BİR KÜLTÜR SEVDALISI
Prof. Dr. İsa KAYACAN
Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı
Posta kutusundan aldığım mektuplar arasında yerel bir gazete
de vardı. Beklemediğim bu durumla ilk
kez karşılaştığım için, görevliler yanlışlıkla koymuş olabilirler diye
düşündüm. Üstünde benim adımın yazılı olduğunu görünce dikkatle bakıp
inceledim, bu bir Burdur Gazetesiydi. Aceleyle açıp sayfalarını karıştırmaya
başlayınca benim adıma yazılmış bir makale olduğunu gördüm. Yazarının ismi
Prof. Dr. İsa KAYACAN’dı, bir de siyah-beyaz fotoğrafı vardı. Tanımıyordum,
ancak etiketi ve benim hakkımda yazdıkları oldukça etkileyiciydi. Bir bilim
insanın yazdığı övgü dolu sözler kimi etkilemez ki, hoşuma gitmişti.
İlk işim bilgisayar arama motorlarında bu ismi aramak oldu
Ofisime döndüğümde ilk işim bilgisayar arama motorlarında bu
ismi aramak oldu, resimlerinden simasının yabancı olmadığını gördüm. Belirli
sanat ve kültür ortamlarında karşılaşmış olmalıyız diye düşündüm. Aradan birkaç gün geçmişti ki bir gazete daha düştü posta
kutuma, bu bir Kahramanmaraş gazetesiydi, aynı yazı burada da vardı. Birkaç gün
sonra bir Şanlıurfa gazetesi, ardından Van gazetesi, daha sonra Gaziantep
gazetesi, hepsinde aynı yazı yayımlanmıştı, iyice şaşırmıştım.

“Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?”
Bir gün akşam saatlerinde yorgun bir halde çıkıp asansörün düğmesine bastım, üst katlardan gelen asansör katta durdu, kapıyı açtım ince yapılı bir bey vardı. İyi akşamlar diyerek adımımı içeri attım. Siması yabancı gelmiyordu, hafızamı zorladım evet tanıyordum ama tanışmıyordum. Emin olmak için; “Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?” diye sordum. Evet, yanıtını alınca kendimi tanıttım, dilimin döndüğünce hakkımda yazdığı ve birçok gazetede yayınlattığı yazılar için teşekkür ettim. Çok sakin ve mütevazı bir biçimde beni dinledi. Konuşmamız asansörün çıkış katına gelmesine kadar sürdü, esenlikler dileyerek ayrıldık.

Bu kısa konuşmada bir iletişim bilgisi almak mümkün olmadı. Sadece 4. kattaki arkadaşının bürosuna geldiğini, zaman zaman buraya uğradığını söyledi. Bu kadarı da benim için yeterliydi, ben de hiç olmazsa zaman zaman bu büroya uğrayıp bilgi alabilecek ya da mesaj bırakabilecektim.
Yeni yayınlarımız çıktıkça ben her seferinde İsa Hoca’ya
verilmek üzere bir adedini bu büroya bırakıyordum, o da her aldığı kitap için
bir yazı yazıyor ve çeşitli yerel gazetelerde yayınlattıktan sonra bir adedini
benim posta kutuma gönderiyordu.
İkinci karşılaşmamız bir hastane koridorunda oldu. Gene
kısa, gene esenlik ve sağlık dilekleriyle noktalandı. Ama İsa Hoca’nın benim
hakkımda yazdığı ve çeşitli yerel gazetelerde yayımlanan güzel, anlamlı, onore
edici, cesaretlendirici makaleleri posta kutuma düşmeyi sürdürüyordu.
Son yayımlanan kitabımızın arka sayfasına İsa Hoca’nın övgü
dolu satırlarından bir bölüm koymuş, altına da adını yazmıştım. Bu kez gidip
bizzat kendisine takdim edip, teşekkür etmek istedim ve arkadaşının bürosunun
kapısını tıklattım. Hocanın uğrayıp uğramadığını sordum, kendisine bu kitabı
vermek istediğimi söyledim. Arkadaşı, yanıt vermek yerine benim oturmamı işaret
etti suskun kaldı. Ayrıcalıklı bir durumun olduğunu hissettim, oturup sessizce
bekledim, çok geçmeden arkadaşı:
“Sizin haberiniz yok anlaşılan, Hocayı geçtiğimiz ay
kaybettik.”
Derin bir teessür içinde dilim damağıma yapıştı, gözlerim
doldu, nutkum tutuldu, bana bunca övgüler düzen bu değerli insana karşı borçlu
kalmış, borcumu ödeyecek fırsatı kaçırmıştım. Aradan bir süre geçti, Hoca için bir “Anma Günü” yapılacağı
haberini aldım, belki bir katkım olur diye sevindim.
Prof. Dr. İSA KAYACAN'I ANMA PROGRAMI VE PANEL
17 Ekim 2015 günü Ankara’da TÜRK-İŞ toplantı Salonunda İsa
Hocayı anma toplantısı yapıldı. Kalabalık bir izleyici kitlesi vardı. Hocamız
her yönü ile belleklere bir kez daha kazınmış oldu. Ben bu etkinliğin “Organizasyon Komitesi”nde yer almakla,
İsa Hoca’ya duyduğum saygı ve minneti bir kez daha tüm içtenliğimle yüreğimde
hissettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder