25 Kasım 2013 Pazartesi

Nadir Şener HATUNOĞLU, Matematikçi-Bilim Uzmanı & Abdülkadir GÜLER

KONUK YAZAR
TÜRK’E VERMEK
      Nadir Şener HATUNOĞLU
           Matematikçi-Bilim Uzmanı
            Başlıktaki söylemi, tarihsel bir inceleme sırasında öğrendim. Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşını ve kudretini, bu söylemde buldum. Sosyologlar, psikologlar, komutanlar ordusunun işini bir kalemde sunmak, elbet zor.
Benimki, hareket noktasını vurgulamak…
            Türk kavmi, 1071 yılında Malazgirt kapısından Anadolu’ya girdi. Beyliklerde çalkantılar oldu, Osman-oğulları işi toparladı; devletimizi kurdu. Kurulan devleti altı yüz (600) yıl yaşatmak için, kendine ilkeler koymuş. İşte bu ilkelerden biri de “Türk’e Vermek” olgusudur. Bu şu anlama geliyor: Avrupalı soydaşlarımızı, Doğu kapısından akın-akın gelen Türk boylarıyla buluşturup, kaynaştırmak…
            Canı rahmet istedi, analım; Avrupalı soydaşlarımızın simgesi Mehmet AKİF ERSOY, ölümsüz istiklâl marşımızın yazarıdır. Osmanlı döneminden kalma tipik evi, Hacette Üniversitesi yakınındadır. Torunumu her almaya gittiğimde, bahçe kapısının tokmağına saygıyla elimi değdirirdim.
            ‘Erzurum nire, Arnavutluk nire!’ derler ya… İlçemizin doktoru Hasan Baydur da Mehmet Akif Ersoy’un hemşerisi. Büyük oğlu Refik BAYDUR, Tercan (Mama Hatun) doğumludur:1929. İlkokulu ağabeyimle okumuştur. Erzurum lisesinde de akrabalarımla… Lisenin parlak bir öğrencisi olduğunu duyardık. İstanbul-İktisat fakültesini bitirdi. İşverenler Sendikası Genel Başkanı oldu. Yazdığı kitaplar arasında, babasının biyografisi de var. Kardeşi Şefik BAYDUR, sınıf arkadaşımdır. Aileye saygılarımla..
            İlçemizin (Tercan=Mama Hatun) bir köyünde de Boşnak aileler vardı. Saray Bosna’dan, ta Erzurum’a gönderilmişler. Biz onlardan onlar bizden hayatı öğrenmişiz.
            Osmanlı İmparatorluğu’nu, sadece son yılların karmaşasıyla değerlendirmek, doğruya götürmez bizleri. Jakobenizmin rüzgârına kapılan kimileri, karalamayı eleştiri sanıp, açıyor ağzını, yumuyor gözünü…  Denile-bilir ki Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları olmasaydı, devletimiz tümden silinip gidecekti. Krallık, şahlık, padişahlık vb. tek parti yönetimidir. Tek parti her kötülüğü bağrında barındırır. Şu son yirmi yılda yıkılıp giden devletlere bakarsak, demokrasinin önemini daha iyi kavrarız diye düşünüyorum. Şu da söylene-bilir, demokrasiyi amaç değil de kötü emelleri için araç olarak görenler de çıkabilir. Örnek, dünyayı kana bulayan Adolf HİTLER,seçimle başa gelmişti. Dünyaya maliyeti:
 “Elli milyon ölü, iki yüz milyon sakat, beş yüz milyon aç ve konutsuz insan yığınları.”
Ö Z Ü R
            ( Özür dilemek, büyüklüktür.)
            Onlarca yıl önceydi. “ Terörle bir yere varılmaz; ülke bölünmez.” muhabbeti başladığında, ben bu günü gördüm ve –dedelerim adına- Milliyet’te özür dilediydim. Tevazu lüksüm olmadığı için üslûbumu bağışlayınız.
            Sn. Dışişleri bakanımız, türkücü Kürt kardeşimizden özür dileyince, benim özrümü güncelleme zorunluluğu doğdu. Şöyle özür dilemiştim:
            “Dedem müstantik (sorgu yargıcı) Ahmet Beğ, Erzurum İl Kongresi’nde (1919), E.Binbaşı Süleyman HATUNOĞLU da kongrede (Temmuz-1919), şu yemine imza atmışlardı:
            “Vatan bir bütündür, parçalanamaz!”
