27 Ekim 2015 Salı
En Yakın Dostlarından AHMET TEKEŞ'in Yedi Gün Gazetesinin Özel Haberi (Kenan Ergen)
21 Ekim 2015 Çarşamba
VEFATININ 1. YILDÖNÜMÜNDE “ANADOLU BASINI’NIN ULU ÇINARI” PROF. DR. İSA KAYACAN, ANKARA’DA ANILDI.

(Çankaya Gazetesi, Kültür-Sanat-Ankara: 19 Ekim 2015)
Vefatının 1. Yıl dönümünde Anadolu Basınının İmparatoru Prof. Dr. İsa Kayacan Ankara’da Anıldı
Dr. Şemsettin Küzeci
Kerkük Kültür Derneği başta olmak üzere Ankara’da faaliyet
gösteren birçok Sivil toplum kuruluşu Vefatının 1. Yıldönümünde Anadolu
Basınının İmparatoru Prof. Dr. İsa Kayacan’ı Ankara’da Andılar. 17 Ekim 2015
tarihinde Ankara Türk- İş Konferans Salonunda gerçekleşen anama toplantısı
Eğitimci Yazar Arzu Kök’ün sunumuyla başladı. Saygı duruşu ve istiklal marşının
okunmasından sonra Kerkük Kültür Derneği Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci açılış
konuşması yaptı.
Protokol Konuşmaları
Protokol konuşmalarında Devlet e. Bakanı Hasan İkinci ve Orman e. Bakanı Halit
Dağlı İsa Kayacan’ın verimli çalışmalını dile getirdiler. Devlete sadık bir
birey olarak nasıl hizmet ettiğine vurgu yaptılar. İsa Kayacan’ın torunu Nazlı
Aykut duygusal bir konuşma yaparak dedesi İsa Kayacan’ı gözyaşları içinde anlattı.
Türkmeneli Kültür Merkezi Başkanı Dr. Mustafa Ziya, İsa Kayacan’ın başta Türk
dünyası olmak üzere Irak Türkmenlerine yapmış olduğu hizmetlerinden söz etti.
Ardından da Merkez adına Kayacan’ın Kızı Gül Kayacan Hanımefendiye bir Anı
Plaketi takdim etti. RTÜK Daire Başkanı Yusuf Turan Ankara Gazeteciler Cemiyeti
Başkanı Nazmi Bilgin ve Yardımcısı Savaş Kıratlı’nın selamlarını ileterek,
Kayacan’ın anısına bir çelenk gönderildiğini söyledi. Turan; İsa Kayacan’ı
güzel bir şekilde anlatarak BYEGM indeki çakışmalarından bahsetti.
İsa Kayacan Paneli
Prof. Dr. İsa Kayacan’ının her yönüyle anlatmak amacıyla bir Panel düzenlendi. Pakel’i Dr. Şemsettin Küzeci yönetti. Konuşmacılar ise. Anayasa Mahkemesi e. Başkanı Yakta Güngör Özden, Araştırmacı- Yazar Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrettinoğlu, Araştırmacı Yazar Prof. Dr. Tamille Abbasova, Gazeteci Yazar Abdullah Satıoğlu ve Şair Yazar Mustafa Ceylan İsa Kayacan’ı her yönüyle anlattılar.
Kayacan Ailesine Ödül
İsa Kayacan’ın ailesine Türkiye Gazeteciler Federasyonu tarafından bir hizmet ödülü takdim edildi. Ödülü Genel Başkan Yılmaz Karaca’nın Danışmanı Ahmet Kanbur takdim etti. Ekinci bir ödül ise İsa Kayacan2ın torunu Nazlı Aykut’a verildi. Ödül Kerkük Kültür Derneği Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci tarafından takdim edildi.
Prof. Dr. İsa Kayacan’ının her yönüyle anlatmak amacıyla bir Panel düzenlendi. Pakel’i Dr. Şemsettin Küzeci yönetti. Konuşmacılar ise. Anayasa Mahkemesi e. Başkanı Yakta Güngör Özden, Araştırmacı- Yazar Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrettinoğlu, Araştırmacı Yazar Prof. Dr. Tamille Abbasova, Gazeteci Yazar Abdullah Satıoğlu ve Şair Yazar Mustafa Ceylan İsa Kayacan’ı her yönüyle anlattılar.
Kayacan Ailesine Ödül
İsa Kayacan’ın ailesine Türkiye Gazeteciler Federasyonu tarafından bir hizmet ödülü takdim edildi. Ödülü Genel Başkan Yılmaz Karaca’nın Danışmanı Ahmet Kanbur takdim etti. Ekinci bir ödül ise İsa Kayacan2ın torunu Nazlı Aykut’a verildi. Ödül Kerkük Kültür Derneği Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci tarafından takdim edildi.
İsa Kayacan Anı Defteri
Kayacan’ın anma toplantısının birinci bölümü sonrası Kayaca Çay ve ikram molası esnasında için Anı Defteri açıldı. Katılımcılar Kayacan hakkında duygu ve düşüncelerini anı defterine yazdılar. Birbirinden anlamı sözlerle ifade edilen Kayacan dostları tarafından gümüllerde yaşayacaktır.
Kayacan’ın anma toplantısının birinci bölümü sonrası Kayaca Çay ve ikram molası esnasında için Anı Defteri açıldı. Katılımcılar Kayacan hakkında duygu ve düşüncelerini anı defterine yazdılar. Birbirinden anlamı sözlerle ifade edilen Kayacan dostları tarafından gümüllerde yaşayacaktır.
Şair ve Yazarlar Vicdanında İsa Kayacan
Bu oturumda Kayacan hakkında şairler ve yazarlar; Azerbaycan’dan Tamilla Abbasova, KKTC’den Ahmet Köksal, Kerkük’ten Mustafa Ziya, Şemsettin Küzeci, Söke’den Abdülkadir Güler, Samsun’dan Rıfat Kaya, Eskişehir’den Rabia Barış, Antalya’dan Mustafa Ceylan ve Ankara’dan İsmail Kara, Mustafa Nevruz Sınacı, Aysel Al, Durak Turan, İlhami Nalbantoğşu, Murat Duman ve Lider Anaç Kayacan hakkında anılarını ve insanlığını, şairliğini, yazarlığını ve adam gibi adam olduğunu söylediler.
Bu oturumda Kayacan hakkında şairler ve yazarlar; Azerbaycan’dan Tamilla Abbasova, KKTC’den Ahmet Köksal, Kerkük’ten Mustafa Ziya, Şemsettin Küzeci, Söke’den Abdülkadir Güler, Samsun’dan Rıfat Kaya, Eskişehir’den Rabia Barış, Antalya’dan Mustafa Ceylan ve Ankara’dan İsmail Kara, Mustafa Nevruz Sınacı, Aysel Al, Durak Turan, İlhami Nalbantoğşu, Murat Duman ve Lider Anaç Kayacan hakkında anılarını ve insanlığını, şairliğini, yazarlığını ve adam gibi adam olduğunu söylediler.
Aşrı Şerif ve Dua
Kayacan’ın vefatının 1. Yıldönümü anısına Kayacan için aşrı şerif ve dualar okutuldu. Ardından da Kapanış konuşmasını Dr. Şemsettin Küzeci yaparak, Kayacan’ın kızı Gül ve Filiz Kayacan Torunu Nazlı ile anma toplantısı hazırlık komitesi İsmail Kara, Mustafa Nevruz Sınacı, İlhami Nalbantoğlu, Murat Duman ve Arzu Kök’ü sahabeye çağırılarak katılımcılara teşekkür edildi.
Kayacan’ın vefatının 1. Yıldönümü anısına Kayacan için aşrı şerif ve dualar okutuldu. Ardından da Kapanış konuşmasını Dr. Şemsettin Küzeci yaparak, Kayacan’ın kızı Gül ve Filiz Kayacan Torunu Nazlı ile anma toplantısı hazırlık komitesi İsmail Kara, Mustafa Nevruz Sınacı, İlhami Nalbantoğlu, Murat Duman ve Arzu Kök’ü sahabeye çağırılarak katılımcılara teşekkür edildi.
www.kerkukgazetesi.com
18 Ekim 2015 - Ankara
18 Ekim 2015 - Ankara
BİR KÜLTÜR SEVDALISI.., İlhami NALBANTOĞLU - Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı
BİR KÜLTÜR SEVDALISI
Prof. Dr. İsa KAYACAN
Ahlat Kültür Sanat ve çevre Vakfı Başkanı
Posta kutusundan aldığım mektuplar arasında yerel bir gazete
de vardı. Beklemediğim bu durumla ilk
kez karşılaştığım için, görevliler yanlışlıkla koymuş olabilirler diye
düşündüm. Üstünde benim adımın yazılı olduğunu görünce dikkatle bakıp
inceledim, bu bir Burdur Gazetesiydi. Aceleyle açıp sayfalarını karıştırmaya
başlayınca benim adıma yazılmış bir makale olduğunu gördüm. Yazarının ismi
Prof. Dr. İsa KAYACAN’dı, bir de siyah-beyaz fotoğrafı vardı. Tanımıyordum,
ancak etiketi ve benim hakkımda yazdıkları oldukça etkileyiciydi. Bir bilim
insanın yazdığı övgü dolu sözler kimi etkilemez ki, hoşuma gitmişti.
