok Azeri Türk´ün bulunduğunu ifade etti. Azerbaycan cezaevlerinde hiç bir Ermeni´nin bulunmadığını kaydeden Aliyeva, dünya ülkelerinin ve özellikle Avrupa´nın Ermenistan´ın yaptığı katliama sessiz kaldığını vurguladı.
            "Bugünlerde Ermenistan dünyaya insan organları satıyor." diyen Aliyeva, "Ermenistan’da organ yok ki organ satılsın. Onlar oradaki esirlerimizin onlar organlarını çıkartıp dünyaya satıyorlar. Ve o insanları alırken onlar ömürlük sakat olmuşlar. Artık onlara bir şey denmiyor. Avrupa bu olanlara karşı ‘sağır rolü’ oynuyor. Ama biz onlara diyeceğiz ki, (soykırıma maruz kalan biz Türkleriz. Ermeniler değiller." ifadelerini kullandı.

14 Mayıs 2013 Salı

KONUK YAZAR: Hayrettin İVGİN


KONUK YAZAR:
AZERİ FİKİR ADAMI FERHAT MİRZA’NIN
ULUSLARARASI BAŞARISI
Hayrettin İVGİN
Türk edebiyatı "Özdeyiş" biçiminde ifade edilen bir kavram bulunuyor. Bu bileşik ve Türkçe olan kelimeyi; bir ahlak ilkesini veya genel bir yargıyı, düşünceyi, duyguyu; kısa ve kesin bir biçimde özetleyen, anlatan, genellikle kim tarafından söylendiği bilinen özlü söz olarak tanımlayabiliriz. Arapça'da bunun karşılığı "vecize" olarak verilir. "Kelâmlar" olarak da bilinir. Ama Batıda özdeyişin karşılığı Fransızca ad olan "Aphorisme (Aforizma)" olarak söylenir. Aforizma kelimesi bir süre Osmanlıca'da ve Türkçe'de (19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başında) kullanılmıştır.
Dilimize "Özdeyişler" olarak çevrilen Hipokrates'in "Apharismoi" adlı (İÖ V. yy.) eseri, her satırı bir olayı açık ve özlü bir biçimde aktaran öğütlerden oluşmuştur. Kos Okulunun tıp kavramını özetleyen bu eser; XVIII. yüzyıla kadar Batı tıp okullarında ders kitabı olarak okutuluyordu.
La Rochefoueauld'nun 1664'te "Reflexions ou Sentences et Maximes Morales" başlığı altında ve kendi adını vermeden yayımladığı bir metin bulunuyor. Bu metin "Düşünceler veya Hükümler ile Ahlaki Özdeyişler" adıyla Türkçeye de çevrilmiştir. Çünkü La Rochefoueauld; hemen karşılık gören iyilikleri, insanı anında ünlü yapan erdemleri (faziletleri) acımasızca kınıyordu. “Maksimes” ve “aforizma” kavramları Batıdan dilimize ve sosyal bilimlerimize girerek, bizleri de “özdeyiş” kavramına çekmiştir.
Ben bunları anlatırken; “Türk düşünce sisteminde hiç Özdeyiş kavramı yoktu” diye bir kanaata varılmasın. Eski Türklerde "Sav" olarak adlandırılan bir kök kelime vardı. Sav; öne sürülen ve savunulan bir düşünce için söylenirdi. Eş anlamlısı (dava), (tez) olarak sözlüklerimizde yerini almıştır. Mantık ilminde buna "müddea" denirdi. Tanıtılması gereken önerme ve tezdir savlar. Bir şeyi kendisine dayanarak, kendini delil olarak gösteren tanıtmalara sav denir. Nasıl oldu bilemiyorum ama; sav kelimesi, giderek “söz, atasözü, darbımesel, atalarsözü, vecize” kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Oysa; “vecize” Arapça bir