            Onlarca yıl önce, şu özrü yazmıştım:  
 “Eğer bu söylem hatalı(!) ise dedelerim adına Özür(!) dilerim.”
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK adına kim özür dileyecekse; ben bilmiyorum…
             ***
KONUK YAZAR
4. TÜRK KÜLTÜRÜ KURULTAYI
KİTABI   ÜZERİNE
                                                                    Abdülkadir GÜLER
            Geçenlerde 20- 24 Mart 213 tarihinde Fethiye’de 4.Uluslararası 4.Türk Kurultayı  Fethiye Belediyesi, Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu  ( HKAK ) ile birlikte görkemli bir şekilde gerçeleşmişti. Bu Kurultaya  yerli ve yabancı   bilim adamları, folklora , halk bilimine,  halk  edebiyatına gönül verenler katılmıştı. Aşağı, yukarı 100 ‘ze yakın  yerli ve yabancı bilim adamının hazırladıkları özgün bildirileriyle bu kurultaya   renk katmışlardı, Bu satırların yazarı olarak   ben de  Aydın / Söke’den  bir bildiriyle  bu kurultaya katılmıştım. Adı geçen kurutay tam zamanında Nevruz Bayramında denk gelmişti.Açılışı görkemli oldu. Tabi  İstiklal Marşı, saygı duruşuyla birlikte…Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türk kültürüne emek verenler, aramızdan olmayanlar  saygıyla ve rahmetle anıldı. Ben bir katılımcı ve bu kurultaya  gönül verenlerden biri olarak  dönüşümde çeşitli yayın organlarında Söke Ekspres‘te ve Milliyet Blog’ta  izlenimlerimi yazdım.
Bu kurultayın konusu: “Türkü, Türkülerimiz, Türküler ve Türkülerimizin Öyküleri“ idi. Çok yararlı bir konu seçilmişti. Üç gün boyunca Fethiye Kültür salonunda keyifle, dikkatle katılımcıların sunmuş oldukları birbirinden değerli bildirilerini güzel konuşma ve slayt bilgisayar ortamında zevkle dinledik.Salon da katılımcılarla birliikte bir hayli kalabalıktı.
            Şimdi benim en çok hoşuma giden durum: Bu konuşmaların sempozyum bitinminde bir kitapta toplanması oldu. Bazen yapılan sempozyumlarda  binlerce lira harcınayor lakin bunların bir kitapta toplanmasını kimi yerde göremiyornuz.Yapılan konuşmalar buharlaşıp gidiyor. yapılan masraflara  yazık olmuyor mu? Sempozyumların sonunda bunların böyle bir kitapta toplanması asıl amacına ulaştığını düşünüyorum. İşte anılan tarihte IV. Uluslararası Türk Kurultayı Türk Kültürü Kurultayının sonunda  Fethiye Belediye Başkanı Sayın Behçet Saatcı ve HKAK Genel Başkanı Sayın Prof.Dr.İrfan Ünver Nasrattıoğlu tarafından hazırlanan bu kitabının  yayımlanmasını görünce gerçekten sevindim. Hem de  iki cilt halinde yayımlanmıştır. Her cildi  aşağı, yukarı 450 sayfadır. ( toplam 900 sayfalık bir devasa kitap ), hem de birinci hamur kağıda ve tertemiz bir baskıyla Ankara’da ( Eylül 2013 ) Tarihinde kısa bir zamanda titizlikle ortaya  çıkarılmış olup, halk  kültürü ve Türk edebiyatı okurlarına  arzedilmiştir. Bu açıdan tüm emeği geçenleri öncelikle candan kutlamak isterim.