İlk işim bilgisayar arama motorlarında bu ismi aramak oldu
Ofisime döndüğümde ilk işim bilgisayar arama motorlarında bu
ismi aramak oldu, resimlerinden simasının yabancı olmadığını gördüm. Belirli
sanat ve kültür ortamlarında karşılaşmış olmalıyız diye düşündüm. Aradan birkaç gün geçmişti ki bir gazete daha düştü posta
kutuma, bu bir Kahramanmaraş gazetesiydi, aynı yazı burada da vardı. Birkaç gün
sonra bir Şanlıurfa gazetesi, ardından Van gazetesi, daha sonra Gaziantep
gazetesi, hepsinde aynı yazı yayımlanmıştı, iyice şaşırmıştım.

“Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?”
Bir gün akşam saatlerinde yorgun bir halde çıkıp asansörün düğmesine bastım, üst katlardan gelen asansör katta durdu, kapıyı açtım ince yapılı bir bey vardı. İyi akşamlar diyerek adımımı içeri attım. Siması yabancı gelmiyordu, hafızamı zorladım evet tanıyordum ama tanışmıyordum. Emin olmak için; “Afedersiniz, siz İsa Kayacan Hoca mısınız?” diye sordum. Evet, yanıtını alınca kendimi tanıttım, dilimin döndüğünce hakkımda yazdığı ve birçok gazetede yayınlattığı yazılar için teşekkür ettim. Çok sakin ve mütevazı bir biçimde beni dinledi. Konuşmamız asansörün çıkış katına gelmesine kadar sürdü, esenlikler dileyerek ayrıldık.

Bu kısa konuşmada bir iletişim bilgisi almak mümkün olmadı. Sadece 4. kattaki arkadaşının bürosuna geldiğini, zaman zaman buraya uğradığını söyledi. Bu kadarı da benim için yeterliydi, ben de hiç olmazsa zaman zaman bu büroya uğrayıp bilgi alabilecek ya da mesaj bırakabilecektim.
Yeni yayınlarımız çıktıkça ben her seferinde İsa Hoca’ya
verilmek üzere bir adedini bu büroya bırakıyordum, o da her aldığı kitap için
bir yazı yazıyor ve çeşitli yerel gazetelerde yayınlattıktan sonra bir adedini
benim posta kutuma gönderiyordu.
İkinci karşılaşmamız bir hastane koridorunda oldu. Gene
kısa, gene esenlik ve sağlık dilekleriyle noktalandı. Ama İsa Hoca’nın benim
hakkımda yazdığı ve çeşitli yerel gazetelerde yayımlanan güzel, anlamlı, onore
edici, cesaretlendirici makaleleri posta kutuma düşmeyi sürdürüyordu.
Son yayımlanan kitabımızın arka sayfasına İsa Hoca’nın övgü
dolu satırlarından bir bölüm koymuş, altına da adını yazmıştım. Bu kez gidip
bizzat kendisine takdim edip, teşekkür etmek istedim ve arkadaşının bürosunun
kapısını tıklattım. Hocanın uğrayıp uğramadığını sordum, kendisine bu kitabı
vermek istediğimi söyledim. Arkadaşı, yanıt vermek yerine benim oturmamı işaret
etti suskun kaldı. Ayrıcalıklı bir durumun olduğunu hissettim, oturup sessizce
bekledim, çok geçmeden arkadaşı:
“Sizin haberiniz yok anlaşılan, Hocayı geçtiğimiz ay
kaybettik.”
Derin bir teessür içinde dilim damağıma yapıştı, gözlerim
doldu, nutkum tutuldu, bana bunca övgüler düzen bu değerli insana karşı borçlu
kalmış, borcumu ödeyecek fırsatı kaçırmıştım. Aradan bir süre geçti, Hoca için bir “Anma Günü” yapılacağı
haberini aldım, belki bir katkım olur diye sevindim.
Prof. Dr. İSA KAYACAN'I ANMA PROGRAMI VE PANEL
17 Ekim 2015 günü Ankara’da TÜRK-İŞ toplantı Salonunda İsa
Hocayı anma toplantısı yapıldı. Kalabalık bir izleyici kitlesi vardı. Hocamız
her yönü ile belleklere bir kez daha kazınmış oldu. Ben bu etkinliğin “Organizasyon Komitesi”nde yer almakla,
İsa Hoca’ya duyduğum saygı ve minneti bir kez daha tüm içtenliğimle yüreğimde
hissettim.
16 Ekim 2015 Cuma
13 Ekim 2015 Salı
O HER ZAMAN GÖNLÜMÜZDE. İSA KAYACAN İÇİN.... Ünal Şöhret DİRLİK
DEEEĞERLİ ARKADAŞIMIN ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE BULUNMAK İSTERDİM. EŞİM KISA BİR ZAMAN ÖNCE FELÇ GEÇİRDİ
İSA KAYACAN İÇİN....
*
*
İsa Kayacan bir ulu çınardı
Dalları göklere değer
Hep kuşlar ona konardı
Yurdun dört bucağında dostları vardı
İsa Kayacan onları mutlaka arardı.
Alçak gönüllüydü
Sevgi dolu bir kalbi vardı
“Burdur’da bir evin damı çökse
O gönülden ağlardı.
Adı üstünde İsa bir kaya bir candı.
Burdur sevgisini yüreğinde taşıyor
İsa Kayacan gönüllerde yaşıyor.
Bir parkta, bir meydanda onun heykelinin dikilmesini
diliyorum.
Sevgilerle.
Ünal Şöhret Dirlik
KAYACAN'I ANMAYA ANKARA GİDİYORUM… Abdülkadir GÜLER (Söke Ekspres Gazetesi)
KAYACAN'I ANMAYA ANKARA GİDİYORUM…
![]() |
Abdülkadir GÜLER |
Abdülkadir GÜLER
(Söke Ekspres Gazetesi-12/10/2015) Anadolu Basınının fahri hemşehrisi Prof. Dr. İsa Kayacan (10.09.1943) Burdur
doğumlu idi. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler
Bölümü’nden mezun oldu. Uzun yıllar birçok Bakanın Kültür ve Danışmanı ve Basın
Müşaviri olarak görev yaptı. Görevi sırasında Sanat, edebiyatla
ilgilendi. Çalışkan ve üretken bir gazeteci idi. Gazetelerde çeşitli
makaleler, denemeler, Şiirler, öyküler, roman, Tiyatro, Tarih, röportaj, gezi,
araştırma ve inceleme, gibi konularda 135 esere imza attı. Anadolu’nun 60 ili
ve 400 ilçesinde yayımlanan birçok yayın organı ve dergilerde yazılarıyla
katkıda bulundu. Basında 25 Yılın Şeref ödülünü aldı, Anadolu’nun Fahri
hemşerisi seçildi. Eserleriyle ilgili yüzlerce plâket ve onur belgesi aldı.
Burdur’da ve Tefenni’de adı caddelere ve sokaklara verildi. Azerbaycan Bakü
Üniversitesi tarafından İsa Kaylacan’a Türk kültürüne vermiş olduğu
hizmetlerden dolayı iki kez doktorluk ve bir kez Profesörlük unvanları verildi.
