21 Mayıs 2014 Çarşamba

KONUK YAZAR: Lütfü KILIÇ, VEFA'NIN SEMBOLÜ İSA KAYACAN

KONUK YAZAR:
VEFANIN SEMBOLÜ İSA KAYACAN
                                                                                              Lütfü KILIÇ
Severek ve ibret alarak okuduğum bir kitap vesilesiyle gönül hanenize sefer etmeye niyetlendim. Niyetim halis; inşallâh seyr-i seferim de kazasız, belâsız olur. Okuduğum kitap“MEZARLIKLAR KÜLTÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER.”Kitabın yazarı Prof. Dr. İsa Kayacan. Sayın İsa Kayacan’ı yıllar evvel Antalya’da tanımıştım. Halim-selim, ağırbaşlı, mütevazı, kısacası aklınıza gelebilecek güzel meziyetleri şahsında bütünleştiren numune bir insandı tanıdığım. Daha sonra takip edebildiğim aylık, üç aylık, mevsimlik dergilerde ve bazı gazetelerde sık karşılaştığım bir isimdi İsa Kayacan. Böylece kendisinin velut bir yazar olduğunu da öğrenmiş oldum.
            “Ey seher kuşu âşkı pervaneden öğren;
O yanmışın canı gitti, sesi çıkmadı.” Sâdî
            “Sen avurdun öttürürsün âşık ey bülbül odur,
Yanar od içre girür pervâne feryâd eylemez.”
Balıkesirli Zâtî, Sâdî ve Zâtî’nin beyitlerinde dile getirdikleri gibi Kayacan; pervane gibi hep yandı, kavruldu. O ateşin hararetiyle bereketli düşüncelerini sergiledi. Milli kültürümüzü yansıtan bir ayna olmak için ömür tüketti. Ama kutsal yolculuğunda seher kuşu gibi feryâd edip, şikâyette bulunmadı.
“Güle gûş ettirmez, boş yere bülbül inler;
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur, kim dinler.”  Karamanlı Kâmî
Şair diyor ki; bülbül beyhude feryat, figan ediyor, beyhude inliyor; güle feryadını duyuramaz. Zamanımız öyle bir zaman oldu ki; sevgi ve vefa kitabını okuyan yok, dinleyen yok! Muhabbet, hürmet, sadakat, vefa hususunda belki Kâmî’nin zamanından daha kötü bir zamanda yaşıyoruz. Şükrediyoruz ki, vefalı insanlar, az da olsa, var. Henüz soyu tükenmedi.
Bu vefalı insanlardan birisi de hiç şüphesiz ki, İsa Kayacan. Zaten “MEZARLIKLAR KÜL-TÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER” de bir vefanın neticesidir. Kitap muhterem Kayacan’ın 124. kitabı olup, kitap 464 sayfadır. Kitabın künyesini vermeyeceğim. Arzu edenler: P.K. 15 (06542) A. Ayrancı-Ankara veya Gsm: 0532 454 6719 vasıtasıyla elde edip, inceleyebilirler.
Değerli İsa Kayacan kitabın kapağına sevgili ve rahmetli eşinin mezar kitabesini ve hemen yanı başına “İsa Kayacan” yazılı mermeri koymuş. Bunun anlamı şu: “Dünyada beraberdik, kabir ve ukbada da birlikte olacağız.”  İşte İsa Kayacan bu. Eşi ve sevdiklerine karşı ölümüne vefalı, menendine az rastlanır insanlardandır.
Kayacan, hemen kapağın arkasında kitap hakkında: “Bu kitap; ne bir din kitabı ne de dinî bilgiler kitabıdır. Bu kitap bazı araştırmaların bir araya getirildiği, mezarlık kültürümüzün dünü ve bugününden örneklerin aktarıldığı sayfalar bütünüdür.” der. İçindekiler, önsöz ve sunuşun dışında altı bölümden oluşan kitabın yine hemen kapağının arkasına İmam Azam Ebu Hanîfe’nin: “Cahillerle yaptığım, bütün tartışmaları kaybettim.” sözünü koyma ihtiyacını duyar. Önsözün sağ üst köşesine: “Her canlı gibi her insan da bir gün ölümle dünyasını mutlaka değiştirecektir. Önemli ve esas olan; hizmetleri, özellikleri ve güzellikleriyle ölümün bile hafızasından silemediği insanlar arasında yer alabilmektir.” uyarısında bulunur.