            4. Uluslararası Türk Kültürü Kurultayı kitabında Cilt birde  SUNUŞ bölümüne Prof.Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu şunları yazıyor:
            “Otuz yılı aşkın süredir, bir yandan güzel ülkemizin çeşitli kentlerinde,öte yandan Türkiye dışındaki çeşitli  ülkelerde peşpeşe etkinliler yapmaktayız. Son yıllarda yaptığımız önemli etkinlilerin başında, Fetihiye’de gerçekleştirilen dört büyük sempozyum ile buhnun yanı sıra bir dizi etkinlikler gelmektedir. Fethiye’de 2008, 2009, 2011 ve 2013 yıllarında düzenlediğimiz etkinikler, kültürümüzün derlenmesi, değerlendirilmesi ve tanıtılmasını amaçlamıştır. Sözün başında  hemen beliertmek isterimki,”Uluslararası Türk Kültürü  Kurultayı”  ana başlığı altında gerçekleştirilen etkinliklerin arzuedilen seviyede vemükemmel bir biçimde gerçekleştirilmesinde en büyük pay, Fethiye’mizin yüreği insan sevgisiyle dolu olan Belediye Başkanı Dr. Bençet Saatçı’nındır. O’nun bir yeşama biçimi dolarak benimselip , her vesileyle belirttiği “ Söz konrusu vatan ise, gerisi teferuattır”…özdeğişi, bizim ona yürekten bağlanmamıza neden olmuştur.” Sayın İ.Ü. NASNATINOLU bunları yazdıktan sonra şunları da eklemeden geçemiyor, önemi bağlamında  aynen alıyorum: “ 24 ülkeden, 100’den fazla konuğun ağırlandığı Fethiye,artık Türk Kültür kurultaeylarının merkezi olmuştur. Kurultay için Fethiye’ye gelen dostlarımızın ülkelerine döndükten sonra bize gönderdikleri mesajlardan aldığımıza göre, Fethiye, aynı zamanda ülkemizin turistik ve tarihi güzelliklerinin de simgesi haline gelmiştir. Ne mutlu Fethiye’lilere ki, Dr.Behçet saatcı gibi bir belediye başkanarı vardır. ve ne mutlu Dr. Saatcı ‘ki, yarattığı yeni Fethiye’yi, dünyaya tanıtabilmektedir. Sözün özü  o dur ki;  Fuat Köprülü’nün  kurduğu Halk Kültürü Araştırmaarı Kurumu’nu yöneten kişiler olarak bizde bir görev yapmış olmanın mutluluğunu duymaktayız. Elinizdeki bu kitap, mutluluğumuzun ve başarımızın somut bir belgesidir.”diyor Sayın HKAK Genel Başkanı  NASRATTINOĞLU.  
            Ben de bunları  görmekle  mutlu oldum, gerçektende öyledir. Türk halk bilimini, Türk folklorunu  aradan   yıllar geçsede   var güçleriyle manevi ve maddi imkanlarıyla yaşatıyorlar. Sayın Nasrattınoğlu’ya ben de bu değerli  eserleri görmek ve içinde bulunmakla hak veriyor ve bir kez daha candan  tebriklerimi sunuyorum… Türk kültürü adına Fethiye  Belediye Başkan Sayın Dr. Behçet Saatcı’yı de bu gibi çalışmalarından dolayı kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum.  
            Adı geçen eserin  bir başka bölümünde de  Fethiye Belediye Başkanı Sayın Dr. Behçet Saatcı’da bir  yazısı vardır. Ondan da bir cümle almak istiyorum:” Türkü, yani Türkle  ilgili Türk’e özgü, yüreğimizin dili,başımızın sevda yeli olan türkülerimiz.Umuttur, hasrettir, vefadır, dostluktur. Anamızın gözünde yaş, yavuklarımızın yüzünde tomurcuk güldür türkülerimiz. “ Türk’üz türkü çığırırız demiş ( rahmetli ) halk ozanı  Aşık Veysel…Bu derece zengin, derin ve geniş havzadan beslenen türkülerimiz, bırakın bizi sıradan bir topluluğu  sıradan bir halkı, bile, millet yapan haline getirir. Neşemizi coşturan, sitemizi isyanımızı saklayan türkülerimiz. Köşe taşı olan türkülerimiz. İskender Pala’nın deyimiyle: “Anamızın ak sütü kadar, hayatın kaynağı olan su kadar aziz, öz kimliğimiz kadar asil  olan türkülerimiz…diyor… Değerli konukların ve sevgili basın mensupları salonumuzu şereflendiren değerli konuklar ve değerli büyüklerim, Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz keyfimize keyif kattınız. Birliğimiz, dirliğimiz daim olsun. Nevruzumuz kutlu olsun…  Türkülerimize can suyu veren, nesilden nesile geçmesini sağlayan  halk ozanlarımıza, derleyip toplayanlara, sazın teline vuranlara, buradan selam gönderiyoruz.  