Prof. Dr. İsa Kayacan geçen yıl 15 Ekim 2014 Ankara’da vefat etti. Vefatının
birinci yılında Prof. Dr. İsa Kayacan’ı Anma, Eğitim, Bilim ve Kültür Etkinliği
adı altında 17 Ekim 2015 günü Ankara’da TÜRKİŞ KONFEDERASYONU Konferans
salonunda anılacaktır. Bu anma etkinliğinde İsa Kayacan’ın gazeteci
arkadaşları, şairler, yazarlar akademisyenler ve sevenleriyle birlikte geniş
kapsamda bir anma töreni yapılacaktır. Bu anma törenine ben de davet
edildim…
İsa KAYACAN, benim 45 yıllık yazar ve gazeteci arkadaşımdır. Onun
vefatının birince yıldönümünde severleriyle birlikte olmayı
beni mutlu edecektir. Söke’den Ankara’ya gitmek benim için bir vefa borcudur…
***
Not: Cumartesi günü Ankara Tren Garı önünde patlama meydana geldi. Bu menfur saldırıda çok sayıda vatandaşımız öldü ve yaralandı. Bu menfur saldırıyı kınıyor, ölenlere Allah'tan rahmet, yaralananlara da acil şifalar diliyorum…
3 Ekim 2015 Cumartesi
GERÇEK BİR KALEM USTADINA MEKTUP; Murat DUMAN
06 ARALIK 2014 TARİHİNDE YEDİGÜN GAZATESİ
DUMANLI BELDE KÖŞEMDE YAYINLANAN KÖŞE
YAZIMDIR .....
GERÇEK BİR KALEM ÜSTADINA MEKTUP
2004 yılı
sonlarıydı. İsa Kayacan Hoca’m bana “İşte Hayatım” adlı kitabını imzalayıp
verdi. Huyunu bildiğim için kitabı hemen okumaya başladım. Okumasam, “Kitabı
okudun mu?” sorusunu sorarak beni hesaba çekeceğini çok iyi biliyordum.
Kitap,
yaklaşık 700 sayfaydı. Saygıdeğer Hocam, çok titiz bir insandı. Yaptığı işi
gerçekten önemser, aldığı görevi harfiyen yerine getirir, yerine getirmeyenlere
de kızardı.
Kitabı
okurken “Selam Olsun” adlı, sekizlik hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirine
rastladım ve ilk karşılaşmamızda kendisine, “Bu şiirin bir hikâyesi var mı?”
diye sordum. “Murat Bey, hangisini hatırlayayım? Hatıraları olan şiirlerimi not
alırım. Onlara bir bakayım.” dedi. Doğru ya nereden hatırlayacaktı. 36.500
makalesi ve 131 adet basılmış kitabı olan bir üstadın anında bir şiirinin
hikâyesini hatırlaması ne mümkün!
Bir gün
öğle yemeğinde kıymalı melemen yapmıştım. Yemeğe bekliyordum değerli Hocamı.
Yemek yerken, “Hatırladın mı şiirin hikâyesini?” diye sorunca, “Evet.” dedi ve
cebinden bir kâğıt çıkartarak okudu.
Bir
Bakan’ın basın danışmanıyken makam arabasıyla ve birkaç görevli arkadaşıyla
birlikte Adana’ya giderler. Valiliğe girip görevleri gereği yardım alacaklar,
sonra da Bakan Bey’i karşılayacaklardır. Hocamız, Vali Bey’le konuyu bizzat
konuşur. Vali Bey, ya konuyu anlamaz ya da umursamaz bir tavır sergiler. Aradan
bir saat zaman geçer. Hocanın canı sıkılır ve oturduğu yerden bu şiiri kaleme
alır, Vali’ye uzatıp, “Siz gerçekten çok çalışkan bir valisiniz bu başarınızı
Bakan Bey’e anlatacağım!” der. Şiiri okuyan Vali, derhâl istenilen işlerin
yapılması için talimatlar verir. Böylece alınan görev eksiksiz olarak yerine
getirilmiş olur.
Sohbetin
sıcaklığı içinde, “Hayırdır, bu şiir neden dikkatini çekti?” diye bir soru yönelti.
“Müsaade et de o da ben kalsın!” deyince bir tebessüm belirdi yüzünde.
Zaman
içinde şiiri sert sözlerden arındırıp kendine okudum. “İzniniz olursa bu şiiri
bestelemek istiyorum.” diyerek olurunu aldım. Şiirin üç dörtlüğünü bir aya
yakın çalışarak uşak makamında besteleyip bir arkadaşın saz eşliğinde kayıt
yaptım ve Hocama dinlettim. Çok memnun oldu ve bana dönüp, “Sende anlayamadığım
bir şey var. Bu ne hamaratlılık yahu! On parmağında on hüner var. İş adamı
olduğunu, şair olduğunu, güzel sesinle şarkı ve türkü söylediğini, Belde
gazetesinde ‘Dumanlı Belde’ adlı köşende yazılar yazdığını, altı yıldır müzik
eğitimi aldığını biliyordum da beste yapacağın aklımın ucundan geçmezdi!
Vallahi beni şaşırtıyorsun, pes doğrusu Murat Bey!” diyerek beni onure etti.
İnkâra
asla gerek yok. Onun hakkını asla ödeyemem. Beni âdeta bir gergef gibi işledi
yaklaşık dokuz sene.
Hocamı
1999 yılında tanımıştım. İlk seneler pek samimiyetimiz olmamıştı. Eşi Hakk’ın
rahmetine kavuştuktan sonra cennet mekân Ahmet Tufan Şentürk Hocamın evinde
karşılaşınca samimiyetimiz iyice pekişti. Tufan Hoca vefat edince her alanda
bana kol kanat geren, ilmî yönden desteğini esirgemeyen İsa Hocam elimden
tuttu. O yıllarda kendisi Belde gazetesinde köşe yazıyordu. Onun taassubuyla
arada bir misafir yazar olarak ben de makale yazıyordum aynı gazeteye.
İlerleyen yıllarda Belde gazetesinin sahibi Alaattin Kaya Bey’in nazik davetini
kırmayarak “Dumanlı Belde” adını taşıyan köşemde yazılar yazmaya başladım.
Yazılarım okudukça beğeni kazanmaya başladı. Dağdaki bir ağaçtan güzel bir
mobilya yapmanın mutluğunu yaşıyordu hocam sanki. Kendimi övmek istemiyorum ama
ilk yazamaya başladığımda yazılarımın beğenileceğinden adım gibi emindim, çünkü
makale konusunda beni İsa Hocam yetiştirmişti. Çıkan her yazımı keserek bir A/4
kâğıdına yapıştırıp bana getiriyordu değerli Hocam. Bir gün bana, “Yaşadığım
müddetçe bu görevi ben yapacağım. Sonunda da yazıların bir kitabı dolduracak
kadar çoğaldığı zaman vakit geçirmeden kitaplaştıracağız.” dedi.
Hocamla
her gün olmasa bile haftanın en az dört günü beraberdik. Çünkü gazetede çıkan
köşe yazılarını almaya gelirdi Rüzgârlı Sokak’a. Haksız ve riyakâr insanlara
çok kızar, “hormonlu” yakıştırması yapardı onlara.
Edebiyat
camiasında öyle dengesiz, öyle olgunlaşmamış, sözüm ona insan müsvetteleri var
ki, Hocamızın edebiyata verdiği katkılardan dolayı Türki Cumhuriyetlerden
alnının akıyla aldığı fahri doktor (Prof. Dr.) unvanı çekemeyenler, çeşitli
yalakalıklarla bin bir takla atarak müsteşar olmuş, öğrencilerine tezler yazdırarak,
tezler çalarak akademik payeler edinmiş hormonlu proflara çok kızardı.
Bir gün
İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Merkez Birliği)’nin düzenlediği bir
Beypazarı etkinliğinde katılıp gruplar hâlinde okullara dağıtıldık. Edebiyat
hakkında bilgilerimizi sunacaktık. Her okul misafir olarak gelecek şairlerin,
yazarların biyografisini bir slayt şeklinde göstererek memnuniyet ifadesi
sergiliyorlardı. İsa Hocamız, önceleri benim iyi ahbabım olan dengesiz bir
ozanla başka bir okula misafir olurlar. Okuldaki slayt gösterisinde Hocama
ayrılan kısım biraz fazla sürmüş ki, normaldir. O dengesiz ozan ise ayağa
kalkarak, “Neden İsa Bey’in slayt gösterisi uzun da benim gösterim kısa?” diye
talebelerin önünde okulun hocalarına tepki göstermiş. O sırada görevli hoca,
“İsa Hocayı tanırız. Ömrünü edebiyat ve edebiyatçılara vakfetmiştir. Onun
içindir ki, slayt gösterisinin uzaması son derece normal!” diyerek malum şahsı
susturmuş.
Beypazarı
programın ertesi günü İsa Hocam bana gelerek durumu anlattı. Çok üzüldü ve bana
senden bir ricada bulunacağım dedi bende buyur hocam dedim şu sözleri bana ait
olan selam olsun şiirim sen besteledin ve o maalüm ozana sazını çaldırdın
vidoda besteye ortak ettin lütfen onun adını sil onu böyle layık olmadığı bir
eserde görmek istmiyorum ve mümkünse onu buradan uzaklaştır kendin ozan saniyor
dedi O malum ozanı takibe aldım. En ufak
hatasını bulup mekânımdan def edecektim. Öyle de oldu. Affedilmez bir hata
yaptı, ben de hem yanımdan hem de mekânımdan uzaklaştırdım.
İsa Hocam,
Türkiye genelinde tanınan ve tanınmayan birçok şairin eserlerini köşesine
taşıyarak onların tanınması için elinden gelen ne varsa ortaya koymuştur. Bu
konularda da sıkıntılar yaşayan değerli Hocam, “Önce yanıma geliyorlar, İsa
Hocam diyerek yere göğe sığdıramıyorlar, tanıtım yazıları yayımlanınca semtime
dahi yaklaşmıyorlar.” diye dertlenirdi.
Hocamla
bir defasında arabamla Antalya’ya, Mustafa Ceylan Bey’in bir etkinliğine
gitmiştik. Ben Antalya’da bir müddet kalacağım için Hocamı otobüs terminaline
bıraktım. Çantası yerinden kalkmıyordu. “Bu nedir?” diye sordum. “Sorma, birçok
şair kitap getirdi, ben de geri çevirmedim. Gazete köşemde bu kitaplar hakkında
yazılar yazacağım.” dedi. İşte böyle bir edebiyat âşığı idi İsa Hoca.
Şiirlerinde
gerçekçiliği çok sever, âdeta bir fotoğraf makinesi gibi gördüklerini kaleme
alırdı. Camiamızda şiir kalitesi çok zayıf şairler vardı. Onlara, şiirde
kaliteyi korumak için toplantılarda, “Şiirimizi biraz dinlendirelim.” diyerek
telkinlerde bulunurdu.
Yine bir
gün öğle yemeğinde köfte yiyorduk. Hocamda bazı değişiklikler görüyordum.
“Rahatsız mısın, günden güne zayıflıyorsun?” diye sordum. “Murat Bey, sorma! Bu
şeker illeti bana huzur vermiyor.” dedi. Ama gördüğüm sıkıntı şeker sıkıntısına
benzemiyordu. Bir de duydum ki, hastaneye yatmış, ameliyat olacak. Hemen
ziyaretine gidip moral vermeye çalıştım. Birçok tahlillerden sonra zor bir
ameliyat geçirdi. Başında kızları Gül ve Filiz vardı. Ailesinin onu yalnız
bırakmaması çok hoşuma gitti. Ziyaretimde, “Seni çok seviyorum. Yanıma sen gelip
de dertleştiğim zaman içimdeki karanlıklardan aydınlığa çıkıyorum.” diyordu.
Başarılı bir ameliyattan sonra tekrar aramıza döndü. Rüzgârlı Sokak’a gelip
yeni çıkan gazeteleri alıyor, yanıma uğrayıp insanların vefasızlığından dert
yanıyor, üzülüyordu. Çünkü hastalandığında çok az sayıda insan arayıp hastaneye
gelmişlerdi. Kedisine telkinde bulunup rahatlatmaya çalıştım. “Duymamışlar veya
rahatsız etmek istemişlerdir.” dediğimde bana kızarak, “Yahu, insan dostlarını
yanında görmek ister. Bu kadar vefasız insanlara ben neden hizmet ettim?”
diyerek hayıflandı ve ardından, “Sen o kadar vefalı bir dostumsun ki, bunu
sözle tarif edemem.” diye ekledi. “Ben hiçbir şey yapmadım.” dediğimde ise,
“Yok canım, eline neşteri alıp ameliyata girmediğin kaldı. Hep yanımdaydın.
İşini gücünü bıraktın benim için.” diyerek sevgisini sunuyordu.

İşim
gereği bir seyahate çıkmıştım. Duydum ki, Hocamız, Rüzgârlı’daki Devlet
Hastanesine yatırılmış. Ziyaretine gittiğimde artık her şeyin bittiğini
hissediyor ve üzülüyordum. O ise hâlâ iş konuşuyor, “Kadınlar Destanı adlı
kitabım geldi mi sana?” diye soruyordu. “Geldi.” dedim. “O kitaba yaptığın
besteyi notasıyla beraber koydum.” dedi tatlı bir gülümsemeyle. “Hastaneden
çıkınca beraber bakarız.” dedim. Beni bırak şimdi gidince hemen oku dedi.ve
kitabi okudum ...
Hocamın,
Anna adında iyi bir bakıcısı vardı ve kendisine çok iyi bakıyordu. Kızları Gül
ve Filiz Hanım da sırayla gelip bakıcı Anna Hanım’ı dinlendiriyorlardı. Ama gün
geçtikçe ümitlerin tükendiğini görebiliyordum. Zorluklar içindeydi.
Konuşamıyor, canını Azrail’e vermemek için mücadele ediyordu. Doktoru gelip,
“Çok sürmez, bir ya da iki saat sonra Hakk’ın rahmetine kavuşur, hazırlıklı
olun, diğer kızını da çağırın.” dedi ve bana dönerek, “Sen neyi oluyorsun?”
diye sordu. “Hocamdır.” dedim. “İsterseniz siz dışarı çıkın. Belki
duyduklarınıza, göreceklerinize dayanamazsınız.” dedi ve beni dışarı çıkardı.
Her şeyin sonunun gelindiğini bizzat gözlerimle gördüm. Aradan yarım saate
yakın bir zaman geçti. Artık (Prof. Dr.) İsa Kayacan Hocam yaşamıyordu.
Saygıdeğer
Hocamla çeyrek asırlık beraberliğimizin anlatılacak çok yönü var, ama şimdilik
bu kadarını dile getirdim. Aziz hatıralarıyla kalan ömrümü tamamlayıp bir gün
ben de onun yanına gideceğimi biliyor, bu bilinçle hayatımı sürdürmeye
çalışıyorum saygılarımla.
Ruhu şad,
mekânı cennet olsun İsa Hocamın.
BU ODUN BU PİLAVI PİŞİRMEZ... Murat DUMAN
BU ODUN BU PİLAVI PİŞİRMEZ...
Murat DUMAN
Siz tüm gücünüzle yeteneğinizi
kullanıp bir konuyu detaylarıyla, artı ve eksileriyle anlatırsınız,
açıklarsınız. Karşınızdaki veya karşınızdakiler dinler görünür, dinlemezse
anlar görünür anlamazsa aynı nokta etrafında dönüp durursa şaşırır,
harcadığınız zaman ve emeğinizi acır, üzüntü duyarsınız. Yanı anlatmak kadar,
anlamakta önemlidir.
Bir zat-ı muhteremle beraber
Kütahya da bir dinletiye katılmıştım. Dinletide çok güzel yöre türküleri
seslendirildi. Şiirler okundu, harika konuşmalar yapıldı. Belediye destekli bu
dinleti yi düzenleyen Mehmet Uygun Bey Efendi idi ve bizleri çok güzel
ağırladı.
Dumlupınar Üniversitesi yurdunda kalıyorduk.
Son gecemizdi, dinletiden döndük, kendi aramızda ve orada bulunan sayıları Yaklaşık 100 kız ve erkekten oluşan öğrencilerle sohbet yapıyorduk.
Derken saat gece O 2, sularına gelmişti.
Tam kalkmak üzereyken, bir hanım efendi ve
benim yol arkadaşım olan zat-ı muhteremle bana doğru geliyorlardı. Hanım efendi” Murat bey sizinle biraz
konuşabiliriyim” dedi. Ben de tabii ki dedim bir köşeye oturduk. Az sonra o
zat-ı muhteremde arkamızdan geldi.
Ben, hanım efendiyi başka bir ilde güzel bir
etkinlikten tanıyordum.
Meğer o saygı değer zatla aralarında geçmişten
kalan bir evlilik meselesi varmış. Konu açıldı enine boyuna konuşuldu. Anlatıldığına göre, sözler verilip takılar
alınmış. Hanım efendi bir olumsuz sözden alınıp her şeyi yıkmış tarumar
eylemiş. O zat-ı muhteremde bu olaylar geliştikten sonra sevdiği kadını
kaybetmenin ezikliği ile ver yansın etmiş.
Her ikisi de o meşhur gururlarının yükü
altında kalmış ve çıkamıyorlar. İkisini de önce birlikte sonra hanım efendiyi
dört saat süreyle ayrı dinledim. Her ikisinde de sarsılmayan bir sevgi vardı. O
zat-ı muhterem geçmişte yaptığı hataların yenilgisini beyan edip, özür diledi.
Ancak hanım efendi gururundan kurtulamıyor dönüp, dönüp aynı konuları dile
getiriyordu.
Derken ben araya gidim. Dedim ki; bu konulara
bir on beş gün ara verin düşünüp hep beraber karar verelim. Bir hafta gibi
zaman geçti, Hanım efendiyi aradım ve konuşulması gereken ne konu varsa
kendisine izahta bulundum.
Sonunda, hanım efendinin mutlaka bir
psikolojik destek alması gerektiğini anladım. Çünkü bu evlilik gerçekleşse
bile, evliliğin çok uzun ömürlü olmayacağını anlamıştım. O zat-ı muhterem
yapılan hataların bir daha tekrarlanmayacağına dair hem söz verdi hem de özür
diledi. Bir daha bu gibi konulara en asgari şekilde riayet edip dikkatli olacağına
dair sözde vermesine rağmen, hanım efendi hala geçmişteki; gururunu yıpratan
bir tek cümleyi durmadan tekrarlayıp, hala sevdiğini söylemesine rağmen,
sorunları aşılmaz hale getiriyordu.
Geriye dönüş olsa bile, bu odunun bu pilavı
pişirmeyeceğini anladım. Burada yıllardır söylenen, yaşanan ve yazılan aşkın
büyüklüğünü ve hiçbir sınır tanımayışını bir kez daha gördüm ve uzun, uzun
düşündüm ve İki güzel gönlün yeterince bu aşkın güllerini
soldurmamak için gayret göstermediklerine inanıyorum. Oysa benim bütün gayretim
her ikisi de hazanında olan dostlarımın, yaşanacak ne kadar ömür varsa, bu
mutluluk mutlaka yaşanmalıydı. Hanım efendi kardeşim ve zat_ı muhterem yol
arkadaşım; AŞKIN her şeyden daha üstünde olduğu gerçeğini kabul edip sayabilseydi
onların mutluluğu karşısında ben onlardan daha çok mutlu olacak onların
beraberlikleri karşısında gururlanacaktım hayırlısı olması dileklerimi
belirtiyor her iki dostuma saygılarımı sunuyorum.
YOLUN AÇIK OLSUN
Kapattım sayfayı bir daha açmam,
Yolun açık olsun git güle güle,
Çorak topraklara sevgimi saçmam,
Yolun açık olsun git güle güle…
Sevda pınarından taşsaydın keşke,
Gurur cephesinden düşseydin keşke,
Kin ile nefreti aşsaydın keşke,
Kolun açık olsun git güle güle…
Nefret ile gurur düşmandır cana,
Güvensizlik düşmüş aklı mekâna,
Sevgi emek ister inanın bana,
Salın açık olsun git güle güle…
Daldaki meyveler olsun bir hele
Yapraklar dayanmaz savrulur yele
Ömür hazan olmuş düşersin dile,
Elin açık olsun git güle güle...
Bir kez nefsi yenip yere çalsaydın,
Yaşanan hayattan ibret alsaydın,
Bin kere düşünüp kıymet bilseydin,
Gülün açık olsun git güle güle....
Muradın sözleri hiç kâr etmedi
Aklın cenahından güman gitmedi
Sevgi hâkim olup ceylan gütmedi,
Selin açık olsun git güle güle.....
20.08.2007 - ANKARA
12 Eylül 2015 Cumartesi
Dr. ŞEMSETTİN KÜZECİ VE (KAROZAN) İSMAİL KARA, DAVET EDERLER...,
29 Temmuz 2015 Çarşamba
AHLAT GAZETESİ & İLHAMİ NALBATOĞLU
Eğitim, kültür ve bilim
dünyamızda derin izler bırakan, geçtiğimiz aylarda aramızdan ayrılıp ebedi
âleme intikal eden Prof. Dr. İsa Kayacan’ı anmak için bir organizasyon
gerçekleştiriliyor. (En geç 2015 yılı Ekim ayı içinde) Dostları, öğrencileri ve kültür dünyasının seçkin isimleri
bir araya gelerek önümüzdeki dönemde Ankara’da bu organizasyonu
gerçekleştirecekler. (AHLAT
GAZETESİ, “ANALİZ”; Sayfa: 4, Sayı: 177, Ağustos-2015 “UYGAR MIYIZ?,
Prof. Dr. Doğan KUBAN” & İlhami NALBANTOĞLU)
(*) Fotoğraf: Ahlat Gazetesi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Ayrıntılı Bilgi İçin:
Dr. Şemsettin KÜZECİ ve/veya Karozan İsmail KARA aranabilir.
Dr. Şemsettin KÜZECİ ve/veya Karozan İsmail KARA aranabilir.
13 Haziran 2015 Cumartesi
dahili ve harici bedhahlar iş başında! TC Türk ve Türkmenler üzerindeki ihanet kıskacı daralıyor.
5 Mayıs 2015 Salı
Ermeni (Yunan, Bulgar, Rus, Sırp, Çin, Arap) Mezalimi ve Dahili Bedhahlar...
Ermeni
Mezalimi ve Dâhili Bedhahlar
Mustafa
Nevruz SINACI
Yüz
yıllık kuyruklu yalan, kirli iftira ve iğrenç furya!.. 24 Nisan 2015 günü
de (her yıl olduğu gibi, tekrar) menfur bir kör iddia, inkâr maskesi ve timsah
gözyaşları numarasıyla tam bir hayâsızlık, ahlâksızlık ve mürailikle:, “hepimiz
Ermeni’yiz” ilenmeleri biçiminde, necip Türk Milletinin sinesi,
memleketin Şüheda toprağının barış ikliminde “ihanet çığlıkları atıp (Tanınma,
Tazminat ve Toprak) tehditleri savurarak” sökün etti!...
Aynı
gün Çanakkale’de anlamlı bir zaferin 100. yılı, ezeli baş düşman büyük Britanya
İmparatorluğunun iştiraki ile anıldı. Günlerden Cuma. Bütün Cami şeriflerde üç
aylar konulu hutbeler irad ediliyor; Bilumum vahşi batılı vampir, yarasa, kene
ve sülük (emperyalist) illeti, İblis, Ebu Cehil, Şeytan şürekası, fetret
anıtlarında kin kusar; Alçakça uydurulmuş yalanlarla kirletilmiş meydanlarda
tehditler savurur, bazı haçlı Kiliseleri ve işbirlikçi Havralarda hamasi
merasimler icra edilirken.; Bizim ‘merhametten maraz doğar’ kabilinden
zincirleme ihanetlere maruz, kalleşlik, alçaklık, cinayet, şeamet ve plânlı
soykırımlardan mağdur ülkemizde, ibadet şuuru konulu vaazlar ve Çanakkale’de
tören var!..
Adama
sorarlar: Senin Diyanet İşleri Başkanlığın ne iş yapar?
“El İman, minel Vatan” umdesi ile kaim
İslâm’ın âlimleri nerde?..
Şu
hale bakın…
Ne
müthiş bir ironi!..
Bir
yanda soykırım yalanı; Nefret, fetret, baskı, tehdit ve haçlı çığlıkları;
Diğer
tarafta bedhah gafleti, Endülüs Rehaveti ya da dönme-devşirme muhabbeti!..
Hani
1937’de, malûm diyaspora menfurları İngiliz dolduruşuna gelip, ezeli ve sinsi
düşmanlarının kalleş tuzaklarına düşerek, benzer söylemelere cüret etmek
gafletine duçar olmuşlardı. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhur Reisi Mustafa
Kemal ATATÜRK derhal ve en ağır surette derslerini verdi. Ki, bu dersin etkisi,
ta 27 Mayıs’a değin sürdü ve bu büyük kudret karşısında korkuyla sinip,
seslerini kestiler. Lâkin 27 Mayıs kalkışması ile Atatürk’ün Anayasası ilga,
Cumhuriyeti imha edildi. Hak, adalet ahlâkı, demokrasi, lâiklik ve hukuk rafa
kaldırıldı. Devleti isyan, ihanet, kan ve kalleşlikle ele geçiren “karşı devrimci” Cumhuriyet düşmanı halk
partisi şürekâsı, ilk önce, CHP içinde yuvalanan koza, kripto, dönme-devşirme,
mason ve misyoneri legalleştirip ortalığa salıverdi.