sıfattır, "kısa ve anlamı etkili" demektir. Bu sıfat "söz" kelimesinin önüne gelerek bir tamlama oluşturur. Arapça olan, "vecazet" kökünden gelen bu vecize sıfatı, Türkçede "özdeyiş" olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Ama "atasözü" ve "atalarsözü"nün anlattığı kavram farklıdır. Atasözü; uzun deneme ve gözlemler sonucu söylenmiş ve halkın malı olmuş, öğüt verici nitelikteki anonim sözlerdir. Arapça karşılığı "darbımesel"dir. Özdeyiş veya Kelâm'ın ise söyleyeni bellidir. Gerçi söyleyen şahsın uzun deneme ve gözlemlerinin sonucudur ama bireyseldir.
Özdeyişlerin bireysel olması, o sözlerin değerini düşürmez. Hatta sözlerin sağlamlığı ve doğruluğu, söyleyen şahsın yücelmesine sebep olur.
Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisinin (TDAUİA) akademik üyesi, fahri profesör Ferhat Mirzayev; günümüz özdeyiş ekolünün kurucusu niteliğinde olan bir Azeri fikir adamıdır. Çünkü ilk Kelâmlar (Özdeyişler) kitabını 1997 yılında yayımlamıştır. Bu kitabı aynı yıl içinde Rusçaya da çevrilmiştir. Özdeyişleri, Kelâmlar adıyla 1998 ve 2000 yıllarında da kitap halinde yayımlanmıştır. "40 Kelâm 40 Kıt'a" adlı yayımı da özdeyiş ekolü çerçevesinde ortaya koyduğu çalışmadır.
Kelâmlar kitabı; 2009 yılında, yeniden genişletilmiş biçimde 2010 yılında Rusça’ya, 2011 yılında İngilizce yayımlanmıştır. Hannover şehrinde faaliyet gösteren Avrupa Doğa Bilimleri Akademisince geçtiğimiz yıl İngilizce ve Almanca olarak yeniden yayımlanmıştır.
Çağdaş özdeyiş ekolünün kurucusu, kelâm ve fikir adamı Ferhat Ahmed Ali oğlu Mirzayev 11 Şubat 1950 tarihinde Bakü şehrinde doğdu. İnşaat mühendisidir. Devlet Halk Kontrolü Şube Başkanı görevinde bulundu. 1995 yılından itibaren kurucusu olduğu “Azerbiznes” Hayriye-Üretim-Ticaret Şirketinin Başkanıdır.
Toplumun yazar, filozof ve ilim adamı olarak tanıdığı Ferhat Mirza eserlerinden dolayı Azerbaycan Milli İlimler Akademisinin Felsefe ve Hukuk Enstitüsünün Genel Kurulunun kararıyla din ve felsefe ilimleri doktoru fahri payesiyle ödüllendirilmiştir. Uluslararası Ekoenergetik Akademisinin ve aynı zamanda Azerbaycan Tarih Kurumunun akademik üyesidir.
Azerbaycan Yazarlar Birliğinin, Rusya Yazarlar Birliğinin ve Azerbaycan Gazeteciler Birliğinin üyesidir.
Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisinin Akademik üyesi ve Fahri Profesörüdür.
2008 yılında “Uluslararası Altın Yıldız Madalyası’yla ödüllendirilmiş ve yılın kültür adamı seçilmiştir.
Avrupa Doğa Bilimleri Akademisi onun kitabını iki dilde (İngilizce, Almanca) yayımlamış, bu kitab “Yılın Kitabı” seçilmiştir. Ayrıca Ferhat Mirza “Taçlı Büyük Yıldız Madalyası” ile de ödüllendirilmiştir.
Türk dünyasının önemli bir şahsiyeti olan Prof. Dr. Ferhat Mirza, Dünya Söz Akademisinin de kurucularındandır.
Kendisini kutluyor, Türk fikir dünyasına sağladığı hizmetlerinin devamını diliyoruz.