Sayın Kayacan, önsözünde: “Ziyaretlerim ve vefatlar sonucu burukluk ve üzüntüler içinde girdiğim mezarlıklara karşı hep içten ve teslimiyet duyguları yaşadım. Çok sevdiğim annem, babam, ağabeylerim ve öteki yakınlarım… Aramızdan ayrıldılar. 12 Şubat 2002 tarihi ise, dünyamın yıkıldığı, her şeyimin alt-üst olduğu, nefes alıp-verişimin durduğu, 39 yıllık hayat arkadaşım, eşim Sabahat’ın bir kalp krizi sonucu 45 dakika içinde vefat edip, gittiği, zamanın durduğu gün gelince yaşamamın gereksizliği ile yüz yüze geldim, acı gerçekle karşı karşıya kaldım. O günden sonra eşimin mezarı ikinci adresim oldu. Uzun süre her cumartesi eşimin mezarı başına gidip, onunla dertleştim. Bazen konuşmalarımız saatlerce sürdü. O günlerde eşimin mezarı etrafındaki mezar taşlarındaki anlamlı, özlü söz ve şiirler… değişik duygularla dikkatimi çektiler, beni etkileri altına aldılar. Hemen oracıkta mezar taşlarıyla ilgili bir araştırmaya girip, “yayın haline getirmeliyim” kararını verdim.” diyor. Kararının ardından dostlarına ve belediyelere mektuplar yazarak ve diğer girişimleriyle çalışmasına katkıda bulunmalarını istiyor.
Sunuş yazısında: “…Gidip-gelinmeye başlandı mı, son durağımız mezarlıkların görüntüleri bizleri daha çok duygulandırmaya, meşgul etmeye, düşündürmeye başlar. Mezar taşları ilk bakışta sessiz, sakin ve soğuk görünseler de göz atıldığında, inceden inceye düşünüldüğünde, incelendiğinde koskoca bir tarihin sunucuları olarak karşımıza çıkarlar. Mezar taşları bir bakıma geçmişin tanıkları, yaşayıcıları ve duygu nakledicileridirler. Mezar taşları ve kitabeler halk kültürümüzün ve tarihimizin en değerli eserleri arasında yer alırlar. Bu mezar taşlarının üzerindeki yazılarla, geçmişimizle ilgili tarih, sanat ve kültür yönünden birer belge niteliği taşıdıklarını, kaynak teşkil eden özellikleri olduğunu biliyoruz.” diyor.
Değişik milletlerde farklı biçimde gelişen mezarlık kültürünü Türklerde; İslâmiyet’ten önce ve İslâmiyet’i kabulümüzden sonraki gelişimini değerlendiren İsa Kayacan; Osmanlı’daki mezarlık kültürünü değerlendirmiş, mezar taşlarının kadın veya erkek yani cinsiyete göre şekillendiğini belirleyerek erkeklerde Hacı, Ağa, Bey, Molla, Beşe, Efendi, Çelebi, Zade, Usta unvanları kullandığını belirtmiştir. Mezar taşlarının gerçek birer sanat eseri oldukları ve zamanının ustalığını göz önüne serdiğini belirtir. Mezar taşlarının kemer ve köprülerde kullanılan Horasan harcı ile yapıştırıldığı vurgulanır. Mezar taşlarındaki başlıklardan sarık durumuna göre kabirde yatanın kariyerinin belirlendiği ve bilhassa kadın mezarlarında hat sanatının inceliğinin sergilendiği vurgulanır. Ünlü kişilerin mezarları birer kümbet içine (türbe) alınmıştır. Mezarlıklar parselli ve kümbet içine alınmışsa buna “Asri mezarlık” denildiği belirtilmiştir. Mezar taşlarına yazı yazma geleneğini anonim halk edebiyatı içine almak gerektiğini vurgular. Mezarlıkların ve mezar taşlarının birer tarihi belge ve tarihe ışık tutan kaynak olduğu, onu etrafında çevrelenen milletin damgasını taşıdığını ifade eder. Kitabelerdeki Türkçe, Arapça, Farsça olarak kaydedilmeleri de yine belli dönemleri aksettirmektedir.