Sonra,
insan hakları, adalet-hukuk, huzur ve barış mabedi Türkiye Cumhuriyeti, Sivas
Kampı ile birlikte ‘Kürt Sorunu’;
Akabinde, sözde hak ve özgürlük istemlerine dayalı anarşi; Paralelinde ise,
gerçekte 1921 Kars Antlaşması ile halledilmiş olmasına rağmen tam bir yalan,
iğrenç furya ve iftira kampanyası biçimi hortlatılan (uyandırılan) ‘Ermeni soykırımı’ rüzgârı yaratıldı!..
Yetmedi, sinsice geliştirilip, CHP’nin makûs rahminde nevzuhur “anarşi, terör ve tedhiş” sorunumuz
oldu. Arkasından Asala. İhanet, şer ve şeamet (siyaset) ortamı
olgunlaşıp-uygunlaşınca, dönem istihbaratı kullanılarak PKK eşkıyası teşkil ve
dönme-devşirme politik ACI’lar tarafından eğitilip-donatılarak teşekkül
ettirildi!..
Düşman
tahrik ediyor; Hakaret, alçaklık ve küstahlık dinmiyor…
Türkiye
aleyhine düzen kuran ve dolap çeviren hainlere “DUR” denilemiyor!..
Bu
zaman zarfında Ermenistan okullarında Türk Bayrağına sürekli hakaret ediliyor,
Şanlı Bayrağımız dünyanın gözü önünde cadde, sokak ve okul meydanlarında
ayaklar altına alınıyor, şerefsizce, soysuzca çiğneniyor ve 20’ye yakın İslâm
ülkesinde “Ermeni soykırım” abideleri.; Utanç, yalan, iftira ve ağlama
duvarları dikiliyor; Çoğu ülkede Türklere atfedilen soykırımlar yalanları ders
olarak okutulmakta; Başta Ermenistan olmak üzere, Suriye, Rusya, Yunanistan,
Bulgaristan, İran, Irak, Lübnan, Suudi Arabistan ve Mısır’da “Ermeni soykırımı”
dâhil, Türk ve Osmanlı hakkında bin türlü hakaret, yalan-dolan, fesat-furya,
iftira ve uydurma “bilgi kirliliği” tarih diye okutuluyor...
Hem
de Türk hükümetlerinin gözü önünde ve Hükümetin gözünün içine baka, baka!.
Ta ki, 16 Şubat 1976 günü Beyrut B. Elçilik Başkâtibi
Oktar Cirit, kalleşçe, hunharca bir cinayete kurban gidinceye dek! Bu hain
cinayetle birlikte ASALA ortaya çıktı. Bu Ermeni örgütü, Türkiye’de
huzursuzluğun zirve yaptığı 1979’dan itibaren, 21 ülkenin 38 kentinde 110
saldırı gerçekleştirdi. Alçakça katliamlarda 42 Türk diplomatı ile 4 yabancı
hayatını kaybetti. 15 Türk ve 66 yabancı yaralandı. 1980’de ASALA taktik
değiştirerek, PKK’nın öncü kuvveti oldu. 1984’de PKK çıktı. Bekaa ve Zeli
kamplarında ASALA, PKK militanlarını eğitiyordu!
NETİCE OLARAK;
Kamu
Vicdanı ve Türk Milleti Soruyor:
24 Nisan’da niçin? Camiler, Okul ve meydanlarda Ermeni,
Yunan, Rus ve Sırp zulmü kınanmadı? 1976 – 1979 döneminde Ermeni ASALA örgütü
tarafından kalleşçe katledilen Türk diplomatlarının öcü ve intikamları niye
alınmadı? Sadece 1913 - 1923 yılları arasında Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da
‘Ermeni Soykırımına maruz kalan’ kin-kan, nefret, cinayet ve katliam kurbanı
iki milyona yakın silâhsız, korumasız, mağdur, masum ve müsemma Türk-Müslüman
toplu mezarlarında niçin birer anıt/abide yapılmadı?,
Şu ana kadar resmen ve kamuoyunun gözü önünde yapılan
binlerce kazıya rağmen; Bir tane dahi Ermeni toplu mezarına rastlanılmadığı,
bütün dünyaya neden ve niçin hâlâ ilân edilmedi? Dünyanın Ermeni yalanlarına
kanmasının sebeplerinden biri de bu değil mi?..
Nihayet;
Türkiye Cumhuriyetinin Milli (!) Eğitim Bakanlığı, Atatürk ve Menderes
döneminde müfredatlarda yer alırken.; 1963’den bu yana Ermeni, Yunan, Rus ve
diğer ihanet şebekeleri tarafından Türk Milletine yapılan katliamlar,
tehcirler, soykırımlar ve mezalimler “Neden ve Niçin” (Bazı AB ülkeleri,
Ermenistan, Yunanistan, Bulgaristan, İran-Irak, Suriye, Lübnan gibi
memleketlerde eğitim-öğretim sisteminde ağırlıklı olarak yer alırken) Türkiye
Cumhuriyetinin her derece ve düzey okulları ile Üniversitelerinde ders olarak
okutulmuyor?
Oysa
sadece Ermeni mezalimi değil; Rus, Sırp, Yunan, Arap, Fransız ve sair tehcir,
toplu katliam ve soykırımlarının mutlaka ve daima okutularak; Türk Gençliğine
“Türk, İslâm ve İnsanlık düşmanları” ile bu menfurların, meş’um mezalimleri
öğretilmelidir.
Bu
korkaklık, pasiflik, çekince, sinme, göz yumma ve taviz yarışı niye?
Bu
yıl (2015) itibarıyla, EGE’de işgal ettiği Türk Adası sayısı 152’yi bulan,
tescilli Türk düşmanı azgın, arsız ve edepsiz palikaryanın dersi ne zaman
verilecek? Bu lânetli Rum artıkları had ve hudutlarını aşarak Pontus’u ihya ve
İyonya’yı inşa etmeye kalkışıyorlar. Peki, kim bildirecek bu arsız keferelere
hadlerini? Düşman kuduz köpekler gibi ürer, deli domuzlar misali dünyada
karanlık kâbuslar yaratır ve kendi ürettiği kâbuslar içinde ulurken;
Türk’e
savunmada kalmak hiç yakışır ve yaraşır mı?
Kaldı
ki, dış politikanın esası mukabele-i bil misil; Barışın şartı harbe hazır
olmaktır.
Lâkin
bu milletin, elli yıldır idarecileri hakikatten gafil, sünepe dalkavuk, korkak
veya “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” akidesini “sıfır sorun” ütopyası kabilinden
“ver kurtul” siyaseti mi sanırlar?.. Çünkü uluslar arası siyasette, alenen
düşmanlığa “misliyle mukabele etmemek” korkaklık, alçaklık ve “kendi öz
milletine karşı” haksızlık, yolsuzluk ve küstahlıktır.
Bırakın millet, düşmanından nefret etsin!..
Mezalimi
unutmasın, acıları içine atmasın, yüreğine gömmesin.
Çünkü Türk Milletinin düşmanları çok kalleş,
olabildiğince alçak, ikiyüzlü, çifte standartçı, sinsi, içten pazarlıklı,
gaddar, acımasız ve haindir.
Namerde MERT yaraşır.
Domuz
kurduna BOZKURT gerektir, mankurt değil!..
25 Nisan 2015 Cumartesi
KİTAP: 14. Dönem Bursa Milletvekili Av. Ertuğrul MAT; "TARİHE NOT DÜŞTÜ"
Avukat Ertuğrul MAT, KİTAP ::: "Demokrasi Yolunda Karınca Misali" Cilt: I & II,
SEVGİLİ KARIM FATOŞ’A
“Sen olmasaydın ben yanlışta kalırdım,
sen olmasaydın ben günahta kalırdım;
sen olmasaydın ben karanlıkta
kalırdım; sen olmasaydın ben hayatın
dışında kalırdım.” derdim.
Tanıştığımız ilk günden beri, birbirimizin elini hiç bırakmamıştık. Sonra sen beni incitmemeye çalışarak yavaş yavaş elini avucumun içinden çekip “Hakka yalnız yürünür “ dedin. Ve beni karanlıkta bıraktın. Yolun Allah’ın rahmetiyle dolsun, yardımcın hazreti Muhammedin şefaati, menzilin cennetin kapısı, kavuşmamız yakın olsun. Birbirini seven iki kişiden birinin ölmesi, önden gidip diğerini beklemesidir.