rcınayor lakin bunların bir kitap ta toplanmamızı  yapılah masraflara  ylazık olmuyormTürkiye’de 800 800  800 ilçe  belediyesinden birisi olan Fethiye’de 4. Türk Kurultayını yapıyor olmanın gurunu ve sevincini yaşıyoruz. Atatürk’ümüzün “ Türkiye Cumhuriyetinin Temeli Kültürdür” sözüne izafeten, kültürümüze bir nebze  katkı sağlayabilirsek, ne mutlu bizlere…” diyor  Sayın Behcet  Saatcı…
            BİLDİRİ SUNANLAR:   
            Prof.Dr. Ali Osman Öztürk, Prof.Dr. Erman Artun, Doç.Dr. Selçuk Duman, Doç.Dr. Mehmet Naci Önal, Doç.Dr. Armağan Coşkun Elçi, Yrd.Doç.Dr. Göktan Ay, Prof.Dr. Naile Rahimbeyli, Dr.Emeal Şenocak, Prof.Dr. Celil Nagiyev, Doç.Dr. Fedora Arnavut,Okt. Nejla Kayalı Orta, Ergün Veren, Prof.Dr. Naciye Yıldız, Dr.Janos Sıpos, Doç.Dr. Ayfer Yılmaz, Öğr.Gör.OyaŞen,  Prof.Dr. Gülnaz Abdullazade, Funda Sevil Önal,Yrd.Doç.Dr. Ülkü Kara Düzgün, Prof.Dr. Saim Sakaoğlu, Prof.Dr. Nüket Dor, Ahmet Z. Özdemir, Abdülkadir Güler, Araş. Gör.Esra Özkaya, Doç.DR.Meral Ozan, Yrd.Doç.Dr. Ayhan Karakaş, Dr. Mehmet Ali Yılmaz, Doç.Dr. Mustafa Sever, Doç.Dr. Fatma Ahsen Turan, Savaş Ekici,Abdurrahman Ekinci, Yrd.Doç.Dr. Zekiye Çağımlar, Ayşenur Ören, Birdal Can Tüfekçi, Prof.Dr. Olena İvanoska, Yrd.Doç.Dr. Burhan Kaçar, Doç.Dr. Eyüp Akman, Nail Tan, Ümmügülsüm  Çelik,Prof.Dr.Nezihe  Şentürk- Naka Niksiç, Yrd.Doç.Dr. Mehmet Akpınar, Ünal Şöhret  Dirlik, Recai Şahin, Yrd.Doç.Dr.Dilek Erenoğlu Ataizi, Doç.Dr. Aynur Öz Özcan, Prof.Dr.Babahan Mehmet Şerif, Tanju Ozanoğlu, Öğr.Gör. Refiye Okuşluk Şenesen, Prof.Dr. Tarih Dostiyev,Dr. Nergiz Nağıyeva, Prof.bDR.Ebülfez Amanoğlu, Prof. Dr.Terlan Güliyev, Yrd.Doç.Dr. Yakut Güliyeva, Doç.Dr.Terane Heşimova, Vural Safiyeva, Araş.Gör.Hayat Şamiyeva, Yrd.Doç.Dr.Mehseti İsmayil, Nermin Qaralova, Vildan Askerova, Gulustan Bayramova, Yrd.Doç.Dr.Şevket Öznur- Dr.Mahmut İslamoğlu, Doç.Dr.Berdi Sarıyev, Prof.Dr. Firdevs Hisamitdinova, Doç.Dr. Minihana Bagautdinova, Prof. Dr.  İmperiyat Hacıyev, Steffanida Stamova, Yrd.Doç.dr. Farzaneh Doulatabadi, Muhammde Alipur Muqedem, Öğr.Gör. Zeynel Polat,  Ak.Dr. Joldasbay Turdımuratov, Doç.Dr. Seydin Amirlan, Doç.Dr. Abdil Şermatov, Zera Bekirova,  Dr. Eva Csakı, Prof.Dr. Liseyar Zikirova, ,Doç.Dr. Fadıl Hoca, Yrd.Doç.Dr. MuratOrhun, Prof.Dr. Lüboy Kopanytsya,, Svitlana Kopanytsya ve Doç.Dr. Margarita Kungaa gibi bilim  adamlarının  adı geçen kurultaeyda  bildiriler sunmuş ve bu bildiriuleri iki ayrı cilthalinde  kitapta yer almıştır. 21-24 Mart 2013 tarihlerinde Feithiyedea gerçekleaştirnilen 4. Umuslar arası Türk Kurultayı ile ilgili bu kitapların  itinayla basılması ve  bildiri sahiplerine gönderilmesi HKAK ve Fethiye Belediyesinin imkanlarıyla  Türk kültürüne  vermiş oldukları değerin ne denli önemli ve büyük bir hizmet olduğunu bir kez daha öğrenmiş bulunuyoruz. Adı geçen Kurultayın  amacına ulaştığını  diye düşünüyoruim. Takdire değer  bir hizmet yapmışlardır.