“Mezar taşına yazı yazma âdetiyle ilgili elimizdeki en eski deliller, Köktürk karakteriyle yazılmış Yenisey abidelerindedir.” “İki dünya arasındaki kapı” diye düşünülen mezar ve onunla ilgili her şey insanların daima ilgisini çekmiştir. Uluslararası antlaşmalarda; “mezarlara, mezarlıklara, anıtlara giriş serbestliği teminatı” getirildiğini dillendirir kıymetli Kayacan.
Kayacan, altı bölümden oluşturduğu “MEZARLIKLAR KÜLTÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER” kitabının ilk bölümünde sunuştaki bilgilerin bir bölümünü tekrarlarken Yunus Emre, Mevlana, Necip Fazıl Kısakürek, Yahya Kemal Beyatlı v.b. şairlerden ölümle ilgili dörtlüklere de yer vermiştir. Ayrıca Allah’ın emirleri, ölüleri hayırla yâd etme, ölüm ve din, doğum ve ölüm anlatımları, inançlardan, ebediyet gerçeği, ölümün güzel yüzü ve genel ilmihâl bilgilerine değinmiştir. İkinci bölümünde ise “Ebediyet Kapısından İçeri Girerken” başlığı altında; ölüm öncesi ve sonrası görevlerimiz, hastaları ziyaret, ebediyetin kapısında, ölüm, ya hayat, ya hayat ve ölüm, ölüm anı, ölüm haberi, ölü için ağlamak, yıkama ve kefenlemek, cenaze namazı, cenazenin kabre taşınması, defin, başsağlığı dilemek-taziye, ölü için yapılan ibadetler, kabrin yapımı, kabir ziyareti, kabir ziyaretinin âdabı alt başlıkları altında okuyucularını aydınlatmaktadır. Ayrıca kabir ziyaretinde okunacak dûa ve sürelerden Fatiha suresi, Bakara suresinin ilk beş ve son iki ayeti, Yasin suresi, Mülk suresi, İhlâs suresi, Felâk suresi, Nas suresi ve meallerine yer verilmiştir. Mezar ve insan başlığı altında şehitler şehitlerimiz, şehid, ayet ve hadislerde şehitlik, İstanbul’daki tarihi şehitlikler sıralanmış, şehitlerimiz konulu şiirlerden örnekler, bazı şehitlerimizin isimleri, vefat, acı kayıp, başsağlığı, teşekkür, mevlid, anma, duyuru ilânları ve ilgili örneklerle ikinci bölüm tamamlanmıştır.
Üçüncü bölüm; “Hepimizin uğradığı, uğrayacağı, son duraklardaki, mezarlıklarımız-dan”  genel başlığı altındaki anonimleşenler bölümünde “Mezarlıklarımızın girişinde veya mezar taşlarının pek çoğunda yazılı, anonimleşmiş değişik sözlerle karşılaşırız. Bunlar dilden dile, ağızdan ağza dolaşmakta olanlardır. Bu anonimleşmişlerden bazıları: “Bizler buradayız, sizler de geleceksiniz.”, “Biz de gezerdik sizin gibi, siz de gelirsiniz bizim gibi.”, “Ölüm dediğin nedir, dalda bir kuru yaprak. Bin sene de yaşasan, son durak kara toprak.” şeklindedir.
Mezarlıklarımız ve mezarlıklarımızdaki isim ve kimlikler bölümünde mezarlık görevlileri, imam ve belediyelerin sorumlulukları, mezar taşlarındaki kitabeler, mezar taşlarında yazılış yanlışlıklarını örnekler vererek açıklamıştır. Ankara Karşıyaka mezarlığındaki yeni adresimiz bahsinde Sabahat Kayacan D. 05.05.1938 Ö. 12.02.2002 L-25 P-679-C Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nın 1 nolu kapısından giriyorsunuz. 3. Caddenin 108. Sokak başıyla kesiştiği noktanın üstü. Benim kendi mezarım da eşimin mezarının bitişiğinde hazır. Aynı adreste L-25, P-679-B. Mezar taşıma şunlar yazılacak: “Gazeteci-İsa Kayacan D: 20.09.1943 Ö:..”
Kitabeye çocuklarımın ağzıyla aşağıdaki dörtlüğün yazılacağı vasiyetinde bulunuyor.
“Kalbimizde, birer alevsiniz, sönmüyorsunuz,
Yıllar geçiyor, yine dönmüyorsunuz,
Ağlayıp durduğumuzu bilmiyorsunuz,
Kalbimizde birer alevsiniz, sönmüyorsunuz…” 

Yine bu bölümde Mustafa Ceylan’ın kaleminden:
“Aşkım ve heyecanım; en mübârek işimdin,
Ocağımı tüttüren sımsıcak ateşimdin,
Hayatımdın, eşimdin, her mevsim güneşimdin…
Şimdi karanlıktayım, çekilmiyor bu hayat,
Öksüz, yetim kalmışım, neredesin Sabahat?

Aklım gitti başımdan, döndüm çılgın deliye,
Bu zalim kara yazı bize yazılmış, niye?
Bekle ben de gelirim, belki gelen seneye…
Zaten kuşlar kanatsız, yaralanmıştır kırat,
Haydi tut ellerimden, neredesin Sabahat?
            Mustafa CEYLAN (Antalya-2002)”  2 bendini verdiğimiz ve 44 bentten oluşan “İsa Kayacan’ın ağıdı: Nerdesin Sabahat?” yer alıyor. Onu hemen Mansur Ekmekçi’nin:
“………………………………
Yol uzar, su akar gider taşkına,
Kıblegâhım sendin, döndüm şaşkına,
Ruhunu gölgenle sal, Hû aşkına;
Cehennem içinde, sanki nârdayım.
……………………………………………………” 3. kıtasını yazdığım 4 kıtalık “Gittin Gideli” şiiri yer alıyor. Bu bölüm çeşitli illerimiz ve Yemen’den, Şili’den, Azerbaycan’dan ilginç mezar taşı örnek kitabeleriyle, hadisler ve ibretli sözlerle devam ediyor. Bölümün sonuna Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı’nın “Ben sensiz ölürüm” içli makalesi, Kerimova Pervane Namıkgızı’nın Sabahat Hanım’a yazdığı “Sen Yaşıyorsun” şiiri, Doç. Dr. Mehbube Abdulhamit kızı-Kurbanova’nın “Azerbaycan’dan Mektup” ve Fethiye’den Recai Şahin’in şiirine ve “Ünal Şöhret Dirlik’in Cevabı” makalesine yer vererek bölümü tamamlamış.
Dördüncü bölüme; araştırmacı ve yazarların kaleminden başlığı altında İslâm Yaşar, M. Kemal Yılmaz, Mustafa Okumuş ve Orhan Şentürk’ün makalelerini sıralamış, sonra Türk Halk Yaşayışında Şiir (II) bölümünde “Dağlar başıma felek, Gözüm yaşına felek, Akıbet kuş kondurdun, Mezar taşıma felek” ve benzeri örneklerden sonra Hayrettin İvgin, Dr. İrfan Akay, M. Muammer Bağcı, Abdülkadir Güler, Şükrü Tekin Kaptan, Ahmet Altan, Doç. Dr. Tamilla Abbassanlı-Aliyeva, Ahmet Tufan Şentürk, Ertuğrul Özkök, Ünal Şöhret Dirlik’in ilgili yazıları ve tespit ettikleri kitabelere (Mezar taşı yazılarına) yer verilmiş. Gülbahar Ünlü’nün ilgili mani ve ilençleri ve “Mahşer yerinde ruhlarla dans” makalesi benzer örnekler ardından şair ve ozanların dili ve kalemiyle soyadı sırasına göre şiir örnekleri 267. sayfadan 366. sayfaya kadar mezarlık, ölüm ve maneviyatla, nasihatle ilgili şiirlere yer verilmiş.