ERİŞİM, İLETİŞİM, VE "KİTAP İSTEK" BİLGİLERİ
BU KİTAP "TARİHE NOT DÜŞMEK İÇİN" YAZILMIŞTIR. BU NEDENLE ÜCRETSİZDİR
Ertuğrul MAT, Avukat - 14. Dönem Bursa Milletvekili
Nasuh Akar Mahallesi 1407. Sokak, Dostlar Sitesi A-Blok, No: 5/15 - Kat: 1 06520 - Çankaya / ANKARA
TEL: 0312 28512 51 - FAKS: 0312 286 63 25
GSM: 0 532 261 99 90 - e.MAİL: ertugrulmat@gmail.com
SUNUŞ
Bu kitapta, son elli yılın Bursa’sından, Bursa’nın politik yapısından, bazı Bursalı politikacı çehrelerinden kesitler bulacaksınız. Bursa’da 1962’de başlayan demokrasi yolculuğumuzun hikâyesini, tabii ki kendi görüş ve yorumlarımızla anlatmaya çalışacağız. 27 Mayıs ihtilâlinden sonra 1961 de başlayan seçimlerden bugüne, demokrasiye ulaşmaya çalışıyoruz. Kâbe’ye doğru yola çıkan karınca misali, tam demokrasiye ulaşmanın kolay olmadığını bile bile bu yola çıkmış, bu yolda ölmeyi göze alınışın hikayesidir bu.
İnsanların geçmişlerine projektör tutulmasından hoşlanmadıklarını, kendimden biliyorum. Bu yüzden geçmişteki son elli yıla tutulan projektörün aydınlattığı olayların, sadece bazı dostların veya bazı karşıtların çehresini değil; aynı zamanda, ayna karşısında gördüğüm çehrenin geçmişini de aydınlatıp, bana göstermesini istedim.
![]() |
Avukat Ertuğrul MAT, 14. Dönem Bursa Milletvekili |
Politika sadece partiler arası bir kavga değil, aynı zamanda parti içi bir kavgadır da. Bu yüzden değirmen gibi dost ve dostluk öğütür. Beraber yola çıktıklarınızla, yolun sonunda, bir gün yarışmak mecburiyetinde kalır; kazanma ve daha öne geçme hırsıyla politikanın gereği gibi görünen şeyin, karakteriniz, ahlaki kurallarınız ve inançlarınız üzerinde ne kadar tahripkâr bir tesir icra ettiğini, o projektörün aydınlattığı sizin ve arkadaşlarınızın geçmişinde görürsünüz.
Politikada yaşadıklarımız anlatılırken bazı eski dostlara haksızlık yaptığımızı düşünmeyiniz; niyetimiz Onların veya bazı karşıtlarımızın hatıralarını zedelemek değil. Çünkü anlatılan, politikacının kirliliği değil; politikanın insan karakterleri üzerindeki tesirleridir.
Yarım asrı aşan bu süreç içinde Bursa’yı parlamentoda temsil etmek şerefine 135 milletvekili ve 8 senatör ulaşmıştır. Lütfen bir düşününüz, kaçını hatırlıyorsunuz? Unutmayınız, hatırlananlar, iz bırakanlardır. Bana göre, 1980 öncesinden İhsan Sabri Çağlayangil, Şeref Kayalar, Ahmet Türkel, Mehmet Turgut, Kasım Önadım, Cemal Külahlı, Barlas Küntay, Sadrettin Çanga, İbrahim Öktem. 1980 sonrası dönemden ise, Turhan Tayan, Cavit Çağlar, Mehmet Gazioğlu, Abdülkadir Çenkçiler, Fethi Akkoç, Ertuğrul Yalçınbayır, Faruk Çelik ve Bülent Arınç iz bırakanlardandır.
Politikada, parti içi mücadele dengelerinin neticesinde, bazıları parlamentoya birkaç dönem gitmek fırsatı bulurlar. Ama renksiz oldukları için iz bırakmazlar. Az seçilenlerden bazıları da, Kemal Paşazadenin Yavuz Sultan Selim için söylediği gibi,“ikindi güneşi gibi, ömürleri az, gölgeleri uzun ” olanlardır. Tarih çok seçilenleri değil, iz bırakanları yazar.
“ Ya sen? ” diyecek olursanız. Bilmiyorum...
![]() |
Avukat Ertuğrul MAT, 14. Dönem Bursa Milletvekili |
Bazen kendi kendime, “ Eğer parlamentodan ayrılmandan tam kırk sene sonra, Bursa basının Erdal Özdür, Ahmet Emin Yılmaz, Dr. Murat Kuter gibi usta kalemleri senden bahseden yazılar yazıyorsa “diye düşünüyor, mutlu oluyorum . Bazen de , “ Bursa Ansiklopedisini yazmak iddiasını taşımış bir kalem, ‘Ertuğrul Mat-Avukat-Bursa Milletvekili-Emlakçı-Silahlı saldırıya uğradı-Yaralandı. 20 Ağustos 1975'te Hürses 'i yayımlamaya başladı 16 Şubat 1976'da gazetesinin adını “Milletindir Hakimiyet olarak değiştirdi’ diye yalan yanlış hatırlıyor, seni emlakçı Necati Sevinç ve çıkarmaya çalıştığı gazetelerle karıştırıyorsa; Millet Gazetesini de, sadece Kamil Koç’un bir gazetesi olarak yazıyor, ilk yazısı 15 Haziran 1962’ de neşredildikten sonra on seneye yakın bir zaman köşe yazısı yazmış, siyasi polemiklere imza atmış, Mehmet Ohri’den sonra yaşayan en yaşlı basın mensubu olmana rağmen gazeteci sayılmıyorsan , ‘Mutlu olmaya hakkın yok ‘ diyor ve hayıflanıyorum. Sonra arkama dönüyor, gölgeme bakıyorum; gördüklerimi, size de bu kitapta gösterebilirsem, Ertuğrul Mat’ın gölgesinin uzun mu, kısa mı olduğuna kendiniz karar verirsiniz. Saygılarımla., Ertuğrul MAT
![]() |
Avukat Ertuğrul MAT |
BURSA GÜNLERİ
Bursa’da Kendime Yeni Bir Siyaset Dünyası Kuracaktım...
Askerlikten tezkere alıp İstanbul’a döndüğümde, Yassıada davaları devam ediyordu. Siyaset arkadaşlarımın bir çoğu ya Balmumcu’ ya tıkılmış, ya da memleketlerinde soluğu almışlardı. İstanbul’da yapayalnız kalmıştım. Oysaki siyaset yalnız yapılmazdı.
Ben de Sezar’ın, “ Roma’da üçüncü olmaktansa, Galya’da birinci olurum” sözünü hatırlamış, Bursa’ya gitmeye karar vermiştim. Orada kendime yeni bir dünya kuracak, yeni, mücadele arkadaşları edinecektim. Bursa’da teyzemler ve dayımlardan başka kimseyi tanımıyordum. Kader bu ya, teyzemin çocukları Adalet Partisi’ni, dayımın çocukları da CHP’ni tutuyorlardı.
Teyzemin oğlu Recep Barışıcı hayata pozitif bakar, insana enerji verirdi. Bursa’da siyasi ve adli dünyada yer almamda çok tesiri olmuştu. Siyasetle fiilen ilgilenmezdi amma, siyaset dışı hayata bakışımız birbirine çok benzerdi. Aşka inanır, “ aşk için yaşanır” diyen romantiklerdendik. Bu inançlarımızla mutluluğu da yakalamıştık. . Teyzemin diğer oğlu Rüştü o günlerde İstanbul’da okuyordu. İlerde siyasetle meşgul olacak, Bursa Belediyesi ve Bursa Ticaret Odası Meclis’lerinde kendisine saygın bir yer edinecekti.
![]() |
Avukat Ertuğrul MAT, |
Dayımın büyük oğlu Nurettin Ağabey hem CHP içinde bir ağırlığa sahipti, hem de CHP’yi tutan Yeni Ant Gazetesinde Bedii Faik, Doğan Nadi tarzında bir iki cümlelik küçük fıkralar yazardı. Bursa günlerimde dayızadelerimle sık sık bir araya gelir, aile bağlarının siyaseti dışarıda bırakan gücüyle güzel anlar yaşardık.