Kurultayın  ana konusu. Türkü, Türkülerimiz ve bu türkülerin öyküleri idi. Hazırlanan bu eser,ilerisi için halk edebiyatına ve halk kültürüne  aşık olanlara  önemli bir başucu kaynağı olacaktır. Ben bu yazıyı yazdığım sıralarda  ( 17.11.2013 ) akşamı TRT’de Müzik ve Türkülerimiz konusunda bir program vardı. Bir ara bu programı izledim. Bu programı  Türk müzinin değerli sanatçılarından Mustafa Keser yönetiyordu. Mustafa Keser’in yanında  İzzet Altınmeşe, Belkis Akkale, Orhan Hakalmaz, Süreyya Davulcuoğlu, Selahattin Alpay, Bedri Ayseli, Muazzez Abacı ve Melahat Gürses vardı. Hepsini zevkle izledik. Yılların değerli sanatçısı İzzet Altınmeşe aynen şöyle diyordu: “Türkülerdir bizi bize anlatan, Sakarya’yı, Çanakkale’yi, Dumlupunar’ı  bize anlatan türkülerimizdir. Anadolu’yu, Milli Mücadele’yi  bize anlatan yine bu burcu burcu, buram  buram dildendile , çağdan çağa söylenen türkülerimizdir. Türküler tümüyle bizleri anlatıyor. Türküler birliğimizin, dirliğimizin sembolüdür diye vurgu yapıyordu. Ve hep birlikte  güneyden, doğudan, karadenizden,iç Anadolu’dan  ve Ege’den birer potpori halinde   türküler söylediler. Bizlere   güzel dakikalar yaşattılar. Birkez daha diyorum, türküleri söyleyen ve  yaşanlara selam olsun…  
            Sonuç olarak:
Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu Genel Başkanı ( HKAK ) Prof. Dr. İfnan Ünver Nasrattınoğlu ve Fethiye Belediye Başkanı Dr. Behçet Saatcı ile birlikte tüm maddi ve manevi olanaklarıyla  yapılan 4. Uluslararası Türk Kurultayı bağlamında hazırlanan  bu iki  ciltlik eserle  Kurultay amacına ulaşmıştır. Titizlikle  yayımlanan bu eserler, gelecek kuşaklar için  birer başucu  kaynak kitap olacaktır. Tekrar tekrar tüm emeği geçenleri candan kutluyor, emek verenlere kurum ve kurulaşlara, bildiri sahiplerine  sağlıklı günler ve   başarı dolu yıllar diliyorum. Bir başka kurultayda buluşmak ve bir araya gelmek ümidiyle. Türkü ve Türkülerimize  gönül verenlere selam olsun diyorum…

12 Kasım 2013 Salı

KONUK YAZAR: Ali SERDAR (Sayıştay 1. Daire Başkanı)

KONUK YAZAR: Ali SERDAR (Sayıştay 1. Daire Başkanı)

KONUK YAZAR:
Burdur’umuzun ender yetiştirebildiği İsa Kayacan; Burdur, Türkiye ve dünya markası…
Ali SERDAR, Sayıştay 1. Daire Başkanı
Bu yazımı İsa Kayacan’a adamak istedim. Bir sürü başlık düşündüm. Hiç biri İsa ağabeyi betimlemeye yetmeyecekti. En anlamlı başlık İsa Kayacan olmalıydı.