Menderes, Zorlu ve Türkeş’in son sözleri, âşıkların kalemiyle ölüm, basında yer alan haberlerden kesitler ve İsa Kayacan’ın başarıları, Hz. Muhammed’in ölümünden önceki vasiyeti neydi? Atatürk’ün annesinin ölümüyle ilgili gördüğü rüya ile bölüm tamamlanıyor.
Beşinci bölüm; maniler (Genelleme). Bu bölümde maniler hakkında genel bilgiler verilmiş. Mani; şekil ve türlerine göre sınıflanmış. Anonim ramazan manileri örnekleri, söyleyeni belli manilere örnekler verilmiş. Devamında mezar taşlarının şekilleri ve anlamlarına yer verilmiş. Ulema ve paşa mezar taşları büyük sarık, tarikat ehli kişiye aitse uzun külâh üzerine sarık, Köy ağası ince sarık, yeniçeri ağaları üstü geniş altı dar kavukla şekillenmiş mezar taşları ile belirlenmiştir. “Bezemeli mezar taşları” başlıklı İsa Kayacan’ın makalesini yine Kayacan’ın “Helâlleşme çeşitlemesi” makalesi bu bölümde takip ediyor. Onu da yine Kayacan’ın “Yıllara meydan okuyan camilerimiz” tespitleri takip ediyor. Vefat eden dostlarının (Dr. Şükrü Tekin Kaptan, İsmail Sadık, Hüseyin Yurdabak, Hüseyin Balım, Ali Abdülkerimoğlu) ardından yazdığı makaleleri yerleştirmiş. Murat Duman’ın: “Dünyadan ayrılışımın mezardaki rüyası” makalesi ve “Mezarda” şiirini takiben “Hizmetleriyle isimleri “ilginç”leşen vakıflarımız sıralanmış. Bu 61 adet vakfın kısa tanıtımından sonra Mustafa Nevruz Sınacı’nın “Mezarlık Kültürü” makalesi ile bölüm sona eriyor.
            Altıncı ve son bölüm: “MEZARLIK KÜLTÜRÜMÜZDEN ÖRNEKLER” kitabına katkıda bulunmaları amacı ile kişi ve kuruluşlara yazdığı mektuplara (taleplere) kişilerden gelen mektuplar ve kuruluşlardan gelen resmi yazılarla başlıyor. Katkıda bulunanlar, kaynaklar, Gazeteci-Yazar Prof. Dr. İsa Kayacan’dan değişik kuruluşlara 21 bin 260 kitap bağışı, Heykelinin Burdur Tefenni ilçesi Ece Köyü yetkililerine teklif edilmesi, Azerbaycan yazılarım Bakü’de kitaplaştırıldı. İsa Kayacan hakkında söylenenler, İsa Kayacan’ın özgeçmişi, İsa Kayacan hakkında yazılan şiirler ve İsa Kayacan’ın yayınlanmış ve yayına hazır eserlerinin listesi ile kitap tamamlanmış. Temmuz-2008 itibarı ile:
Yayınlanmış eser sayısı: 124,  Yayına hazır eser sayısı: 10
Mezar taşları kitabelerinden örnekler:
Düşünmezsin sen ölmeyi,                      Konularım komşularım,
Terk etmezsin hiç gülmeyi,                   Torunlarım, yavrularım,
Yakası yok ak gömleği                         İşte benim son baharım,
Giymemeğe çare mi var?                      Gelmez yola gidiyorum.