O zamanlar Bursa’da ipek kozaları vardı. Zamanı gelince Koza Han’da kozalar sergilenir, bir nevi koza borsası kurulurdu.
İpek böceği(tırtıl) kozasını ördükten sonra, kozayı parçalayıp dışarı çıkar. Koza parçalanınca ipek iplikleri ziyan olur. Bunun için ipek böceğinin (tırtılın) kozayı parçalamasına imkân vermeden, kozalar sıcak suya atılıp içindeki ipek böceği öldürülür. Ben de bir dut yaprağındaki tırtıl gibi, tek başıma Bursa’da siyasi kozamı örecektim. Önemli olan, politikanın kaynayan kazanında yanmadan, ördüğüm kozadan çıkıp Bursa politikasında yer almaktı.
Bu kitapta, tek başına siyasi kozasını örmeye çalışan genç bir avukatın “ Bursa Günlerini” okuyacaksınız.
“ Bursa’da zaman” sadece “ Eski bir cami avlusu” nda oturmak ve “ Mermer şadırvanda şakırdayan “ su sesini dinlemekle geçmemişti. Parti içi kavgalar, yakanıza yapışan savcılar, sırtınızı yere yapıştırmaya çalışan yazarlar, en mühimi de, dost bildiklerinizin sırtınıza sapladığı “ kara saplı bıçaklar” vardı bu zaman dilimi içinde.
Bitmeyen bir saygı ve ve bitmeyen bir aşk!.
Erdal ABİ
erdalozdur@bursahakimiyet.com.tr
Sevgili Karım Fatoş'a
Sevgili Karım Fatoş'a
Sen olmasaydın ben yanlışta kalırdım, sen olmasaydın ben günahta kalırdım; sen olmasaydın ben karanlıkta kalırdım; sen olmasaydın ben hayatın dışında kalırdım.
Fatoş'um;
Birbirimizi tanıdığımız günden beri, birbirimizin elini hiç bırakmadık. Sonra sen beni incitmemeye çalışarak yavaş yavaş elini avucumun içinden çekip, "Hakka yalnız yürünür" dedin.
Yolun Allah'ın rahmeti ile dolsun, yardımcın Hazreti Muhammed'in şefaati, menzilin cennetin kapısı, kavuşmamız yakın olsun.
1962 yılı benim hayatımın en güzel hadiseleri ile doludur. 15 Haziran 1962'de Bursa Hakimiyet'te ilk köşe yazım çıkmış, 2 Aralık 1962'de Bursa'da stajımı bitirip yazıhane açmış ve avukatlığa başlamıştım.
Ve bunlardan daha da önemlisi 12 Aralık 1962'de Fatoş'la tanışmıştım.
Artık sadece gazeteye makale yazmıyor, İstanbul Laleli'deki Güneş Kız Talebe Yurdu'nda kalan Tıp Fakültesi talebesi Fatoş'a da mektuplar yazıyordum.
Birbirimizi tanıdığımız günden beri, birbirimizin elini hiç bırakmadık. Sonra sen beni incitmemeye çalışarak yavaş yavaş elini avucumun içinden çekip, "Hakka yalnız yürünür" dedin.
Yolun Allah'ın rahmeti ile dolsun, yardımcın Hazreti Muhammed'in şefaati, menzilin cennetin kapısı, kavuşmamız yakın olsun.
1962 yılı benim hayatımın en güzel hadiseleri ile doludur. 15 Haziran 1962'de Bursa Hakimiyet'te ilk köşe yazım çıkmış, 2 Aralık 1962'de Bursa'da stajımı bitirip yazıhane açmış ve avukatlığa başlamıştım.
Ve bunlardan daha da önemlisi 12 Aralık 1962'de Fatoş'la tanışmıştım.
Artık sadece gazeteye makale yazmıyor, İstanbul Laleli'deki Güneş Kız Talebe Yurdu'nda kalan Tıp Fakültesi talebesi Fatoş'a da mektuplar yazıyordum.
![]() |
Avukat Ertuğrul MAT, 14. Dönem Bursa Milletvekili |
O zamanlar, şimdiki gibi cep telefonları, 'Seni seviyorum' diye atılan SMS'ler yoktu. Heyecanla beklenen postacılar vardı.. Postacının uzattığı mektup zarfını görünce yüzlerde açılan güller ve açılan mektuptaki okunan her satırın, her kelimenin, her harfin mutlu ettiği gönüller vardı.
Hala duruyor o mektuplar ama açıp tekrar okuyamıyoruz.
Çünkü hergün birbirimize söyleyecek, bugüne kadar hiç söylemediğimiz yeni sözler buluyoruz.
Bundan da hiç usanmadık. O mektuplar bir daha açılmadan, bizimle birlikte ebediyete intikal edecek." Üstte okuduğunuz bu duyarlı satırlar doruklarda yaşanan ve bitmeyen bir sevgi ve saygının kahramanlarından olan, yıllar öncede Hakimiyet Gazetesi'ndeki köşe yazılarıyla büyük ses getiren, 14. Dönem Adalet Partisi Bursa Milletvekili avukat Ertuğrul Mat'ın anılarını yazdığı kitabında yer alacak.. Mat'lar yaşam ve mücadeleleriyle çevreye örnek mutlu bir çiftti.
Hala duruyor o mektuplar ama açıp tekrar okuyamıyoruz.
Çünkü hergün birbirimize söyleyecek, bugüne kadar hiç söylemediğimiz yeni sözler buluyoruz.
Bundan da hiç usanmadık. O mektuplar bir daha açılmadan, bizimle birlikte ebediyete intikal edecek." Üstte okuduğunuz bu duyarlı satırlar doruklarda yaşanan ve bitmeyen bir sevgi ve saygının kahramanlarından olan, yıllar öncede Hakimiyet Gazetesi'ndeki köşe yazılarıyla büyük ses getiren, 14. Dönem Adalet Partisi Bursa Milletvekili avukat Ertuğrul Mat'ın anılarını yazdığı kitabında yer alacak.. Mat'lar yaşam ve mücadeleleriyle çevreye örnek mutlu bir çiftti.
Ertuğrul Mat, bir anı kitabı yazıyor..
![]() |
Fatma MAT & Ertuğrul MAT |
BASIN KARTI
Kitap bitmek üzereyken eşi vefat etti. Şimdi kitabın ilk sayfasında yer alacak üstteki bu yazı da sevgili eşi rahmetli Fatma Mat'a bir ithaf...
Ertuğrul Mat, Hakimiyet Gazetesi'ndeki köşe yazarlığından sonra yakın dostu Ahmet Cenkçiler'le satın aldığı Millet Gazetesi'nde de başyazarlık yaptı. Eşi rahmetli Fatma Mat gazetenin Yazı İşleri Müdürlüğü'nü üstlenmişti..
Fatma Mat, Bursa'da bir gazetenin 'ilk kadın yazı işleri müdürü' olarak sorumluluk üstlendi. Günlük gazete, Bursa'da ilk kez 6 sayfa yayınlanan etkin bir yayın organı olmuştu.
Millet Gazetesi'nde çalıştığım dönemlerde benim de Yazı İşleri Müdürlüğümü yapan Fatma Mat son derece mütevazı yapısıyla büyük bir saygı, sevgi görürdü.
Bursa basınında 'ilk kadın yazı işleri müdürlüğü' yapan Fatma Hanım eşinin milletvekili seçilmesiyle başkente taşındı ama Bursa'da çeşitli sosyal yardım kuruluşlarında görev yaptığı arkadaşlarını unutmadı. Ertuğrul Mat'a ve tüm tanıyanlarına başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun...
Fatma Mat, Bursa'da bir gazetenin 'ilk kadın yazı işleri müdürü' olarak sorumluluk üstlendi. Günlük gazete, Bursa'da ilk kez 6 sayfa yayınlanan etkin bir yayın organı olmuştu.
Millet Gazetesi'nde çalıştığım dönemlerde benim de Yazı İşleri Müdürlüğümü yapan Fatma Mat son derece mütevazı yapısıyla büyük bir saygı, sevgi görürdü.
Bursa basınında 'ilk kadın yazı işleri müdürlüğü' yapan Fatma Hanım eşinin milletvekili seçilmesiyle başkente taşındı ama Bursa'da çeşitli sosyal yardım kuruluşlarında görev yaptığı arkadaşlarını unutmadı. Ertuğrul Mat'a ve tüm tanıyanlarına başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)