İsa Kayacan Burdur’umuzun ender yetiştirebildiği şahsiyetlerden biri…
O bir marka;
Burdur’un bir markası, Türkiye’nin bir markası, Azerilerin Türkmenlerin bir markası...
Kısaca bir Dünya markası!
Sen Ece köyünden çık. Ankara’ya yerleş. Köyünü ve Burdur’u hiç aklından çıkarmadan ülke genelinde, yurt dışında bilinen, sayılan, sevilen bir şahsiyet ol. Olacak şey değil!
Ece köyünden çıktı  “uzun ince bir yola”! Gece demedi, gündüz demedi. Okudu, yazdı. Araştırdı, derledi. Ardı ardına eserler ekledi! Durmak bilmeden. Çalışmalarını sistematik bir şekilde arşivledi. Makaleler, şiirler, öyküler, biyografiler, kitaplar, röportajlar yazdı. Yazdı, yazdı, yazdı!  40 binin üstünde makalesini 3 bin beş yüzün üstünde gazete ve dergilerde yayınladı.
Onun için “yazmaya doymayan adam” dediler. Geçekten yazmaya doymuyor. Yazma açlığını gideremiyor. Türkiye genelinde tüm yerel basını takip ediyor. Burdur dışındaki yerel basına da makaleler yazıyor.
İsa ağabeye dıştan baktığınızda; halim selim, alçak gönüllü, haza bir beyefendi görürsünüz. Bu sakin yaratışlı kişinin yazın alanında bu denli aktif ve hızlı olmasını anlayamazsınız. Hiç göründüğü gibi değildir o! Gerçi Mevlâna’nın “göründüğün gibi ol” tavsiyesi anlamında göründüğü gibidir. İçi dışı birdir. Art niyeti hiç yoktur.
İsa Kayacan’la çok önemli bir özelliğimiz müşterek! O da “Burdur Sevdası”! O da ben de Burdur’umuza sevdalıyız. Öncelikle Burdur insanını severiz. Köylüsü ayrı kentlisi ayrı güzeldir Burdur’umuzun! Dağı taşı, bahçesi ovası, havası suyu kısaca doğası güzeldir. Hele folkloru, davul-zurnası, kabak kemanesi, sipsisi, gurbet havaları, zeybekleri, teke zortlatmaları hepsinin üstündedir. Böyle bir yere nasıl sevdalanmaz insan!
Ne yazık ki bu değerli insan, çok vermesine karşın kamu görevlerinde hak ettiği yere gelememiştir. Kendi çabasıyla bir yerlere gelmiş olsa da bana göre yeterli değildir. Daha iyi konumlara lâyıktı! Burdur’umuzun tüm güzellikleri karşısında birlik ve beraberlik, dayanışma alanı en zayıf yeridir. İnsanımızı yeterince sahip çıkıp destekleyemiyoruz. Ben de bu konuda yalnız kalanlardanım. İsa ağabeyle bu özelliğimiz de benziyor.
İsa Kayacan’ın kıymetini biz bilemesek de Azeri kardeşlerimiz bilmiş. Bir vefa örneği göstererek Üniversiteleri tarafından fahri doktorluk ve profesörlük unvanları verilmiş. Sağ olsunlar.
İsa ağabey yakalandığı amansız hastalığına karşın çalışmalarına ara vermemiş. Yazdığı ve topladığı kitapları bağışlamış. Köyüne bir kütüphane kazandırmış. Dile kolay 36 bini aşkın kitap bağışlamış. Son olarak Burdur MAKÜ’ye 5 bin 230, Tefenni MYO’na 625 kitap bağışlamış. Bağışladığı kitapları evinden teslim etmiş. Çağdaş Burdur Gazetesinin 14.10.2013 tarihli haberindeki fotoğraflarda evindeki kitap kolilerini görünce, insan bu kadar kitabı bir eve nasıl sığdırılır diye şaşırıyor. Gazetelerde çok sayıda çöp ev görüyoruz ama böyle kitap ev görmek mümkün değil.
Sevgili İsa ağabey, gece gündüz gittiğin uzun ince bir yolun kısalmadan;  sağlık ve huzur içinde, araştırmaya, derlemeye hepsinden çok yazmaya devam et. Doymadan, yorulmadan!