Sabahtır ezana bak,                             Ölüm dediğin nedir;
Kabrimi kazana bak,                           Dalda bir kuru yaprak,
Azrail’in suçu ne,                                 Bin sene de yaşasan,
Defteri yazana bak.                              Son durak kara toprak.           
            Muhterem İsa Kayacan Ağabey’in: “Bu kitap; ne bir din kitabı ne de din bilgiler kitabıdır.” demesi mütevazı kişiliğinin hassasiyetidir. Kitap; hayat, ölüm, ölümden ibret alma ve ölünün arkasında yapılması gerekenler inancımız ve kültürümüz çerçevesi içerisinde titiz araştırma, özverili çalışma neticesinde meydana getirilmiştir. Ciddiyetiyle müsemma ciddi bir eser ortaya koymuştur. Kendisine sağlıklı bir ömür niyaz ederken muhabbet ve hürmetlerimi arz ederim.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

KONUK YAZARLAR; Ünal Şöhret DİRLİK & Melâhat ECEVİT

KONUK YAZAR:    
AKSU’NUN KAMPANASI
                                                                                                      Ünal Şöhret DİRLİK
Aksu'da önce idare binası, sonradan kantin olarak kullanılan binanın üzerinde bulunduğu tepeciğin 15 metre daha yukarısında, tepeye yakın yerde müzik binamız vardı. Tek katlı olan bu bina yalnız müzik derslerimiz için yapılmıştı. Diğer dersliklere hayli uzaktı. Yapılırken öyle düşünülmüş herhalde müzik aletlerinin ve koronun seslerinden derslikler etkilenmezdi.
Binaya tırmanarak çıkılırdı. Odanın biri müzik aletlerine ayrılmıştı. Binanın sorumlusu müzikte başarılı olmuş bir ağabey olurdu çoğu kez. Zirvede kamyon altından yapılmış bir kampana vardı. Bir jant uygun şekilde yapılmış ve üst tarafı eğik bir demir boruya asılmış vaziyette durur, bir başka demir parçası ile vurularak ses çıkarılırdı. Bu kampananın sesi yatakhanelerden, revirden, spor sahalarından,  öğretmen evlerinden, Aksu nahiyesinin her yerinden rahatça duyulurdu. Kampana tepesinden okul kurağının pek çok yeri görünürdü. Yemekhanenin arka kapısı, bağ, hamam, Aksu’nun içinden geçip harabelere uzanan yol, yeni yapılan öğretmen evleri, yatakhaneler, öğretmen evleri,  revire uzanan iki tarafı ağaçlıklı taş döşeli yol ve üçüncü bina dediğimiz son yatakhaneler.
Öbür tarafta da Antalya-Alanya yolu.. Sabah erken çalan kampana sesine çok kızardık, sıkıcı bir dersin sonunda da kampana çok iyi çalınmış bir müzik gibi gelirdi. Kampana yemek saatini haber verdiğinde, yat saatinde de sevinçle karşılanırdı.
Kampanayı çalmaya bir pazar günü koşarak çıktığımı biliyorum. Son sınıfların staj köyü değiştirme haftasında beşinci sınıflardan okul başkanı olarak seçildiğim haftaydı. Yemek saati yakındı, nöbetçi öğretmen İzzet Beydi. İzzet Bey “nöbetçilerden birini gönder de kampanayı çalsın” dedi. Ben hiç kampana çalmadığımı düşünerek hemen koştum ve o bir kilodan fazla demir parçası ile kampanaya bütün gücümle belki on defa vurdum. “Dan dan dan dan” ben yokuştan inerken sınıflardan çıkan arkadaşlar yemekhaneye koşuyorlardı.
Müzik derslerinde her öğrenciye bir mandolin veren sevgili öğretmenimiz Muzaffer Uz, kampananın önüne, arkasına, yan taraflarına aralıklı olarak oturtur. Tremola yaptırırdı. Müziğe ve saza yatkın olanların mandolin sevdası orada başlardı. Tremolalar çocuk şarkılarına, türkülere uzanır giderdi. Yalnız öğretmenin kullandığı bir piyanoda vardı orada, Nihal hanım; öğretmen olarak geldiğinde şarkıları piyano çalarak öğretirdi.
Bir gün rahmetli halk türküleri sanatçısı Sadettin Şahin(*) elinde bir fotoğraf makinesi ile kantin binasının üstünde fotoğraf çekiyordu. Ben elimde mandolinle kampananın oradaydım. İşaret ettim, geldi,  bir fotoğrafımı çekti.Yukarıdaki fotoğraf o günün anısıdır. Fethiye’nin Söğütlü köyünden olan Sadettin Şahin çok güzel saz çalardı, çoğu türküleri bilirdi. Bir gün duyduk ki Sadettin okuldan kaçıp İzmir’e gitmiş.
Sonradan bazı radyolarda programlar yaptığını, Anadolu turnelerine çıktığını duyduk. Bir defasında Fethiye’de beş dakikalığına konuştuk, ben köye döndüm. O, o akşam konser verecekti, yanında türkücü eşi de vardı. Daha sonraları da ölmüş dediler. Onun zayıf vücudu geceler boyu programlara dayanamadı sanırım. Ablası bizim komşumuzdu. Geçen yıl bize geldi. Sadettin’in eşiyle ve oğluyla bir fotoğrafını verdi. Aksu’dan böyle acı anılar da var, neylersin. Sadettin’in oğlu Almanya’da imiş, turizmle uğraşıyormuş. Bu yazıyı yazdığım günlerde İncirköylü bir arkadaş “Zatinur yenge öldü” dedi. İnanamadım, Allah rahmet eylesin.
Aksu’nun kampanası bir çalsa şimdi, yediden yetmişe toplansak… Bağları bellesek, spor sahalarını düzeltsek, portakal bahçesinde uç kurusu ayıklasak, kütüphaneyi, okuma odasını, işlikleri doldursak ne olur değil mi? Aksu’nun kampanası kalk borusu gibi bir çalsa öğretmenlerimiz çıkıp, çıkıp gelseler, sarmaş dolaş olsak. Ellerini öpsek, yemekhanenin önünde sıralansak bir halay çeksek, bir uçtan bir uca, harmandalı oynasak. Haydi toplanın  Aksulular haydi bayramımız var!

KONUK ŞAİR:
ANACIM
                                                                                  Melahat ECEVİT
            Yazdıklarımızın yayınlanmak üzere gazete ve dergi sayfalarına aktarılması için gösterdiğimiz gayretler. Yazı ve şiirlerimizin yayımında emeği geçenler. Teşekkür etmemiz gereken pek çok gazete ve dergi çalışanı.
            Önemli ve anlamlı günler için duygularımızın kalemlerimizden mısralara dökülüşleri. Anne sevgi ve duygularımız, hasretlerimiz, özlemlerimiz, beklentilerimiz içerisinde yer alıp gerilerde kalanlar,dönüşü,tekrarı mümkün olmayanlar.Bu çerçeveden bakarak 20 Nisan 2014 tarihinde yazılan,ortaya konulan Anne sevgi ve özlemlerimin dile getirildiği şiirimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

            ANACIM

            Şikâyet etmeden ömrünü verdin,
            Gözyaşını bile bile sakladın benden.
            ‘Üzülme evladım ben varım’ derdin,
            Güç, kuvvet alırdım anacım senden.

            Ördüğün ceketi yaz, kış giyerdim,
            Yaptığın yemeği severek yerdim,
            Elin dert görmesin çok yaşa derdim,
            Maharet öğrendim anacım senden.

            Dara düştüğümde büyük umuttun,
            Gün geldi sımsıkı elimden tuttun,
            Benim dertlerimden kendin unuttun,
            Dualar bekledim anacım senden.

            Birlikte içerken sabah çayını,
            Beklerdin sevdiğin bahar ayını,
            Henüz çekmeden şu felek yayını,
            Çok şeyler öğrendim anacım senden.

            Geldi çattı o gün oldu olanlar,
            Hiç inanmadılar koşup gelenler,
            Rahmet dilediler seni bilenler,
            Helallik diledim anacım senden.

            Ummadık bir anda hazanın soldu,
            Ömür defterinde miadın doldu,
            Bu nasıl acıymış içim kan oldu,
            Ayrılmak zor geldi anacım senden.