Sevgi ve saygılarımla…

5 Kasım 2013 Salı

Mehmet ŞENER & Nadir Şener HATUNOĞLU

KONUK YAZARLAR: Mehmet ŞENER, Nadir Şener HATUNOĞLU

KONUK YAZAR:
Burdur ve İsa Kayacan
Mehmet ŞENER
İnsan karşısındakilere verdiği değer kadar kendisine değer verilir. Büyüklerimizi arayarak hal ve hatırlarını sormak gerekir. Gelenek, göreneklerimizin elden gittiğini söyleyen biziz, yaşatılmasını istemeyende biziz. Sevdiğimiz, büyüklüğünü gördüklerimizin hal hatırını sormak gerekir. Bu cümleden olarak geçenlerde Sayın Prof. Dr. İsa Kayacan Beyi aradım. İsa hocamla karşılıklı oturup konuşmuşluğumuz yoktur. Kıymet takdir eden yönünden dolayı arama gereği duydum. Karşılıklı halimizi hatırımızı sorduk.
Yazı hayatımla ilgili görüşünü sorduğumda bir iki konuda dikkat etmem gerektiğini nazikçe ifade etti. Kendisine de ifade ettim. Bilenden daha bilgili vardır. Yazandan daha iyi yazan, hata ve yanlışları tespit edenler vardır. Bu konuda kritiklerinizi iletirseniz sevinirim.
Telefonda da söyledim “önerilerinin” bana hayatımın en önemli kitaplarını okumuşçasına katkıda bulundu. Hayatım boyunca dikkat etmem gereken kuralları söyledi. Hazreti Ali efendimizin ifadesiyle “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Sözünü düşündüm.
İsa hocamın önerileri için yapabileceğim iyilik adına ne varsa hazırım.  İyiliğin karşılığı kötülük olmasın. Allah hayırlı ömürler versin, sağlıklı şekilde hayatını idame ettirsin.
Arabayla eve gidiyorum. Yolum Pınar Gazetesinin önünden geçiyor. Pınar Gazetesi çalışanlarına selam verdim. Araç kullandığımdan onlar bana dur işareti yapmışlar, ben görmemiştim eşim dur dediler herhalde dediğinde, aracı durdurdum.
Aynaya baktığımda elinde iki paketle koşarak bize gelen genci gördüm. İçimden bunun içinde kitap vardır diye de düşündüm. Yanılmamıştım. Gönlü yüce insan İsa hocam adresimi bizzat kendi elleriyle yazmış. Yazı karakterleri onu işaret etmektedir. Kendi işini yapan insandan daha yüce insan var mı?
Genç paketleri verdi. Eve gelince paketleri açtık. İsa hocam beş eserini göndermiş. Kendilerine huzurlarınızda teşekkür ederim. Hayatımda ilk defa tanınan yazarlardan şahsıma gönderilmiş kitaplarım oldu. O gün gece geç vakitlere kadar kitapları inceledik.
İsa hocamın mezar taşlarına yazılmış olan yazılardan derlediği kitabında hasta ziyaretinden, dinimizin emrettiği vecibelerden bahsediyor. Dini bilgisiyle ışık oluyor. Hatta mezarlık adabından, okunacak surelerden, cenaze namazının kılınışından bahsediyor. İsa hocamızın eşinin rahmetli olduğunu da kitaplarından öğrenmiş oldum. Allah rahmet eylesin.
Rahmetli eşi için dini vecibe olarak bir tanıdığı olarak görevimizi yapacağız. Eş kaybının kalan eş için, ne kadar zor olduğunu babam hayattayken bire bir yaşadım.  
İsa hocamın bu kadar çalışkan olmasını takdir etmeli, verilmesi gereken değeri kendisinden esirgememeliyiz. Kütüphane kuruyor, donatıyor, Mehmet Akif üniversitesine beş bin kitap hediye ediyor. İlim yuvası kuruyor.
Bizim ilkokulun salonunda “Bir okul açmak bin hapsa neyi kapatır” yazıyordu. Okulun temeli olan kütüphanenin açılması için hangi sözü çerçeveletelim?
            Doğduğu şehir için hasta halinde yazan, okuyan, telefonlara cevap veren kişiden bahsediyoruz. Bunlar günlük hayatta olması gerekir denebilir. Hastalığın acısında bile hal hatır soran insanların değeri bilinmelidir.