            Resmin duvarda asılı duruyor,
            Gün yirmi dört saat öpesim geliyor,
            Öyle özledim ki göresim geliyor,
            Hiç haber gelmedi anacım senden.    


KONUK YAZAR-ŞAİR:
Bir gönül rehberi İsa Kayacan
                                                                          Melahat ECEVİT
Prof. Dr. İsa Kayacan, kendi açısıyla Burdur ve Burdurluyu en iyi şekilde anlatır. Burdur’u yaşayan bir Burdurlu olarak, kendi gözü ve kalemiyle sayfalara aktarmaktadır. Bir kültür elçisi olan Prof. Dr. İsa Kayacan onlarca rekorun sahibi olup, çalışmalarıyla insani değerleri öne çıkarmış, mümtaz simalardan biridir,
           Türk yazı ve edebiyatında en çok yazı yazan bir üstat olarak, Türkiye’nin tüm Anadolu gazetelerinde, bıkmadan, usanmadan çalışmalarına devam etmektedir. Araştırmalarıyla gelecek nesillere bir tarih olacağından hiç şüphemiz yoktur. Mütevazı, saygınlığı derin tecrübe sahibi oluşuyla topluma malolmuş, duayenlerden biridir. Bitmez-tükenmez yazılarıyla, şiirleriyle Anadolu Basınında ayrı bir yeri vardır.Prof. Dr. İsa Kayacan, sevgiyle, saygıyla yazdığı değerli yazılarıyla bir gönül rehberidir.

            Prof. Dr. İSA KAYACAN’a

           Bu kadar düşünüp durma Burdur’u,
           Biraz da başkaları düşünsün!
           Üzme bu kadar kendini,
           Burdur yerinde durup duru.

           Ne zaman Burdur denilse,
           İçin titrer, üşürsün.
           Burdur’un yükünü,
           Omzunda taşırsın.
           İstersen, sor,soruştur Burdur’u,
           Gözün arkanda kalmasın,
           Burdur yerinde durup duru.

           Burdur yüreğinde duman duman,
           Demedin,yandım el aman!,
           Hasret çektin bunca zaman,
            Gel de gör Burdur’u!,
           Burdur yerinde durup duru..

           Not: İsa Kayacan’a yazılan 294.şiir,Isparta,05 Mayıs 2014)
          
            İçinde yaşadığı toplumda erdemli insan olmak için, evrenselleşmiş insanı dil, din, ırk, soy gibi olgularıyla değerlendirmeyen kişilerden biri olan sayın İsa Kayacan, insanları seven ve hoşgörüyle bakanlardan biridir. Önyargılarının, egolarının, zaaflarının, izlerini yok edebilen bir kişiliğe sahiptir.
            Erdemli, pozitif düşünce ve iletişim bilincine sahip olan İsa Kayacan, insan olmak için dünyaya gelenlerden biri değildir. İnsan olmanın, uyum içinde olmanın bilincinde olan uyumlarında doğruluğun farkına varanlardandır. Uygun bir şekilde yaşamanın önemini fark eden kişi olarak toplumda sevilen,sayılan biridir.
            Topluma engin çalışmalarıyla katkıda bulunan İsa Kayacan, sevginin insan olmadaki önemini çoğu yazılarında belirtmiştir. İnsanlara geniş açıdan bakan… Fikir üreten, kendini bulan, seçim yapabilenlerdendir. Düşünce ölçüsünü bilen, topluma ve çevresine vermiş olduğu değerli hizmetlerinden dolayı gönülden tebrik eder,saygılarımı sunarım.

            İSA KAYACAN

            Yol arkadaşı olmuş,
            İyilik, güzellik, doğruluk,
            Erdemli yaşama,
            Yelken açmış mutluluk,
            Farkında olmak,
            Ruhundaki olgunluk.

            İsa Kayacan,
            Mütevazi, saygın,
            İnsan olmanın,
            Usulüne uygun bir soluk,
            Düşünce ölçüsü,
            Doğaya sorumluluk.

            Not: İsa Kayacan’a yazılan 295.şiir(Isparta,16 Nisan 2014)