İnsanlar iki şarkı söyleyenlere göstermiş olduğu alakayı beyin gücünü harcayan kişiye gösterseydi şehrimiz, ilçemiz, kasabamız, köyümüz ileri seviyede olurdu.  Bir de şu var, değer verilmesi gereken değerleri karıştırıyoruz. İnsanoğlunun hizmetleri takdir edildiği vakit; daha coşkuyla çalışır, emek çeker, faydalı olmaya çalışır, aşkı şevki artar.
Ne yazık ki İsa hocamıza Burdur basını olarak gereken ilgiyi gösteremedik. Yazmış olduğu eserler hakkında topluma bilgi sunamadık. Burdur için kültürel anlamda ki hizmet konusunda İsa hocamız gibi çalışan ikinci kişi yok.
Çınarlar yıkılmaz. Hoyratça esen rüzgârlar yaprağını bile düşüremez. İnsanlara hizmet edenleri, halkımız bilir, takdir eder.
***
KONUK YAZAR:
TARAFSIZ KALMAK
      Nadir Şener HATUNOĞLU
     (Matematikçi - Bilim Uzmanı)
            Bir yazı başlığında gözüme ilişmişti: Tarafsız olmak. Bu söylem, politika  dokusunda önem taşımakta. Bu yüzden de karşı duruşlar kırıcı olabilmekte. Örneğin; aydınlarımızdan biri şöyle demişti:

            “Suya-sabuna dokunmazmış; pise bak!”
Tehdit içeren bir başka örnek:
            “Taraf olmayan, bertaraf olur!..”
Kim bilir; söylenmiş daha nice replikler vardır…

            Tarafsız olmayı, ‘etliye-sütlüye karışmamak’ biçiminde algılamak yanlış olur.  Ben elli yıldır yazıyorum; etliye de sütlüye de karıştım. Kamu görevlisi olduğum halde, uyarı cezası bile almadım; çünkü sadece iyiyi, doğruyu, güzeli paylaştım. Bu sınırı, en iyi şu örnek olayla açıklayabilirim:
Yıllar önceydi. Futbol sevdalısı yeğenim, beni maça götürdü. Ben maçla birlikte, seyircilerin tepkisini de gözlemliyorum; nara atan, ağlayan, gülen, yumruk sallayan…
Oyuncunun biri, yanlış pas verdiydi. Yeğenimin duyacağı tonda ve jargonla dedim ki: “Yuh be; pas öyle mi verilir?! Biraz sonra karşı bir oyuncu kalenin dibinde hata yaptı; ona da yuh çektim. Yeğenim şaşırdı ve dedi ki: “Dayı sen hangi takımı tutuyorsun; bir türlü anlayamadım!” Yanıt:
“Ben, pozisyonun hakkını vererek oynayan oyuncuyu tutuyorum; takımı değil”
            Demokratik düzen içinde herkesin bir partiyi tutması, oyunu vermesi, aday olması doğal hakkıdır. Ben de kendime sordum; acaba bir partinin adamı olabilir miyim diye; fakat net yanıt veremedim. Nedenini de kendime sordum; buldum gibi…
            Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir konu oya sunuldu.  –A- partisi ‘evet’, -B- partisi ‘hayır’ dediydi. Gazeteci ‘hayır’ diyen bir millet -vekiline sordu:
            -Dün yapılan oylama  konusunun, ülke yararına   olmadığına  gerçekten mi inanıyorsunuz?
            -Ülke yararına olacağını biliyorum; ama aksine oy verirsem, beni partiden atarlar!..
            Radikal örnekle, yazıya dayanak verelim.
İki görüş:
I)  Sıtma hastalığından kurtulmak için, bileğimize okunmuş iplik bağlayalım.
II) Sıtma hastalığının mikrobunu bulup tanıyalım, onu öldürecek ilâcı yutalım.
Kırk yıl önce yazdığım bir taşlama, eskimiş değil:

“Siyasette kendini ağır bir top sanırsın;
“Kürsülere çıkarak eşekçe anırırsın.
“Tepişince çıkarın üstteki heriflerle,
“Kırık bir sapan gibi çöplükte bakınırsın”

SONUÇ: Politik anlamda kendime şu kuralı koydum: “Hangi parti en az hata yapıyorsa, oyumu ona veririm.”